Din Fenomenolojisine göre tarih, dinidir; din de tarihi bir olgudur. Her dinin kendi somut tarihsel haliyle bilhassa peygamberi veya din kurucusu tarafından şekillendirilen ilk formu, öncelikle en doğal haliyle bilinmesi gereklidir. Bu aynı zamanda önce tarihsel sonra teopolitik bir olguya dönüşecek olan dinin, sırasıyla kültürel, bilimsel, sanatsal, felsefi, sosyo-ekonomik yapı ve politikaları gibi din kurucusu tarafından· bizzat öğretilen yönleri en doğal veya en sade haliyle ilk başta yaşanmış olmalıdır.
Dinler Tarihine göre ilk önce etkin politik politeist bir zeminde dünyaya gelen devrimci karakterdeki peygamber, tek başına bir birey olarak içinde yaşadığı “kendi toplumunun” oluşturduğu geleneksel kültten, ayinlerden ve ibadet anlayışından memnun değildir hatta onu değiştirecek, ıslah edecek veya alternatif getirecek kadar devrimci tavırlar alacaktır. Bunu yaparken peygamber, kendi toplumun sevdiği güçten, büyüden ve kültsel davranışlardan uzak durur ve dar bir kitle olarak oluşturduğu kendine inananlara da uzak tutacak söz ve eylemlerde bulunur.
Bir peygamber, insanlara geleceğin dinamiğini öncelikle kendi hayatında kurduğu sivil hayat etrafında şekillenen dünyası anlamındaki ilk cemiyetle ve onun metafizik yansıması olan dünyası olan ahiret olarak, bambaşka bir dünya olarak açıklamak ister. Bu yüzden kurduğu sistem, yepyeni, taze sözler, derin anlamlar içeren veciz ve dinamik cümlelerden oluşur. Böylelikle din, kurucusu olarak Peygamberin öğrettikleri ve yaşadıkları, tam bir organik yapı olarak hem dipdiri hem de hayati bir organizma olarak karşımızda durur.
Hz. Peygamberin (sav) mikro açıdan hayatı ve makro açıdan inşa ettiği dünyası, en doğal haliyle tamamen bu dünyaya ait dini ( religione mondus) oluşturan“en dinamik ve en organik unsurlara” haizdir. Bu fenomenler dünyasıyla örülü din, dindar nesiller için bu gerçek hayat için tek bir unsuru bile yalın kalmadan işlemesi gereken, gelişmeci dairesel güç odağına dönüşür. Zaten dinin, kurucusu tarafından vazedilen tüm unsurların birbirinden soyutlayarak bir parçasını anlamlandırmak mümkün değildir. Mesela bir din inşa edici, öğretici ve benimsettirici dinamik bir hayat hikayesi olarak Siyer-i Nebi (sav), dini her şeyden önce bir “dünya görüşü” olarak yansıttığından siyeri bilmeden, yaşamadan hatta tekrarlayarak tecrübe etmeden dini tam olarak anlamlandırmak, dindar toplumlar ve dindar bireyler için zordur.
Dolayısıyla Hz. Peygamberin (sav) ilk ağızdan bizzat “kendisinin ağzından” yazdırdığı ve öğrettiği vahiyler, açık, kendi sözlerine karışmamış olan, yeterince berrak ve en anlaşılır tarzdadır. Bu vahiyler, hitap ettiği toplumu fıtratıyla buluşturucu, doğa ve evrenle entegre edici ve ama her şeyden öte her türlü kötülüğü tamamen yok edici mesajlardır. Bu haliyle din kurucusunun yaşadığı din, anlaşılmazsa ise o dinin kendisi tam olarak anlaşılamaz.
Siyer- Ümmet Tarihi Örtüşmesi
Dinler Tarihi metodolojisine göre din kurucusu olarak Hz. Peygamber(sav), “mikro bir dünya” olarak şekillendirdiği ve yaşadığı hayatında, aslında kendi ümmetinin tecrübe edip, çizgisinden gideceği bir toplum olarak ileride çekeceği acıları, tadacağı mutlulukları “peşinen” yaşayacaktır; bu anlamda her peygamberin hayat ve dünyası, “mikro kavim tarihi” oluşturur. Bu diğer peygamberler için de söz konusudur; söz gelişi Hz. Musa (as)’nın çileli ve kötümser bir başlangıç olarak ontolojik varlığı olarak dünyaya gelişi, saraydaki hayatı, saraydaki her çıkışında yüzyüze kaldığı kavmin ızdırapları (şoah), başkası tarafından inşa edilen dünyadan kaçışı, Medyen’deki sürgün yılları, yurdundan ebediyyen kovulması ve kurtuluşu, çöldeki hayatı ve kavmiyle iç mücadeleleri bir kocaman dünya halinde asırlar boyunca İsrail tarihinde devinim halindetekrarlanıp duracaktır. Bunun yanında olağanüstü doğumu ile iyileştirici ve sağaltıcı mucizeleriyle, evrensel hatta kozmik eylemleriyle Hz. İsa Mesih (as)’in inşa ettiği dünya, kendisinin etrafındaki inananların ve onu yorumlayan teopolitik dünyaların tarih boyunca yaşadıkları ipuçları olarak haber verecektir. Yine Hz. Peygamber (sav)’in Mekke hayatındaki zulm ve işkenceler, sivil ve teolojik boyutlarıyla inşa edeceği dünyaya kendisi için koşuş başkaları için bir kaçış olarak hicreti, Mekke’yi İslamsızlık haline dönüştürüşü, galibiyetleri, mağlubiyetleri, diplomasisi ile mücadeleleri, cemiyetteki, ailedeki meseleler, ümmetin geniş tarihi içinde üsve-i hasene olarak dalga dalga yayılıp tecrübe edilmiştir.
Ümmet Tarihi – Müslüman Hayatı Örtüşmesi
Bu anlamda ümmet de, kendi peygamberinin hatta seküler liderinin hayatını makro olarak yaşar: Bu anlamda kendi dünyalarının kümülatif hali olan ümmet tarihi, çok önemli bir boyutuyla “makro birer siyerdir”. Esasen, Peygamber olmasa da her toplum kendisini oluşturan ister seküler ister teolojik olsun kendi önderinin hayatını taklit eder. Bu anlamda “makro önder biyografileri hükmündedirler”. Bu yönüyle ümmetin kaderi peygamberlerin kaderlerine sıkıştırılmıştır.
Her çağda genel anlamda ümmete mensup olan ve Hz. Peygambere (sav) inanan her dindar insan da bireysel olarak peygamberinin siyerinden parçacıklar sosyolojik olarak ümmetin çağlarından birer bukle yaşarlar. Kendinde siyerden bir parça taşımayan peygamberine ait hissedemez; ümmetin çektiği acıları çekmiyorsa o ümmetten olmaz. En kısa haliyle İdeal İslamca hayatı peşinen tecrübe eden Siyer-i Nebi, birey olarak Müslümanın hem özgeçmişini dolu dolu yansıtırken bir bütün olarak kıyamete kadar tüm İslam tarihini inşa etmeye devam etmektedir.
Prof. Dr. Mustafa ALICI