islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4690
EURO
36,3690
ALTIN
2.962,53
BIST
9.277,71
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Az Bulutlu
9°C
Pazar Az Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

İSLÂM VE BİRLİKTE YAŞAMA KURALLARI

İSLÂM VE BİRLİKTE YAŞAMA KURALLARI
6 Nisan 2024 09:30
A+
A-

İnsan biyolojik, sosyal ve kültürel niteliklere sahip olan tek canlıdır.  Dolayısıyla seçme hürriyetine sahiptir.   İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği de onun sosyal bir varlık oluşudur.  Nitekim o, bir yanda sempati, sevgi, saygı, anlayış, ihsan, merhamet, onur, tevazu, af etme, adalet gibi olum­lu duygulara sahip iken; diğer yandan da  antipati, kibir, kin, nefret, haset, gurur, öç alma gibi olumsuz duygulara sahiptir. İnsanın, sahip olduğu bu ve benzeri yüzlerce  duyguların yanında ayrıca akıl, irade ve vicdan gibi yetileri de mevcuttur. Bu yetileri sayesinde insan, seçme hürriyetine ve iş yapma gücüne sahiptir.

İnsan eşini, işini, aşını ve dinini seçebilir. Ama anne babasını, akrabasını, cinsiyetini, ırkını seçemez. Çoğu zaman komşusunu ve iş arkadaşını da seçemez. İnsan bu kadar fıtrî yetilere sahip olsa da, fıtrî yapısı gereği asla yalnız yaşayamaz ve daima birine ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaç onun için doğumundan ölümüne kadar değişmeyen bir olgudur. Doğumunda annesine muhtaç olduğu kadar; hayatında ve ölümünde de birilerine muhtaçtır. Birlikte yaşama, sadece insanlara özel bir olgu da değildir. İstisnaları hariç, hayvan guruplarında da birlikte yaşama söz konusudur. Şayet bir insan, yalnız yaşıyorsa bu yalnızlık, mecburiyetten kaynaklanan bir durumdur, yoksa fıtratının gereği olan bir yaşama tarzı değildir.

Yalnızlık,  istenilen ve arzu edilen bir durum değildir. Arzu edilen birlikte ve bir arada yaşamadır. Ne var ki  insan, seçtiği veya seçemediği kişilerle birlikte, bir mekanda, bir ortamda, bir yörede veya bir ülkede yaşamak zorundadır. Fakat bu zorunluluk, insanların aynı düşünce, aynı fikir, aynı inanç veya aynı kültür içinde olmasını gerektirmemektedir. Her insanın fıtrî yeteneği, bilgi bikrimi ve tecrübesi aynı olmadığı için düşünce ve inançları da  farklıdır.  Bu nedenle her insandan bu gerçeğin farkında olması ve farklılıklarla birlikte bir arada yaşamasını öğrenmesi beklenir. Nitekim insanlar, tarih boyunca birlikte yaşamanın önemini ve zorunluluğunu kavramışlar, birlikte yaşamanın kurallarını ve ilkelerini  de belirleme çabası içinde olmuşlardır. Böylece birlikte yaşamanın getirdiği sorunları asgari düzeyde tutmaya çalışmışlardır.

Yaşanan tecrübeler, önerilen ilke ve kuralların insanın fıtrî yapısına, toplumsal dinamiklere ve dinî kurallara göre tanzim edildiğinde; birlikte yaşama şansının arttığını, aksi durumlarda ise azaldığını göstermiştir. Bunun farkında ve bilincinde olan insanlar, kurallı bir hayatın hem kendileri için, hem de toplumun huzuru ve mutluluğu için gerekli olduğunu; kuralsız bir hayatın ise hem kendileri hem de toplum için kaos, anarşi, mutsuzluk ve umutsuzluk olduğunu çok iyi kavramışlar ve  bu nedenle de “ En kötü kural, kuralsızlıktan iyidir” sözünü, kendileri için rehber edinmişlerdir.

Müslümana rehberlik edecek kurallar ise Kur’an ve Sünnet’te  bulunmakta; Kur’an normları, sünnet ise formları belirlemektedir.  Ne  var ki Kur’an’da yer alan kurallar, Müslümanlar tarafından öğrenilip içselleştirildiği dönemlerde birlikte yaşamanın ana unsurları olurken, maalesef günümüzde etkinliğini büyük ölçüde yitirmiş bulunmaktadır. Bunun da nedeni, bu ilke ve kuralların yeterince bilinmemesi; bilenlerin de bu kuralları, yeterince içselleştirememiş ve bilinç haline dönüştürememiş olmalarıdır. Zira ilgi olmayınca bilgi, bilgi olmayınca da bilinç oluşmamaktadır. Bilinç haline dönüştürülmemiş bir bilginin eyleme dönüşme şansı yoktur. Eyleme dönüşmemiş bir kuralın alışkanlık haline gelmesi ise mümkün değildir. Alışkanlıklarımız oluşmayınca da birlikte yaşamaya olan katkımız da yeterli olmamaktadır. Bu nedenle birlikte yaşamanın bilgi boyutunu oluşturan ahlak ve hukuk  kurallarını öncelikle bilmemiz, daha sonra da bunları içselleştirmemiz ve uygulamamız gerekmektedir.

Yüce Allah, insanları tek bir kalıptan çıkmış gibi aynı ölçüde ve özellikte yaratmış değildir. Bilakis farklı farklı yaratmıştır. Yüce Allah iradesini bu yönde kullanmış, insanları tek bir ümmet yapmamış, milletlere ve kabilelere ayırmıştır. Nitekim Allah Teâlâ bunu şöyle  açıklamaktadır:

“Ey İnsanlar! Biz sizi bir erkek bir kadından yarattık, birbirinizle tanışmanız (tearüf) için milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz, takva sahibi olanınızdır.”[1]

Bu farklılık, insanlar arasında bir çatışma ve ayrışma olması için değil, tam aksine birbirlerini tanımaları, birbirleri hakkında bilgi sahibi olmaları içindir. Ayetteki vurgu “tearüf”e yöneliktir. Tearüf, birbirini tanıma/tanışma demektir. Arapçada örf, maruf, irfan, marifet, tearuf, arif, aynı kökten türeyen kelimelerdir. İrfan, bilme anlamından daha genel bir anlam ifade eder. Bir insan, bilgin olmayabilir ama arif olabilir. Arif olan da bilgin olmayabilir.

Tearüf/tanıma, biri kimlik tanıması, diğeri kişilik tanıması olmak üzere iki kategoride gerçekleşir. Kimliği tanıma, bir kişinin kim olduğunu; kişiliği tanıma ise bir kişinin nasıl kimse olduğunu bilmedir. Kur’an’ın asıl amacı ve önerisi de kimlikten ziyade, kişiliğin tanınmasına yöneliktir. Zira ayette üstünlüğün millet ve kavim gibi kimlik tanımlarında değil de “takva”da olduğunun özellikle zikredilmesi, bunun bir göstergesidir. Bu nedenle tanıma, tanımak istediğimiz kişinin önce kim olduğunu, daha sonra da nasıl bir insan olduğunu anlamamızdır. Ancak tanıma kolay ve sıradan bir şey değildir. Bir insanı veya insanları tanımak için zamana ve sürece ihtiyaç vardır.

Tanıma ilk defa bir tebessümle başlar. Sonra sırasıyla bunu selam ve kelam (diyalog) takip eder. Tebessüm etme, tanımak istediğimiz bir kişiye karşı göstereceğimiz ilk olumlu davranış tarzıdır. Zira tebessüm, duygusal yakınlığı sağlayan ilk adımdır. Daha sonra sıra selamlaşamaya ve konuşmaya gelir. Sert bir bakış ve asık suratlı bir tavırla insana yaklaşmak, antipatik olmak için yeterli bir sebeptir. Antipati ise, diyaloğun kapısını açan değil, kapatan bir duygudur. Bu nedenledir ki Peygamberimiz “Mümin kardeşine tebessüm etmen sadakadır.”[2] diyerek tebessümün önemine dikkatimizi çekmek istemiştir. Din dilinde “sadaka”, insanlara sevap kazandıran maddi ve manevi yardımların genel adıdır. Hz. Peygamber tebessüm etmenin sadaka olduğunun söyleyerek, Müslümanları buna teşvik etmiştir. Kaldı ki tebessüm etmek, insanî bir tavırdır ve bir Müslüman’da bulunması gereken en önemli hasletlerden de biridir.

Selamlaşma, tanımanın ikinci aşamasıdır. Birisine selam verildiğinde bunun anlamı, “Sana karşı bir tavır içinde değilim, seninle ilişki kurmak için konuşmak istiyorum” demektir. Bu selamın birinci ve en önemli fonksiyonudur. Selamın ikinci fonksiyonu ise emniyet, itimat ve muhabbete vesile olmasıdır. Böylece söz kapısı güvenle açılırken, gönül penceresi de sevgiyle açılır. Nitekim Hz. Peygamber’in şu sözü, başka bir söze hacet bırakmayacak kadar açık ve nettir:

“İman etmeden Cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden de iman etmiş olmazsınız. Size yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir işi göstereyim mi? Selamı aranızda yaygınlaştırınız.”[3]

Selam, birlikte yaşamak için gerekli olan aşinalığın önemli bir adımıdır. Zira ilk tanışma tebessümle başlasa da, selam ve kelamla devam eder. Amaç birlikte yaşamak zorunda olan insanların, birbirlerine yakınlaşmalarını ve birlik içinde olmalarını sağlamaktır. Selam, muhatabının yüzüne bakmadan, kaba bir sesle sanki ona taş atıp başını yaracak gibi, “Selamün aleyküm”, “Merhaba” veya “Günaydın” demek değildir. Bilakis güler bir yüzle muhatabına bakıp tebessüm ederek selam vermektir. Tokalaşmak ise, başını yana çevirip muhatabın yüzüne bakmadan elini uzatmak değil, göz göze gelip mütebessim bir yüz ifadesiyle tokalaşmaktır.

Selamlaşmadan sonra sıra kelama gelir. Kelam konuşma demektir. Bu, biri konuşurken diğerinin dinlediği bir konuşma olmalıdır. Bunun adına “diyalog” deniliyor. Yoksa biri konuşurken diğerinin de konuştuğu ve birbirlerini dinlemedikleri “çift kişilik monolog” olmamalıdır. İnsan, konuşmasını bildiği kadar, dinlemesini de bilmelidir. Sürekli konuşan ve karşısındakini dinlemeyen insan, egosantrik veya narsist  bir tavır sergilediğinin  de farkında olmalıdır. Bu nedenle diyalog, tanımayı ve bilgi sahibi olmayı sağlayan önemli bir yöntemdir. Zira diyalogda, dinleme vardır. Dinleme ise iradeli bir tavırdır. Herkes duyar ama dinlemeyebilir. Dinleme, amaçlı olduğunda tanıma şansı daha  da artar. Yoksa dinler gibi yapmak, ya da hata aramak için dinlemek, aslında tanımamak için çaba göstermek demektir.

Tanımanın önemli bir aracı da “empati” yapmaktır.  Empati bilindiği gibi  “Bir insanın kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak, olaylara onun bakış açısıyla bakmaya çalışması”, yada “Karşısındakinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlaması ve  hissetmesi” demektir. Zira  insan, bu sayede muhatabının duygu ve düşüncelerini daha iyi anlama ve onu daha iyi tanıma imkânı elde eder.  Bu imkânın önündeki en büyük engel ise ön yargılarımızdır. Önyargı, peşin hükümlü olma, yargılama demektir, diğer bir ifade ile  tanımadan ve anlamadan bir kişi hakkında olumlu veya olumsuz karar vermek demektir. Önyargı, duygularımızın; kalıp yargı ise düşüncelerimizin etkin olduğu bir davranış tarzıdır. Bu nedenle önyargılı olmamak için duygularımızı, kalıp yargılı olmamak için de düşünce tarzımızı sorgulamamız ve bunu yapabilmek için de önce kendimizi tanımamız gerekiyor. Zira kendini tanıyan ve “empati” yapabilen insan ancak başkaları ile sağlıklı diyalog kurma ve birlikte yaşama  imkânı elde edebiliyor. Nitekim  Hz. Peygamber’in Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” [4]sözü de İslâm’ın birlikte yaşamaya verdiği önemi gösteren temel kurallarından  birini  teşkil ediyor.

Prof. Dr. Celal Kırca

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

[1] Hucurat, 49/13.

[2] Tirmizi, Birr, 36

[3] Müslim, İman, 17.

[4] Buhârî, İmân 7; Müslim, İmân 71-72.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Kemal Mete dedi ki:

    Herkes bu yazılanlara uysa, dünya daha bir güzel olurdu.

  2. Mustafa ALICI dedi ki:

    Çok güzel Allah razı olsun muhterem hocam.⅐

  3. Fatih Sarıgül dedi ki:

    Çok güzel bir yazı. Müslümanca tavır nasıl olur güzel ifadelerle açıklanmış