Bu yazı, tam yarım asır evvel 1973 yılında 28 yaşında bir imam-hatip olarak tarafımızsan hazırlanıp İstanbul Süleymaniye Camii minberinden hutbe formunda okunmuştur. Ara başlık ilaveleri dışında hiçbir değişiklik yapılmamıştır. Ali Rıza Demircan
Yüce Rabbimiz Hayat Nizamı’mız Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurur:
«And olsun ki biz her ümmete Allah’a kulluk edin, Tâğût’tan kaçının diyen bir Peygamber göndermişizdir…»(1)
İlk şerîatını tebliğ eden Hz. Âdem’den, son ve mütekâmil şerîatını tebliğ eden Hz. Muhammed’e kadar İslâm Dini’ni sunan bütün Peygamberlerin kaçınılmasını bildirdikleri Tâğût nedir acaba?
Kur’ân-ı Kerîm’de sık sık geçen Tâğût, Kur’ân’a has bir terimdir ve şu mânalara gelir:
a) Arzuları ilahlaştırılan nefis Tâğût’tur.
b) Allah’ın emir ve yasaklarını tanımayan, İslâm Dini ile çatışan düzen ve düsturlara çağıran her fert ve kurum Tâğût’tur.
c) Allah’tan başka zatında güç görülen eşya, insan ve putlar Tâğût’tur. Şeytan Tâğût’tur.
d) Allah’ın şeriatı ile çatışan bütün gelenekler, esas alınan bütün rejimler, kapitalizm ve laisizim türü sistemler Tâğût’tur. (2)
Mahiyetini açıklamaya çalıştığımız Tâğût’u yani Allah’ın emirleri ve yasaklan ile çatışan nefsi, fertleri, önderleri, rejimleri – sistemleri ve ilkeleri ret etmedikçe, hâkimiyetin yalnızca Allah’a ve O’nun yasalarına ait olduğu tasdik edilmedikçe İslâm ve onu yaşama olan ibâdet gerçekleştirilemez.
Bu gerçeği Rabbimiz şöyle bildiriyor:
«Dinde zorlama yoktur. Artık doğru yol ile eğri yol birbirlerinden ayrılmıştır. O halde kim Tâğût’u tanımayıp da Allah’a îman ederse muhakkak ki, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa yapışmıştır. Allah çok iyi işitici ve bilicidir.» (3)
Anlamını sunduğumuz âyet-i kerîmeden anlaşılacağı üzere İslâm insanı olabilmek için Tâğût’un şiddetle ret edilmesi gerekir. Ancak Tâğût’un sözle reddi kâfi değildir. Rûhun derinliklerinde kasırgalaşan ve amelî hayatta neticeler doğuran fiilî bir ret gerekir. Bunun için de Tâğût’la silahlı savaş yanısıra kültürel yollarla ve yöntemlerle de savaşmak lâzımdır:
a) Allah’ın emir ve yasaklarına tâbi oluncaya kadar Tâğût olan nefisle çatışmak,
b) Ferdî ve içtimaî hayatımızı Allah’a döndürmemize mâni olan ve Tâğût olan cahiliyet düzenleri ve fikir babaları ile çatışmak…
İslâm’da emrolunan cihad işte bu Tâğût’a karşı verilmesi gerekli olan mücadeledir. Tâğût’la çatışmak, Hakk’ı getirmek Bâtılları gidermek için olacağından din bilginleri, iktisatçılar, hukukçular, sosyologlar, tüccar ve esnaf öz ifadeyle bütün mü’minler Tâğût’la mücadele edeceklerdir. İslâm’ı daha iyi öğrenerek, öğreterek, yaşayarak, neşrederek, üstünlüğünü ikna edici bir usulle ve ince bir telkin edasıyla ortaya koyarak Tâğût’la mücadele vereceklerdir. Bu, farz bir görevdir.
Bunun içindir ki, Yüce Rabbimiz, mü’minleri Tâğût’a karşı kendi yolunun savaşçıları olarak takdim ediyor:
«(Yönetim ilkelerinin Allah’a ait olduğuna) îman edenler (politik, kültürel, iktisadî ve silâhlı) savaşı Allah yolunda yaparlar. Kâfirlere gelince, onlar da Tâğût’un yolunda savaşırlar. Siz Şeytân’ın bağlıları ile savaşın ve bilin ki Şeytân’ın hilesi zayıftır.» (4)
Tâğût’a ve ondan yana olanlara karşı mücâdele vermeyenler mü’min kalamazlar. Bunun içindir ki Peygamberimiz, «Her kim (Tâğût’a karşı) cihad etmeden ve onunla mücadele (ederek Hakk’ı hâkim kılma) arzusunu ruhunda duymadan ölürse nifaktan bir şube üzerinde ölür.» (5) buyurmuşlardır.
Tâğût’u kalben reddetseler bile onunla çatışmayanlar, amelî hayatın gereği onunla anlaşma ve dostluk kurma yoluna gitmeye mecbur kalırlar. Bu da Allah ve Tâğût dostluğunu bir araya getirmek olan nifakın ilk tezahürü olur.
Halbuki, Allah, Tâğût’a ancak kâfirlerin dostluk gösterebileceğini açık bir şekilde şöylece belirtmiştir:
«Allah iman edenlerin dostudur. Onları (Tâğût’un) karanlıklarından nura çıkarır. Kâfirlerin dostları ise ancak Tâğut’tur. O da onları nurdan ayırıp karanlıklara iletir. Onlar cehennemin yoldaşlarıdırlar.» (6)
Ne acıdır ki Müslümanlar bugün Allah ve Tâğût dostluğunu bir arada yaşatmağa çalışmak gibi sonu zulmet ve ateş olan çıkmaz bir yolun üzerindedirler.
İslâm Dini’nin namaz, oruç ve zekât gibi belirli emirlerini kabul etmekle ve hattâ îfa etmekle beraber, onun asrımızın yaşayan sosyal düzeni olmasını lüzumlu bulmayanlar, bilmiyorlar ki Allah ve Tâğût hakimiyetlerini bir arada tanımış oluyorlar.
Bu tanımayı şöylece misallendirebiliriz:
a) İslâm insanının yetiştirilmesini arzulayarak Hak dostluğu gösterenler, erkek çocuklarımızın bile teslim edilmeyeceği materyalist eğitim sistemine mücadele etmeksizin rıza göstermekle, Tâğût dostluğuna sine açıyorlar.
b) Ferdî mülkiyeti tanıyarak Allah hâkimiyetini tasdik edenler, faiz düzenini kaçınılamaz görmekle Tâğût egemenliğine baş eğiyorlar.
c) Keza, ahlâk ve fazilet ölçülerinin yaşanması lüzumuna inanmakla Hak dostluğu izhar edenler, ferdî çıkarları uğruna, cemiyet (toplum) menfaatlerini çiğnemekle ve çeşitli çirkinlikleri ve kötülükleri yapmakla da Tâğût dostluğunu açığa vuruyorlar.
Tağût’a onay olan bu durum kendisinden razı olundukça kâfirliğe açık bir sapıklıktır. Zira Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
«(Ey Peygamber!) Sana indirilen Kur’ân’a ve senden önce indirilen kitaplara inandıklarını sananları görmedin mi? Tanımamaları emrolunduğu halde Tâğût’un önünde yargılanmak, (ve onun ölçülerine göre hayat problemlerini çözmek) isterler. Şeytân onları Hakk’tan uzak bir sapıklığa saptırmak istiyor.» (7)
Yaşadığımız Batı’dan ithal edilmiş bu toplum düzeni, putlaştırılan önderleri, cahiliyyet örfü ve sistemleri ve sapıttırdığı öz nefsimizle bizleri kuşatmış, Tâğût’u hâkim ve dost tanımak sapıklığı ile karşı karşıya getirmiştir. Öyle ki, fert, aile, cemiyet, sanat, ticaret, memuriyet, eğitim ve siyaset hayatının her bölümü bir kavşak noktası olmuştur. Bu kavşakta bir tek yol İslâmi hayata, diğer yollar Tâğût’a gidiyor.
Bakınız Hz. Peygamber (s.a.) mucizevî hadisleriyle bu kavşağın krokisini nasıl çiziyor:
Sahabi Abdullah b. Mesud şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber in huzurundaydık. Bize bir hat çizdi ve sonra: «Bu Allah’ın yoludur» dedi. Bu merkezi hattın sağına ve soluna da bir çok hatlar çizdi ve «Bunlar bir takım yollardır ki her biri üzerinde kendisine çağıran bir Tâğût vardır.» buyurdu ve Rabbimizin şu mealdeki âyetini okudu:
« İslâm benim dosdoğru yolumdur. Ona uyun. (Tâğût’a ait) yolları izlemeyin. Sonra sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte Allah (Tâğût’un kötülüklerinden) sakınmanız için size bunları emretti,.» (8)
Tam bir iman ve aşkla Tağût’a karşı tavır koyarak İslâm’a yönelmeliyiz. İslâm bizi nûra, istikrara, mutluluğa ve Cennet’e götürür. Allah’ın her bir emri, her bir yasağı ve Peygamberimizin her bir talimatı bizi bu yola ileten işaret levhalarıdır.
Tâğût’un yolu fânî bir saadet vadediyor gibiyse de aldanmamak gerek. Çünkü vadettiği mutluluk zulmetler, bunalımlar ve ızdıraplar içermektedir. Sonu da Cehennem olacaktır.
İslâm Dini’ne evet, Tâğût’a ve teklif ettiği düzenlere hayır diyenlere müjdeler olsun.
Hutbemizi/yazımızı bir âyet anlamıyla bitiriyorum:
«Tağût boyun eğmekten kaçınıp da Allah’a yönelenlere müjdeler olsun. (Ey Peygamber! Bu Hak ve Halk insanı) kullarımı (Cennetlerimle) müjdele.» (9)
ALİ RIZA DEMİRCAN
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ