Ortadoğu’nun haline ve dünyada ki genel konjonktüre baktığımızda, genel olarak savaşları ve buna bağlı olarakta insan hak ve hürriyetleri noktasındaki ihlalleri görüyoruz. Bu da bizlere açık ve net bir şekilde gösteriyor ki dünya, 3. Dünya savaşını yaşıyor. Dünya üzerinde yaşanmakta olan bu savaşın mazlumlarına baktığımızda ise, ezilenlerin ve ölenlerin genelde Müslümanların olması; bu savaşın Haçlı zihniyeti tarafından Müslümanlara açılan bir savaş olduğu gerçeğini ortaya koyuyor.
11 Eylül de ikiz kullerin yıkılması olayından sonra, bilinçli bir şekilde hortlatılan İslamofobi, kendi kurdukları ve destekledikleri terör örgütleri vasıtasıyla da desdeklenince, İslam’a ve Müslümanlara karşı büyük bir savaş başlatıldı. Hiç şüphesiz bu savaşın görünen ve görünmeyen kısmı var. Görünen kısmında ABD’nin Afganistan, Irak ve Suriyeyi İşgali, görünmeyen kısmında ise terör örgütlerinin maskeli yüzü var. ABD, PKK’nın bir kolu olan PYD’ye yüzlerce tır silah verirken, İslamofobiyi körüklemesi açısından Deaş terör örgütünü de desteklemekten çekinmiyor. Yüz yıl önce, Müslümanların Ümmet olma bilincini törpüleyen bu haçlı ve siyonist düşünce, savaş ve terör ortamında, islam’a ve Müslümanlara saldırmaya devam ediyor. Müslümanların bir ve beraber olması ve hareket etmesi gereken bu ortamda, Müslümanlar fikir bazında dahi aynı düşüncelere sahip olamıyorlar..
Bütün dünyada ve ortadoğuda yüz binlerce insanın ve özellikle Müslümanların katledilmesi, vicdan taşıyan herkesi üzmektedir. Hele Deaş gibi terör örgütlerinin kendilerine sözüm ona İslami isimler koymaları, bu katliamları din adına yapmaları kabul edilebilir birşey değildir. Hal böyle olunca, bu konuyu tekrar etraflıca ele almak ve incelemek gereği hasıl oldu.
Şurası bir geçektir ki, her terör olayından sonra retorik bir dil ile yapılan yaldızlı açıklamalar, vatan millet Sakarya terennümleri, olayı anlamaktan ve anlatmaktan yoksun kalmaktadır. Tabi ki İslam dini barış ve sevgi dinidir. İslam dininin barış ve sevgi dini olduğunu kabul edenlerin yanında, bunu kabul etmeyen insanların varlığı da normal görülmelidir. İslam inancına göre bu dünya, imtihan dünyasıdır. Bura da anormal olarak kabul ettiğimiz şey, İslam karşıtı hareketler ile İslamofobi oluşturulmasıdır. İslam’ı ve Müslümanları kötülemek ve karalamak için oyun ve desiselere başvurmak, kendini medeni gören toplumların, bu konuda etik davranmadığını bizlere göstermektedir.
Ancak yaşadığımız şu dönemde, bunları söylerken bile, karşımıza önemli soru ve sorunlar çıkmaktadır. Dünyayı kasıp kavuran adı konmamış savaşların yaşandığı günümüzde, İslam âlemi ve Müslümanlar olarak kendi görev ve sorumluluklarımızı bilmemiz, karşı tarafta bulunanlara görev ve sorumluluklarını hatırlatmayı da bizim için kolaylaştıracaktır.
İslami toplumların geneline baktığımızda, insanlar arasında bir özgüven eksikliğinin olduğunu görmek zor değildir. Yüz yıl boyunca, kültür emperyalizmine maruz kalan Müslüman toplumların, kendi milli ve manevi değerlerine soğuk bakması, İslam karşıtı güçlerin manevra alanını genişletmektedir. Oysa gelişen sosyal dinamiklere mukabil, Müslümanların özgüven içinde hareket etmesi, birlik ve beraberlik duygularına sahip olması özlediğimiz bir tablodur. Geçmişte ve ya günümüzde Müslümanların yapmış olduğu hataların, mensubu olduğumuz İslam dininin değerlerine yüklenmesi kadar da saçma bir şey olamaz. Kaldı ki, tarih sahnesinde, Müslümanların yapmış olduğu hatalar, diğer milletlerin ve ülkelerin yapmış olduğu hatalardan daha fazla değildir.
İslam âleminin yüzyıllar boyunca kültür dejenerasyonuna uğraması, din yüzünden geri kaldığının insanlara empoze edilmesi, Müslümanların özgüvenlerini yitirmesine sebep olmuştur. Halbuki bu söylem İslam âlemi için değil, Hıristiyan batı dünyası için geçerlidir. Kilisenin baskısı neticesinde esaret zincirlerini kırmaya çalışan batı âlemi, aydınlanma dönemini yaşamıştır. Avrupa aydınlanma dönemi dediğimiz bu yıllarda, Müslüman bilim adamlarının buluşlarını, kaynak gösterme zahmetine bile katlanmadan, kendi buluşlarıymış gibi lanse etmişlerdir. Aydınlanma döneminden sonra kendilerini dev aynasında gören batı âlemi, İslam âlemine ön yargılı bir şekilde bakmaya başlamıştır. Onlara göre Müslümanlar geri kafalı, Türkler ise barbardır. Ancak gerçekler empozeedildiği gibi değildir. Her medeniyetin tarihinde, başarılar olduğu gibi başarısızlıklar da mevcuttur. Hele bu başarısızlık ve hüsranla sonuçlanan olayları, özellikle İslam’a yüklemenin, akıl ile bağdaşır tarafının da bulunmadığı gün gibi aşikardır.
Özellikle terör faaliyetleri konusunda, olayları “medeniyetler çatışması” haline dönüştüren batının, gerektiğinde İslami literatürden medeniyet adına alıntılar yaptığı da unutmamalıdır. Zira 1789 Fransız ihtilal in’den sonra ilk sivil kanunun hazırlanmasında, İmam Hanbeli’nin İslam Hukukundan yararlanılmıştır. Buda bizlere göstermektedir ki, şu anda günümüzde gerçekleşen savaş ve kargaşanın temelinde, medeniyetler çatışması yatmaktadır.[1](Konyalı Mehmet Vehbi,Hülasetül Beyan C.9,syf 3492)
İslam âleminin şu anda düşmüş olduğu hal ve durum hakkında cevaplanması gereken sorun ve sorulara devam edelim. Özellikle İslam coğrafyasının üzerinde oynanan oyunların, Müslümanlar’ın ne kadar farkında olduğu tartışmalıdır. Birlik ve beraberlik olgusundan uzaklaşan İslam âleminin, bir an önce toparlanıp ümmet olma bilincine ihtiyacı vardır. Asrı Saadet döneminde, İslam dinene ve başta Peygamberimiz (sav) olmak üzere Müslümanlara tuzak kuran hain zihniyet, günümüzde de hortlamıştır. Dün, Kâbe’de namaz kılan Peygamberimizin sırtına deve işkembesi koyan anlayış, bugün Müslümanların üzerine bomba yağdırmaktadır. Dün, Müslümanları kızgın çöllerde eziyet çektirerek öldüren zihniyet, bugün Müslümanlara her türlü korkunç ölümü reva görmektedir. Dün, faiz yoluyla insanları sömüren ve köleleştiren zihniyet, bugün kapital sistem vasıtasıyla oyunu daha büyük oynayarak insanları sömürmeye ve modern kölelliğe mahküm etmeye devam ettirmektedir.
İslam âlemi olarak, orta doğu dediğimiz gönül coğrafyamızda, Müslümanlar üzerinde oynanan oyunların farkına varmamız gerekmektedir. Hiç şüphe götürmeyen bir gerçek vardır ki, yüz yıl önce İngiliz oyunlarıyla parçalanan İslam âlemi, bu günde aynı oyunlara maruz kalmaktadır. Müslümanların bu planların farkında olması ise en büyük temennimizdir. Asrı Saadet döneminden günümüze kadar geçen sürece baktığımızda, İslam karşıtı düşünce ve fikirlerin kendine manevra alanı bulamadığından ötürü, İslami gelişmelerin önüne çeşitli entrika ve oyunlar ile geçilmek istendiğini görmekteyiz. Bu gerçek, yüce kitabımız kuranı kerimde şöyle ifade ediliyor.
وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ
“Bununla birlikte hile yaptılar. Allah da hilelerini bozarak onları cezalandırdı. Öyle ya Allah hile yapanların hilesini en iyi bilendir.”[2] İster Asrı Saadet döneminde isterse günümüzde olsun, sosyal hayatın içinde yer alan dini gelişmelerin önüne set çekmek ve engellemek gayesiyle plan yapmak ve de uygulamaya koymak, tartışmasız illegal bir yoldur. Yeryüzünde yaşayan hangi din olursa olsun, mensuplarına yapılan illegal faaliyetler bu gerçeği değiştirmeyecektir. Haçlı seferleriyle başlayan, günümüzde de farklı şekilde cereyan eden İslam karşıtı oyun ve desiselerin, maalesef dünya döndükçe de devam edeceği anlaşılmaktadır. Burada önemli olan, Müslümanların bu oyunun farkına varmaları, ona göre tedbir almalarıdır.
Bugün; emperyalist güçler İslam coğrafyasını kan gölüne çevirmişken, bizlerin bu güçlere, “İslam Barış dinidir” diyerek gül atamayacağımız gerçeği ile karşı karşıyayız. İslam’ın barış ve esenlik dini olduğunu, İnsanlığa anlatmak gibi bir görevimiz vardır. Ancak bunu ispatlamak gibi bir çaba içine girmemiz bizi yıpratacaktır. İnsanlara Kuranın evrensel boyutunu, Peygamberimiz (sav)’in mükemmel hayatını anlatmak gibi bir görevimiz olmakla birlikte, dini perspektiften de baktığımız da bunu ispatlamak gibi bir sorumluluğumuzun olmadığı önümüze çıkmaktadır. Zaten İslam âlemini parçalamak üzere kasıtlı olarak yapılan plan ve programların fiiliyata döküldüğü günümüzde, barış türküleri söylemenin mantıksızlığı gün gibi aşikârdır. Kuranı Kerim ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetinden anladığımız şudur ki, Müslüman her daim barış tarafında olacak, ancak kendisine karşı yapılabilecek saldırılara karşıda uyanık olmayı kendine düstur edinecektir. Gerektiğinde cihat ruhuyla hareket etmenin de, Müslüman’ın görevleri arasında olduğunu unutmayacaktır.
İslam âleminin, birlik, beraber ve kardeşlik içinde ümmet bilinciyle hareket edebilmesi, haçlı ve siyonist düşüncenin bütün oyun ve desiselerinin boşa çıkarılması demektir ki, bütün duamız ve temennimiz de bu yöndedir.
Selam, saygı ve muhabbetlerimle….
Şaban DOĞAN
[1] Konyalı Mehmet Vehbi,Hülasetül Beyan C.9,syf 3492
[2] A’li İmran 3/54
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi