II. Meşrutiyet ilan edilip, İttihatçılar iktidara geldiğinde, şikâyet edilen “Devr-i Sabık”ın başka bir surete dönüşüp süreceği kimsenin aklına gelmemişti. Meşrutiyet ilan edilmiş, jakoben Hamidizm sona ermiş, hürriyet velveleleri ortalığı kaplamıştı. Müslim gayrimüslim yeni düzeni sevinç gösterileriyle karşılamıştı. Devlet ve hükümet tamamen farklı bir muhtevaya bürünmüş, laik siyaset daha da kutsallaşmış, yüceltilmeye başlanmıştı. Kurulan yeni laik düzen, dini alanda yapılan yeni yorumlardan da gerekli meşruiyetini sağlamıştı.
Ayasofya Kürsüsünden vaaz veren Manastırlı İsmail Hakkı, toplanan binlerce insana kurulan yeni düzenin mükemmelliğini anlatırken, artık eski fitne dönemlerine dönülmemesi gerektiğini, hükümete sahip çıkılmasının farz olduğunu haykırıyordu. Kimse geçmişe dönüp bakmamalıydı, kimse geçmişte olanları özlememeli, geçmişe en küçük bir atıf yapmamalıydı.
Meşrutiyet Döneminin ilmiye sınıfının öncü şahsiyetlerinin teşebbüsüyle kurulan Cemiyet-i İlmiye-i İslamiye yayınladığı kuruluş gerekçesinde, Hükümeti siyaseten takip edeceklerini, yaptığı hayırlı işlerde destekleyeceklerini, kötülerinde ise tenkit edeceklerini söylüyordu. İlmiye sınıfı bu tavrıyla büyük hata yaptığının farkında değildi. Zira Batı hayranı, Avrupalılaşmak peşinde koşan laiklerin iktidarından hayırlı işler beklemek abesle iştigal etmekti.
Dönemin ilmiye sınıfına ait hemen hemen bütün zevat, meşrutiyetle birlikte kurulan laik iktidarı yüceltmekte, kutsamakta, iktidarın yanında yöresinde yer almaktaydı. İttihat ve Terakki’nin uygulamalarına yöneltilen en küçük bir eleştiri, eski döneme özlem, istibdadı çağırmak, karanlık günlere dönmek olarak değerlendiriliyordu. Mehmed Akif verdiği bir vaazda toplanan halka, bu iktidarın İslam aleminin son umudu olduğunu, bu hükümet yıkılırsa yeryüzünde yaşayan bütün Müslümanların büyük sıkıntılar çekeceğini anlatıyor, eleştirilerde bulunulmaması, devlet ve siyasete karışılmaması gerektiğini söylüyordu.
İttihatçı iktidarla birlikte başlayan toplumsal yozlaşma, adam kayırma, rüşvet, sahtekârlık, ahlaksızlık, dinden uzaklaşma, haramların kurumsal yollarla yaygınlaşması, Müslüman kitleleri rahatsız etmeye başladı. Bu uygulamaların sonucunda seslerini yükseltmeye başlayanlar, fitneciler, erbab-ı melanet, istibdaddcılar, Hamidiler, din bezirgânları vb. sıfatlarla anılmaya, itibarsızlaştırılmaya çalışıldı.
Yaşanmakta olan ve ileriye doğru daha da vahim duruma doğru giden içtimai ve ahlaki buhrana karşı sessiz kalanlar, bu eleştirileri bastırmak için var gücüyle çalakalem yazı yazmaktaydı. Savunmaları ise, Meşrutiyetle birlikte kurulan laik hükümetinin Müslüman aleminin tek ümidi olmasıydı. Müslümanların savunucusu, koruyup gözeteniydi. Eğer dünyanın her yerindeki Müslümanlar rahatça yaşayabiliyorsa, bu mevcut hükümetin sayesindeydi.
Oysa durum hiçte öyle değildi. İttihatçıların iktidara gelmesiyle birlikte, Memalik-i Osman-i parçalanmaya, her tarafta kaybetmeye, her yerdeki Müslüman ahali zulüm, sürgün, baskı, yokluk görmeye başlamıştı. Balkanlar kaynıyor, Rusya Müslümanları eziyor, İtalya Fransa Kuzey Afrika’yı işgal ediyor, Müslümanlara kan kusturuyordu. Lakin dönemin ilmiye sınıfı ne hikmet ise, iktidarı kutsamaktan geri durmuyordu. Sonunda olan oldu, göz göre göre gelen felaketler yaşandı.
İktidara gelen muhafazakâr demokratlar, bireysel özgürlüklerin demokratik talepler zemininde sağlanacağına dair verdiği sözler karşılığında maslahat gereği desteklendi. Bu destek ilk zamanlar sadece insani hak ve özgürlüklerin kazanılmasına dair bir tercih olarak görülürken, sonraları laik devleti sahiplenmeye, savunmaya, iktidarı kutsamaya, iktidar karşıtlarını çeşitli olumsuz sıfatlarla yaftalamaya kadar vardı.
Muhafazakâr demokratlar ele geçirdikleri güç ve sermaye ile nüfuz alanlarını genişletti, iktidardan pay aldıkları gibi, ciddi sermaye sahibi de oldular. Tabi ilk zamanların idealist İslamcı politikacıları, ilerleyen zamanla değişmeye dönüşmeye başladılar. Milletvekili lojmanlarını satarak saygınlık kazanmaya çalışanlar, çok geçmeden saraylar inşa ettiler, malikâneler sahibi oldular. İsrafa haram diyenler, “Müsrifin zümresi”nin birer ferdi oldular. Tabii maslahat gereği destek verenlerin de tavrı değişti.
Muhafazakâr demokratlar, bilinçsiz politikaları sonucunda ortaya çıkan bütün olumsuz tabloların vebalini sürekli icat ettikleri “Dış güçler” fenomenine bağlarken, kendilerini eleştirenleri, muhalefet edenleri ise ihanetle hainlikle fetöcülükle suçladılar. Siyaseten ve iktisaden tıkanmalarının sonucunda, yabancı paralar ve faiz tarihinin en yüksek seviyesine çıktı. Ve aynı zamanda toplum ahlaken iflas etti.
İslamcılar laik düzeni yönetecek olan muhafazakâr demokratlardan umduklarını bulamadıkları gibi, kendileri de cari düzenin içinde eriyip gittiler. Eleştiriler cılız ve isteksiz, muhalefete dair tavırlar çelimsiz kaldı. Muhafazakâr demokratları destekleyen İslamcılar büyük hata yaptı.
Şimdi düşünelim; İslamcılar laik düzenden ne ummuştu ne buldular? Hala muhafazakâr demokratların peşinden giden İslamcılar laik düzenden ne ummaktadır?
YAKUP DÖĞER
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ