Cübbeli Ahmet’in Eleştirilerine “Buyurun Bir Kahve İçelim” Teklifi
Kamuoyunda Cübbeli Ahmet olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun, geçen yıl CNN Türk’te katıldığı canlı yayın programında söylediği sözleri yeniden gündeme taşıdı. O dönemde “Ben İslamcı değilim ben Müslümanım” diyen Karamollaoğlu “Eğer biz İslam’dan bahsedeceksek, her şeyden önce adalet ve güzel ahlak gelir” değerlendirmesinde bulunmuştu. Cübbeli Ahmet de bu sözleri eleştirerek, “Saadet’in proje başkanının ‘Müslümanım ama İslamcı değilim’ lafı, ‘İnsanım ama insancı değilim’ mânâsına gelmektedir” dedi. Saadet Partisi İstanbul İl Başkanı Dr. Abdullah Sevim ise, Cübbeli Ahmet’in sözlerine şu şekilde cevap verdi: “Cübbeli kardeşim, bilmiyor mu bizim ne amaçla yola çıktığımızı…Cübbeli kardeşim, bilmiyor mu bizim yolda başımıza gelen bütün badirelere rağmen, nasıl tavizsiz davrandığımızı. Buyurun gelin, İl Başkanlığımızda bir kahve içelim. Aklınıza yatmayan ne varsa sorun söyleyelim.”
İslâmcılık Kavramı İzaha Muhtaçtır
Kavramların tanımı ve içeriğine dair geniş kapsamlı bir açıklama yapılmadığı ve özellikle ortak bir tanım çerçevesinde anlaşma sağlanamadığı sürece o kavram etrafında tartışmalar sürüp gider. Bilhassa o kavrama karşı iyi veya kötü niyet beslemeye bağlı olarak o kavrama muhabbet de, nefret de beslenebilir. Bu durum herhalde İSLÂMCILIK kavramı için de geçerlidir. O halde “Ben Müslümanım ama İslâmcı değilim.” ile “Hem Müslümanım, hem de İslâmcıyım.” diyen Müslümanlar bu ifadeleriyle ne mesaj vermek istiyorlar? Bunu objektif bir şekilde ele almadan önce “İSLÂMCI” olmaktan veya olmamaktan ne anlaşıldığı ortaya konulması gerekmektedir.
İslâmcılık’tan Siyasal İslâm(cılık) Anlaşılmalıdır
İslâmcılık, genelde bunun daha geniş bir versiyonu olan “Siyasal İslâm(cılık)” ile aynı anlamda kullanılmaktadır. İslâm’ın başına “siyasal” (politik) sıfatın eklenmesi ve İslâm’ın sonuna “cı(lık)” ilave edilmesi ne anlama gelmektedir? Objektif olarak değerlendirildiğinde “Siyasal İslâm”, İslâm’ın devlet yapısı, yönetimi ve organizasyonu gibi siyasî ve idarî konularına işaret eden bir kavramdır. Ne var ki bu kavrama, ortaya atan kişilerin dünya görüşleri ve niyetlerine göre bazen birbirine zıt ve yoruma açık birçok farklı anlamlar yüklenmek istenmektedir.
Genelde İslâm’ın siyasî görüşün varlığından veya bu doğrultuda bir uygulamaya geçilmesinden rahatsız ve tedirgin olan bazı kesimler, “Siyasal İslâm” kavramı üzerinden olumsuz bir toplumsal algı oluşturmak istemektedir. Bu kesimlere göre “Siyasal İslâm”, İslâm dininin politik emeller uğruna istismar edilmesi, bazı siyasî partilerin İslâm’ı kendi dünyevî amaçları doğrultusunda kullanması ve(ya) ikiyüzlü politikacıların dinî istismarcılıktan nemalanmak istemesinin genel bir adıdır. Kaldı ki siyasî arenada “Siyasal İslâm” kavramı, çoğu zaman laiklik ve hatta demokrasi gibi bazı ilkeleri tehdit ettiği iddiasıyla, İslâm’ın siyasîleştirilmesinin önüne geçilmesi ve İSLÂMCILIK ile mücadele edilmesi özellikle laikçi/jakoben kesimlerce gerekli görülmektedir.
Hâlbuki “Siyasî İslâm” ve “İslâmcılık” kavramı, bütün bu ideolojik tartışmalardan ve yönlendirmelerden uzak olarak tamamen nötr ve objektif bir çerçevede de alınabilir. Bu durumda “Siyasî İslâm”, İslâm’ın siyasî ve idarî düzen ile ilgili temel esaslar ve âdil devlet yönetimi ile ilgili evrensel değerlerden başka bir şey değildir. Bu bağlamda Siyasal İslâm’ın temel referansı Müslümanların oluşturduğu bir kamu yönetimi, idarî sistem ve(ya) bir devlettir. Dolayısıyla Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın 06.02.2014 tarihli bir köşe yazısında da ifade ettiği gibi Siyasal İslâm’ın nihaî hedefi, din ile devleti, siyaset ile toplum hayatını birbirinden ayırmayan İslâmî devletin oluşturulmasıdır.
Buna göre “Siyasal İslâm”, teorik anlamda da olsa bir devletin İslâmî esaslara göre yapılandırılması ve toplumun İslâm hükümleriyle yönetilmesi gerektiğini savunan bir dünya görüşüdür. Bu dünya görüşü ekseninde İslâm tarihinde ortaya değişik fikrî akımlar ve siyasî hareketlerin de ortaya çıktığı herkesin malumudur. Milli Görüş hareketini bu bağlamda değerlendirenler de az değildir. O halde Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun “Ben İslamcı değilim ben Müslümanım.” Sözünü nasıl yorumlamalıyız? Kanaatimce İslâm dininin, toplumsal ve siyasî gerginliğe yol açmamasına ve her türlü siyasî-ideolojik görüş ve faaliyetlerden uzak tutulması gerektiğine inanan Temel Karamollaoğlu, büyük bir ihtimalle bu düşüncelerle kendisinin ve partisinin “İslâmcı” olmadığını söyleme ihtiyacı duymuştur.
Siyasî arena dışında olan Cübbeli Ahmet Hoca ise, “İslâmcılık” kavramının anayasal bir boyutu da olan başta laiklik olmak üzere Cumhuriyet (Kemalizm) ilkeleriyle bağdaşmadığından herhalde habersiz olacak ki dikkatli ve rikkatli bir dil kullanan Karamollaoğlu’nu İslâmcılık ile ilgili bir sözünden dolayı uluorta tenkit edebilmektedir. Halbuki Türkiye’de, iktidar partisi mensupları dâhil, hiçbir siyasetçi kendisinin veya partisinin “İslâmcı” olduğunu mevcut sistemde söyleyemez. Nitekim Cübbeli Ahmet Hoca da söz konusu kendisine Atatürk(çülük) ile ilgili sorulara İslâmcılık ile bağdaşmayan ılımlı cevaplar verdiğini çok iyi hatırlıyoruz. O halde İslâmcılık konusunda kim haklı?
Nihaî Değerlendirme
İslâmcılık tartışmalarında kanaatimce her iki taraf da kendi konumları gereğince haklıdır. İslâm’ın bir partiye mal edilmeyecek kadar ulvî bir din olması hasebiyle her türlü istismara kapalı olduğuna dair siyasî dil ne kadar doğru ise İslâm’ın bir dünya görüşüne sahip evrensel bir sistem olduğuna dair dinî/fıkhî bir söylem de o kadar isabetlidir. Madem ki İslâm, hayatın bütün sahalarını kapsayan, siyasal, kültürel ve sosyo-ekonomik alanlara yönelik orijinal düzenlemeler getiren ilâhî olduğu kadar evrensel bir dindir, o halde bu dinin dünyaya ait spesifik düzenlemelerin diğer din ve dünya görüşlerinin düşünce ve uygulamalarıyla en azından nazarî/bilimsel boyutuyla kıyaslanabilmelidir.
Bunun için, gerek siyaset, gerek ilahiyat alanından olsun fark etmez, İslâm’ı dert edinen şuurlu Müminler, bir araya gelip Müslüman cemaatlerin ihtilafa düşmesi için bazen kasıtlı olarak İslâm düşmanları tarafından ortaya atılan İslâmcılık gibi kavramların doğru tanımını yapabilmeli ve gerektiğinde mahzurlu olan kırmızı çizgilerini de belirleyebilmelidir. Bu doğrultuda Dr. Abdullah Sevim’in Cübbeli Ahmet Hoca’yı kahve eşliğinde müzakereye davet etmesi, partiler/cemaatler arası sosyal diyalog kurulması açısından önemli bir teşebbüs olduğunu düşünüyorum. Bu gibi ilmî buluşmaların çemberi daha da geniş tutulmalı, belirli hassas konular çerçevesinde Müslümanlar arası karşılıklı görüşmelerin devamlılığı sağlanmalı, yanlış anlaşılmalara sebebiyet veren ihtilaflar böylece giderilmeli, yöntemler farklı da olsa gaye ve davada Birlik tesis edilmelidir.
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın…” (Âl-i İmrân: 103) emri gereğince başta önde gelen siyasetçiler ve âlimler olmak üzere Müslümanlar, sorunlarını Kur’ân ve Sünnet ekseninde çözmeli, düşmanlara karşı inanç ve amelde ortak bir tavır sergileyebilmelidir.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi