Bir iki gündür 40 yıllık tecrübeli avukatımız ve araştırıcı yazarımız Muharrem Balcı beyefendinin Pınar yayınlarından çıkan” İstanbul Sözleşmesinden İnsanı ve Aileyi Korumak “ isimli 220 sayfalık eserini okuyorum.
Uluslar arası bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’nin ve bu sözleşmeye dayanılarak çıkarılan 6284 sayılı yasanın içeriğini ve kadını şiddetten koruma görüntüsü altında güdülen yıkıcı amaçları öğrenebilmek ve bu sözleşme ve yasadan insanımızı ve ailemizi korumak gereğini kavrayabilmek için bu eserin okunmasını tavsiye ederim.
( Ana mesele iddia edildiği gibi kadını şiddetten korumak değil. Olsa bile kadını önerilen yöntemlerle korumak hiç mümkün değildir. Çare İslâmî çizgide alınacak önlemlerdedir. İlgili makalemiz için bakınız:
https://www.alirizademircan.net/kadina-siddetin-sebepleri-ve-careler-5-496h.html
Nasslar Değiştirilemez de Ret Edilebilir, Edildi de
Kitabı okurken sayın Cumhurbaşkanımızın, değiştirilebilir olduğunu ifade sadedinde söylediği “ İstanbul Sözleşmesi Nass değildir,” şeklindeki sözleri dikkatimi çekti. Kendi kendime “Evet nasslar değiştirilemez ama toptan inkâr ile ret edilebilir” dedim.
Malum Kur’ân-ı Kerîm’in ayetleri ve Peygamberimizin Kur’ân’ı açıklayıcı sözlerine Nass denir. Nasslar değiştirilemez ama ülkemizdeki muktedir etkili ve yetkili İnkârcılarca örneklendirildiği ve tarafımızdan de fiilen kabul edildiği gibi toptan ret edilebilir. Edildi de. Yürürlükteki Anayasa ve yasalar, nassların oluşturduğu İslâmî Düzeni dışlamadı mı? İslâm Düzeni’ni fiilen yasaklamadı mı? (Anayasa Madde 24)
Bizler de fiilen onay vermedik mi?
Somutlaştıralım: Kur’ân merkezli tesettür nassı, zina nassı, eşcinsellik nassı, faiz nassı, suça bire bir ceza olan kısas nassı, ana babaya da pay çıkaran miras nassı, yaratılan ve indirilen âyetlerin birlikte okutulmasını emreden Kur’ânî ve Nebevî eğitim nassları nerede? Uygulamayı geçtik, bunlar Müslümanların kahir çoğunluğunca da bilinmiyor.
Kur’ânî ve Nebevî nassların inkâr ve ret edildiği ülkemizde bu nasslarla çelişen ve çatışan sözleşmeler de, yasalar da çıkar, yürürlüğe de girer. Bir buçuk asırdır böyle olmuyor mu?
Değiştirilemez İslâmî nasslarımızın red ve inkâr edildiği toplumumuzda bu ana gerçek ten gaflet ettiğimiz için yıllarca başörtüsü yasağına takılıp kaldık. K.E. ve S.D. gibi inanç yönünden ne idüğü belürlü başları da kendimize güldürdük.
Tamam, örneğin İstanbul Sözleşmesine ve 6486 sayılı yasaya karşı gelelim. Bir yerden başlanılması gerektiği için bunları ret ve tadil etmeye çalışalım ama ana sorunun bu olmadığını da bilelim. Diyelim ki ret ve tadilde başarılı olduk, sorunlar yumağımız çözülmüş olacak mı?
Yeni çıkan “Bir kuşluk Vaktinde Güzel Kul Olma Mücadelem” isimli Hatırat kitabımda da sık sık dile getirdiğim üzere İslâm’ı itikadî, iktisadî, hukukî ve siyasî bir hayat düzeni olarak algılamadığımız ve kadrolarımızı bu bilinçle yetiştiremediğimiz sürece milletimize de insanlığa da vereceğimiz pek bir şey yoktur. İmam hatip okullarını çoğaltırız, Ayasofya’yı da açarız ama batı taklitçisi hatta savunucusu olmakta da devam ederiz. Müflis batının geldiği yer de biliniyor.
Diyanette, ilahiyatlarda ve okullarda olan yaklaşık 200 bin kişilik maaşlı sözde kadrolarımız ve 18 yıllık iktidarımızla geldiğimiz durum ortadadır. Allah encamımızı hayreylesin.
Not: Bu yazının muhatabı yalnızca siyasiler değil tüm Türkiye Müslümanlarıdır. Faturayı yalnızca siyasi iktidara kesmek ahmaklıktır. Mesele yalnızca siyasi kadrolar da kadrolar değil, uygulanacak düzendir. İslâm’ı bir hayat düzeni olarak ağızlarına dahi alamayan bizler, önce imanımızı pekiştirmeye muhtacız.