İslamilik, çok genel anlamda bir mesele ile ilgili üretilen çıktının islam dininin kendi içinde meşruiyet bulmasını ifade etmektedir. Bir şey İslami açıdan “doğru” şeklinde bir yargı üretildiğinde, bu çıktının islam açısından uygun ve meşru olduğu belirtilmiş olmaktadır.
Hz. Peygamber’in (SAV) irtihalinin ardından elde varolan Kur’an ve Sünnet metinleri ile oluşan tarihsel ve toplumsal tecrübe geleceğe doğru projeksiyon geliştirme anlamında bir temel oluşturmuştur. Böylece siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel inkişafla birlikte yürüyen ilimlerin tedvini bu meşruiyet çerçevelerinin belirlenmesi ve kurumsallaşmasını birlikte getirmiştir. Nitekim akaid, kelam, fıkıh, tefsir gibi ilim dallarındaki müktesebat ile bunları önceleyen usuller burada ilk planda zikredilebilir.
İslam dünyasının 14. yüzyıldan itibaren durgunluk ve gerileme dönemine girmesine karşılık Batı’da her anlamda bir inkişafın geliştiği görülmektedir. Üstelik bu inkişaf sadece bilimlerde değil, ekonomiden siyasete kadar her alanda Batı dünyasının diğerleri üzerinde tahakküm kurmasını sonuçlamıştır. Modernleşme ile birlikte tüm dünyada yaşanan ciddi kırılma, aslında İslamilik tartışmalarını yükselttiği gibi hakim ideoloji olan modernlik ile İslam arasında deneyimler sonucu bazı pratikleri gündeme getirmiştir.
İslamilik, pratiklere baktığımız zaman iki biçimde tezahür etmektedir. İlki, daha çok meşruiyet sağlama amacıyla kimi zaman istismarlara da kapı açan İslami görünürlükler biçiminde ortaya çıkmaktadır. Bazan bir renk boyama işlemine dönüşmekte kimi zaman da “ehven-i şer” kavramına süreklilik kazandıracak biçimde uygulamalara doğru gitmektedir. İkincisi de, gerçekten bir sorunun bugünkü koşullarda nasıl çözümleneceğine dair kafa yorarak, “mekasıd”ı gerçekleştirmek üzere bir cehd göstermektir.
Bugüne kadarki pratiklere baktığımızda da, iki farklı yaklaşımın olduğunu görebiliriz. Birincisi, daha çok tarihsel süreçte verilmiş yargıları bir şekilde bugün de kullanmak. Ancak bu uygulamalar özellikle değişimlerin hızlı olduğu bir zaman diliminde sorun çözmekten uzağa düşebilmektedir. İkincisi de, aslında geçmişte öne sürülmüş, tartışılmış; fakat bugün yeni yeni tartışmaların içeriğine dahil olmuş “mekasıd” kavramı üzerinden İslamilik sağlamaya çalışılmıştır.
İslamilik tartışmaları noktasında özellikle post/modern zamanlarda şu üç noktanın tartışılması gerektiği kanaatini taşımaktayım. Birincisi, Öncelikle İslamiliğe zemin sağlayacak parametreler, değerler ve kavramların net bir şekilde ortaya konulması gerekmektedir. Zira İslam’ı kendisi kılan ve paradigmasıyla bağlantılı olarak bulunması gereken parametreler gözden kaçırılmamalıdır. Yine insanlık için temel değerlerin bu düşünce geometrisi içine yerleştirilmesi, onların etkinliği açısından göz önünde bulundurulmalıdır. Bu değerler başka kültür ve medeniyet daireleri ile ortak kesişme noktalarına sahip olabilir. Söz gelimi; adalet evrensel bir değerdir. Özellikle temel kavramlar hem İslam’ın insanlara ve dünyaya bakış açısını hem de sınırlarını verme açısından dikkat çekicidir.
İkincisi, müslümanların kendi düşünsel çerçevesi, kavramları ve pratiklerini oluşturamamaları, neticede sürekli kendi dünya görüşü içinde çıkmamış pratikleri bir şekilde meşrulaştırmaya yarayacaktır. Bu ise son kertede mutlaka birinci şıkla çelişen çıktılar üretir. Üçüncüsü, İslamiliğin mutlaka sağlamasının yapılması gerekmektedir. Bununla kastedilen; üretilen çıktıların gerçekten “mekasıd”ı sağlayıp sağlayamayacağına dair üzerinde düşünülmesidir. Söz gelimi; “adalet”i gerçekleştiremeyecek bir pratiğin, son kertede nominal bir İslamilik üreteceği aşikardır. Bugün de modernleşme sürecinde ciddi bir yol alınmasına rağmen, hala ilmi tartışmalar istenilen düzeyde değildir.
Prof. Dr. Mustafa TEKİN