İslâm, dinler tarihi açısından orijinalliğini koruyabilmiş en son monoteist dindir. Bu yönüyle İslâm, en modern din olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Modern olma özelliğini de ortaya çıkan yeni fikir, ideoloji, inanç gibi dış etkenlerin tesiri altında kalmadan, onlara müracaat etmeden her asırda sürdürebilmiştir. Bir başka ifadeyle İslâm, kendi iç dinamiklerinden yararlanarak, modernleşmede her zaman öncü konumda olmuştur. İslâm’ın gerilediği düşünüldüğü aydınlanma ve sonraki dönemlerde zahirî olarak bu gerçek pek fazla yansıtılmamış ise de bunun sebebi Müslüman âlimlerin, değişen hayat şartlarını önceden göremeyip İslâm’ın yenilenmesi noktasında ihmalkârlık göstermeleridir.
Küreselleşme ile birlikte İslâm ülkelerinin ve toplumlarının modernleşme gereği duymanın bir sonucu olarak Batılılaşma sürecine girmesiyle birlikte İslâm dinine yönelik reform tartışmaları da ortaya çıkmıştır. Türkiye’de Cumhuriyetin ilanıyla birlikte radikal laiklik uygulamaları ile birlikte İslâm, kamusal hayattan uzaklaştırılmış ve sosyal/sivil alanda geleneksel/kültürel İslâmî hayat tarzı, ibadetler ile sınırlı tutulmuştur. İlerlemenin önünde bir engel olarak görülen İslâm, idarî sistemin bir parçası olmaktan çıkarıldığı yetmiyormuşçasına İslâm’ın bizatihi kendisinin de reforma tâbi tutulması gereği, yerli aydınlar ve hatta bazı modernist ilahiyatçılar tarafından dile getirilmiştir/getirilmektedir.
Ne var ki reformistlerin düşüncesi, dinin özünü ve temel kaynaklarını korumak şartıyla İslâm tarihinin erken dönemlerinden beri zaten uygulanmış/uygulanmakta olan tecdid (modernleşme/yenileme) yöntemine dayanmamaktadır. Geçmişte Kur’ân ve Sünnete tam bağlılık gösteren Müslüman âlimler ve mücedditler, gelişen hayat şartlarını dikkate alarak, karşı karşıya kaldıkları sorunlarını çözmek üzere İslâm’ın cevaz verdiği/önerdiği içtihat ve tecdid mekanizmalarını kullanmıştır.
İçtihat ve tecdid yaklaşımın dışındaki dini reformleştirme/modernleştirme görüşleri, İslâm’ın temel esaslarına aykırı olduğu için, tarih boyunca İslâm âlimlerinin ekseriyeti tarafından makbul görmemiştir. Dinin sabitelerinin değiştirilmesi/güncelleştirilmesi teşebbüsleri, Tevhit inancını koruyabilmiş tek din olarak İslâm açısından tehlikeli bir sapma hareketidir. Ancak dinin sabitelerinden ziyade İslâm’ın yeniden manevî dirilişini sağlamak maksadıyla Kur’ân ve Sünnetin temel ruhuna aykırı olmamak şartıyla dinî yorumlamaların fikren yeniden gözden geçirilmesinde fayda vardır. Bunun için de başvurulacak iki etkin yöntem bulunmaktadır: İçtihat ve Tecdid.
İçtihat ve Tecdid Kavramlarının Açılımı
İçtihat, “Nassın (Kur’ân âyetlerinin ve Hadislerin) lafız ve manasından hareketle, nassın bulunmadığında da çeşitli istinbat (hüküm çıkarma) metotları kullanılarak, şer‘î hüküm hakkında zannî bilgiye ulaşma çabasının genel adıdır. Gerektiğinde dinî konularda içtihat yöntemine müracaat etmek, Peygamberimizin (sav) önerdiği, tasvip ettiği bir çıkış yoludur. Buna bir örnek vermek gerekirse: Peygamberimiz (sav), Muaz bin Cebel’i Yemen valisi olarak tayin ettikten sonra kendisine şu nasihatlerde bulunmuştur:
“Sen Ehl-i Kitaptan bir kavimle karşılaşacaksın. Onların yanına vardığında, önce onları Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğunu tasdike davet et. Eğer bunu kabul ederlerse onlara, Allah’ın beş vakit namazı farz kıldığını haber ver. Bunu da yaptıkları takdirde, Allah’ın zenginlerden alınarak fakirlere verilen zekâtı emrettiğini bildir. Bunu da benimserlerse, zekât alırken sakın malların en iyilerini seçme. Mazlumun ahını almaktan çekin. Çünkü onun ahı ile Allah arasında hiçbir engel yoktur.”
Bunları söyledikten sonra Peygamberimiz (sav) Muaz’a bir sual yöneltti:
“Sana bir dava getirildiğinde ne ile hüküm verirsin?” Muaz: “Allah’ın kitabı ile.” dedi. “Onda bulamazsan bu sefer ne ile hükmedersin ya Muaz?” Muaz: “Resulullahın sünneti ile.” diye cevap verdi. Peygamberimizin (sav) “Ya orada da bulamazsan?” demesi üzerine Muaz şu cevabı verdi: “O zaman kendi görüşüme göre içtihat eder, ona göre hüküm veririm.” Allah’ın elçisi, bu cevaplardan fevkalade memnun olmuştur.[1]
İçtihat, nassın alternatifi değil İslâm dairesi içinde Kur’ân ve Sünnetin akıl ve kıyasa dayanan açılımlanmasının bir yolu olarak anlaşılmalıdır. Tecdid kavramı ise, İslâm düşüncesinde yapısal bir unsur olarak dinle hayat arasındaki irtibatı daha geniş bir perspektifle canlandırmayı ifade etmektedir. Sözlükte “yenilemek, yeni bir yol açmak” anlamındaki tecdid, bir işi ya da bir şeyi ciddiyetle ve bir yöntemle yeniden ve aslına uygun biçimde yenileme faaliyetidir. Tecdid, bu anlamda ihya, ıslah ve ibda (yeni bir şey ortaya koyma) gibi kavramlarla da açıklanmaktadır.
Tecdid düşüncesinin ilk örnekleri sahabilerin uygulamalarında görmek mümkündür. Mesela Hz. Ömer, fıkhî konularda yeni görüşler belirttiği gibi ortaya çıkan yeni sorunları farklı icraatlarıyla halledebilmiştir. Yenileme düşüncesi, tereddütsüz olarak ta başından itibaren İslâm düşüncesinde meşru ve gerekli görülmüştür. Nitekim bir hadiste, “Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinlerinde yenileme yapacak birini (müceddid) gönderir.”[2] denilmektedir.
Hakikaten dinî hakikatlerin orijinalliklerini muhafaza ederek, her çağın şartlarına uygun ilmî eserler yazan ve yenilikçi çözüm stratejileri sunan mücedditlerimiz her asırda ve hemen her İslâm ülkesinde görülmüştür. Bunlardan bir tanesi Osmanlı Devletinde Şeyhu’l-İslâm kurumuna bağlı ilmî bir heyet olan Daru’l-Hikmeti’l-İslâmiyye üyesi olan, Cumhuriyet döneminde de materyalist zihniyete karşı âdeta tek başına iman mücadelesi vermiş olan Said Nursi’dir (1878-1960).
Said Nursi, Risâle-i Nur külliyatı ile modern/maddî/sosyal bilimler ile ilgili konuları, Kur’ân ve Sünnet ekseninde iman, ibadet, ahlâk bağlamında ele almak suretiyle modern dünyanın menfî gidişatına işaret etmiş ve tecdidî bir açılım sağlamıştır. Gerçi Said Nursi, kendisini hiçbir zaman müceddid olarak görmemiş, lakin içinde bulunduğumuz çağa yönelik olarak hem iman ve din, hem sosyal hayat, hem hukuk-u amme (genel hukuk) ve İslâm siyaseti için, tecdide ihtiyaç duyulduğunun altını çizmiştir. Kur’ân-ı Kerim’in hakikatli bir tefsiri olan Risâle-i Nur, materyalist modernizme karşı yazılmış belki de en son tecdid çalışması diyebiliriz.
Hakikaten tecdid, modern dünyanın da sorunlarına cevap verecek nitelikte küresel bir açılım potansiyeline sahip olan güçlü bir İslâmî kaynak ve yöntem olduğu kadar, ilmî ve manevî boyutlarıyla sürdürülebilir bir yenilemedir. Yeter ki Müslüman idareciler, her asırda İslâm’ın yeniden ihyasını, dirilişini ve şahlanışını ilmen zemin hazırlayan mücedditlerimizin (tecdit liyakatine sahip İslâm âlimlerimizin) eserlerini bir rehber olarak görebilsinler. Yeter ki “Allah’a itaat edin, Resule ve sizden olan emir sahibine de itaat edin…”[3] âyettte geçen “emir sahibi”, kalemi güçlü İslâm âlimi, (müceddid, müçtehit) şeklinde de anlaşılsın.
[1] Ebu Davud; Akdıye: 11. Tirmizi; Ahkâm: 3.
[2] Ebû Dâvûd; Melâḥim: 1.
[3] Kur’ân, Nisâ: 59.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…