Gazze’de katliam, soykırım devam ediyor. Kardeşlerimizin gözlerimizin önünde katledilişi, canlı yayınlarla bizlere izlettiriliyor. Devlet erkânı ise iç kamuoyunun gazını almaya yönelik hamaset nutuklarının ötesinde hiçbir adım atmıyor. Atmadığı gibi yürüyüp giden ilişkilerine de halel getirecek davranışlardan kaçınıyor.
Demokratik laik seküler siyasetin, hiçbir kutsalı yoktur. İcra edilen siyasette Allah’a, Peygambere, dine karşı sorumluluk hissi taşımaz. Demokratik laik siyasetin doğası böyledir. Bu tarz siyaset yapanların, namaz kılması, Kur’an okuması, dillerinden duayı eksik etmemeleri, Cuma günü cami cami gezmeleri, camii çıkışlarında habercilere poz vermeleri siyaseten hiçbir anlam ifade etmez. Demokratik laik siyasetin dayandığı üzerine inşa edildiği zemin pragmatizm – çıkarcılıktır. Yani ulusal çıkarlardır.
Yaşadığımız ülkede halkın kahir ekseriyeti Müslüman’dır, fakat devlet rejimi demokratik laiktir. Demokratik laik rejimi yönetenler ise eski İslamcı muhafazakârlardır. 1950 yılından bu yana memleket sağcı – muhafazakâr iktidarlar tarafından yönetilmiştir, yönetilmektedir. Devlet aklı bunun böyle olmasının gerekli olduğunu anlamıştır. Devlet demokratik laik olsa da, halk Müslüman’dır. Bu sebepten devleti yönetecek olan siyasi iktidar muhafazakâr olmalıdır. Zira Müslüman halkı laik devlete entegre edebilmek ancak bu yolla mümkündür.
Memlekete 22 yıldır vaziyet veren muhafazakâr iktidarın, Müslümanları demokrasiyle, demokratik laik devletle nasıl barıştırdığı tartışmadan uzak bir hakikattir. Muhafazakâr iktidarlar, vatandaşı olan Müslüman halka karşı, vatandaşının dini duygularını dikkate alarak içe yönelik hamaset yüklü nutuklar atarken, dışa yönelik ilişkilerinde tamamen pragmatik – çıkarcıdır, ulusalcıdır. Onların bu çıkarcılığı, küresel emperyalistlerin çıkarlarıyla paralel olarak seyreder.
Bu konuşmanın, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Müslüman kamuoyuna yönelik, içe dönük bir söylem olduğu açıktır. Yani tabiri caiz ise halkın gazını almaya ve kendisine gelecek tepkilere set çekmeye yönelik olduğu barizdir. Konuşmada yer alan ifadelerin çok ağır ifadeler olduğu malumdur. “İsrail bir terör devletidir” nitelemesi, sonuç itibarıyla siyasi, ticari, hukuki, askeri birçok alanda, İsrail’e karşı tavır alınması gerektiğini dayatır. Zira teröristlere aman verilmeyeceğine dair, Erdoğan ve birçok devlet ricali tarafından defalarca birçok beyanat verilmiştir. Nitekim öyle de olmaktadır. Suriye ve Kuzey Irak’ta “terörist” diye tanımlanın oluşumlara karşı iktidar çok ciddi tepki göstermektedir.
Peki, “Bir terör devleti olan İsrail’e” karşı ne yapılmaktadır? Mazlum, mustazaf, çaresiz, kimsesiz kalan, çocuk kadın, hasta yaşlı demeden kardeşlerimizi gözlerimizin önünde katleden, soykırım yapan “terör devleti İsrail’e” karşı ne yapılmaktadır?
Gazımızı almaya yönelik hamaset yüklü nutuklardan başka hiçbir şey!
Hiçbir şey yapılmadığı gibi, siyasi ve ticari ilişkiler hız kesmeden devam etmekte, hem de “Terörist” bir devletle. Erdoğan’a sormak gerekmez mi, “teröristlerle siyaset ve ticaret yapılır mı?” diye. Terörist devletle ticaret yapan firmalar, terörist devlete yardım ve yataklık yapmış olmuyor mu?
Bizden hatırlatması: “Yahudi ve Hıristiyanları sakın ola ki dost edinmeyin.”
YAKUP DÖĞER
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-