Öncelikle bugünkü makalemizin uzunca olduğunu, ancak önemine binaen dikkatle okunması gerektiğini belirtmek istiyoruz. Makale başlığımızın daha iyi anlaşılabilmesi için de bazı düşünürlerin, siyasetçilerin görüşlerini ve tavırlarını hatırlamakla başlamak istiyoruz. Şöyle ki:
ABD’nin eski Başkan Yardımcısı Dick Cheney, 11 Eylül 2001 tarihli İkiz Kule saldırısından sonra yaptığı bir açıklamada; “Hedefimiz İslam dünyasıdır. Irak’ı işgal etmeseydik, Müslüman ülkeler Ortadoğu’da bir İslam birliği kurarak, İsrail’i haritadan silebilirlerdi” demiş, Prof. Fawaz Gerges de BBC’de yaptığı konuşmada; “… Sykes-Picot mutabakat zabtı sonucunda belirlenen sınırların yeniden çizilme ihtimali vardır” diyerek istikbalde olabilecek değişiklikleri işaret etmiştir. Condoleezza Rice de (ABD Eski Dışişleri Bakanı) 7 Ağustos 2003 tarihinde Washington Post gazetesinde yaptığı açıklamada; “22 İslam ülkesini yeniden dizayn edeceğiz” diyerek geleceğe dikkat çekmiştir.
Daha önce de İngiliz Eski Dışişleri Bakanı Herbert H. Asquith; “Türk imparatorluğu Avrupa ve Asya haritasından tamamen silinecektir” diyerek, batı dünyasının hedefini göstermiştir. Ayrıca Eski Danimarka Kraliçesi 2. Margrethe de; “Müslümanlara hoşgörü göstermeyin” diyebilmiştir.
Bütün bu açıklamalara rağmen, ülkemizi yönetenlere bakacak olursak; CHP döneminde Dışişleri Bakanı olan Necmettin Sadak, 8.2.1949 tarihinde “İsrail Devleti bir vakadır” diyerek tanınmasını istemiş, 28 Mart 1949 tarihinde de Türkiye, İsrail’i tanımıştır. Böylece ABD’nin ileri karakolu Ortadoğu’da kurulmuştur. Türkiye, İsrail’i tanımasından sonra BM’e üye olabilmiştir. Türkiye’nin tanıma olayı, Müslüman ülkeler tarafından hoş karşılanmamış, çünkü İsrail’in devlet olarak tanınmasıyla Müslüman ülkeler adeta hançerlenmiştir. Türkiye ile İsrail arasında ilk temsilcilikler 9 Mart 1950 tarihinde realize edilmiştir.
Menderes dönemine gelince: 4.7.1950 tarihinde seçimden hemen sonra İsrail ile Ticaret ve Ödeme Anlaşması, bir yıl sonra da 5 Şubat 1951 tarihinde Hava Ulaştırma Anlaşması imzalandı. İsrail 1957 yılında merhum Adnan Menderes’e gizli bir ajan göndererek, istihbarat için işbirliği çağrısında bulundu. Sonrasında Türkiye ile İsrail arasında 1958 yılında gizli bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmaya göre, Şam dâhil, Şam’ın kuzeyi Türkiye’nin, Şam’ın güneyi de İsrail’in olacaktı. 18 Mart 1960 tarihinde ise Türkiye – İsrail arasında Ticaret Anlaşması imzalandı. İsrail ile ilişkiler ihtilal dönemi Başbakanı Suat Hayri Ürgüplü döneminde de aynıyla devam eti, İsrail ile istihbarat alanında işbirliğinden asla vazgeçilmedi.
İsrail Parlamentosunun 30.7.1980 tarihli oturumunda Kudüs’ün İsrail’in daimi başkenti olduğunu açıklaması üzerine, Türkiye karşı tavır koymuştur. Ama asıl darbe MSP’nin baskısı sonucunda, 28.8.1980 tarihinde, Türkiye’nin Kudüs Konsolosluğunun kapatılmasıyla vurulmuştur.
Süleyman Demirel dönemine gelince: Bu dönem içinde BM’in “Siyonizm bir ırkçılık oldu” yönündeki kararını iptal görüşmelerinde, Türkiye çekimser oy kullanmıştır. Zaman içinde gelişmeler sonucunda maslahatgüzarlık seviyesinde devam edegelen diplomatik ilişkiler, elçilik seviyesine çıkartılmıştır. Daha sonra İsrail Cumhurbaşkanı Weizmann 25 Ocak 1994 tarihinde Süleyman Demirel’in davetlisi olarak Su Satın Alma, Turizm ve Askeri İşbirliği konularını görüşmek üzere Türkiye’ye gelmiştir. Bu ziyaret esnasında Başbakan Tansu Çiller ve Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin ile görüşmeler yapmıştır. Weizmann temaslarını tamamladıktan sonra, Şanlıurfa’da GAP Bölgesini dolaşmış, su işlerinden sorumlu Tahal Şirketinin başkanı olan Yanuch Ben-Gal’e Türkiye’nin sularının İsrail için çok önemli olduğunu söylemiştir.
Gelişen ilişkiler sonucunda Demirel, 11 Mart 1996 tarihinde İsrail’e giderek, ‘Serbest Ticaret Anlaşması’nı imzalamıştır. Bu seyahati münasebetiyle Weizmann “İsrail’in başkenti Kudüs’e hoş geldiniz” demiş, Demirel de susmuştur. Ayrıca Demirel, “Şunu açıkça söylüyorum Türk-İsrail askeri işbirliği diğer tüm alanlardaki işbirliğinde olduğu gibi kesintisiz devam edecektir” beyanında bulunmuştur. Keza 11.6.1996 tarihinde 2. HABİTAT toplantısına katılmak için Türkiye’ye gelen Weizmann, daha havaalanında iken, “İçinde Refah Partisinin bulunacağı bir hükümet kurulmamalıdır” diyebilmiştir. Weizmann İsrail’in Sesi radyosunun(VOI) muhabiri İzak Feller’e; “Cumhurbaşkanı Demirel’i çok iyi tanıyorum, dostumdur. Prof. Necmettin Erbakan’ın Başbakan olmaması için elinden geleni bütün gücüyle kullanacaktır, böyle bir durumda ordunun da kenarda bekleyeceğini sanmıyorum” açıklamasını yapabilmiştir.
Özal dönemi; 30 Ekim 1991 tarihli Madrid konferansından sonra, dönemin Cumhurbaşkanı olan merhum Özal yaptığı bir konuşmada; “İsrail’in sınırları güvenlik içinde olmalıdır. Herkes İsrail’i tanımalı, ondan sonra bir uzlaşma anlaşmasına gidilmelidir” demiş ve böylece İsrail’i soluklandırmıştır. Özal ayrıca Çekiç Güç’ü Türkiye’ye davet ederek, sonrasında Irak’ın vurulmasına sebebiyet vermiştir. Böylece Özal, sadece sözleriyle değil, yaptıklarıyla da dış işlerinde ülkeyi sıkıntıya sokmuştur. Ayrıca Kıbrıs, Ege sorunları, AB ilişkilerinde de çok taviz vermesine rağmen onlara yaranamamış, ABD’ye dost olan Özal, Ortadoğu ülkelerine daima şaşı bakmıştır. Her ne kadar Celal Talabani ve Mesut Barzani’ye kırmızı pasaport vermişse de, Ortadoğu ülkelerini soluklandıramamıştır.
Tansu Çiller’e gelince: Başbakanlığı döneminde Türkiye ile İsrail arasında 14 anlaşma imzalanmıştır. Bunlardan biri ve en önemlisi olan 23 Şubat 1996 tarihli ‘Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması’dır. Bu anlaşmayı kendisi imzalamamış, Orgeneral Çevik Bir imzalamıştır. Bu iki isim hakkında Sabataist olduklarına dair açıklamalar bulunduğu cümlenin malumudur. Çiller bu anlaşmayı Meclis’e getirmemiştir. Meclis’in onayı olmayan tek anlaşmadır. Ayrıca belirtelim ki, Tansu Çiller 4 Kasım 1994 tarihinde İsrail’i ziyareti esnasında arz-ı mevudda bulunmaktan çok memnun olduğunu dile getirmiştir. Böylece İsrail’e olan yakınlığı, bu ifadeyle de teyit olunmuştur.
Ayrıca Tansu Çiller, 1995 seçimlerinde; “Refah Partisi tek başına iktidar olursa rejim tehlikeye girer, o zaman da askerler devreye girer” diyerek, Weizmann’dan önce, ona benzer bir açıklama yapmıştır. Buna benzer bir açıklamayı, yıllar önce, 500. Yıl Vakfı Başkanı olan Jak Kamhi, 6.12.1991 tarihinde, İsrail haber gazetesine verdiği demeçte; “Vakfın asıl amacı Erbakan ve arkadaşlarının etkinliklerini azaltmaktır” dillendirmiştir. Tansu Çiller döneminde Çevik Bir, Yahudi kuruluşu JİNSA da yaptığı konuşmada; “Türkiye ABD’nin bölgedeki çıkarlarının savunucusudur. ABD’nin çıkarlarını korumada son derece hassastır. Türkiye – İsrail arasındaki işbirliğinin daha geliştirilmesi gerektiği kanaatindeyim” diyebilmiştir.
Erbakan’a gelince; Erbakan’ın gerek iç siyasette, gerekse de dış politikada farklı bir çizgi takip ettiğini görüyoruz. Siyonizm aleyhindeki söylemleri ile dikkat çekmiştir. Zira Erbakan dış politikada ABD veya AB ülkelerinin kıskacına girmemiş, ayrıca her vesile ile İsrail’in ırkçı bir emperyalist olduğunu, arz-ı mevud hayali içinde bulunduğunu dile getirmiştir. Erbakan İsrail için, Arap ve Müslüman dünyanın ebedi düşmanı ve Müslüman dünyanın kalbindeki kanserdir demiş ve Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini aşağılamıştır. Bunun için Yahudi olan tüm yazarlar Erbakan’a karşı tavır koymuştur. Bunların başında gelenler, Yahudi Dr. Daniel Pipes ve Yahudi Makovsky’dir. Erbakan diğer yöneticilerimizin dış politikalarından farklı olarak İslamcı bir politika yürütmüştür. Onun için de yeni bir eksen kurmaya çalışmış ve D 8’leri kurmuştur.
Erbakan’ın milli ve manevi siyasetinden rahatsız olanlar, 28 Şubat 1997 post modern darbesi ile Erbakan’ı başbakanlıktan uzaklaştırmak için, koro halinde ortalığı karıştırdılar. Bu koroya rektörler, ciheti askeriye, anayasal kuruluş başkanları, sendika ağaları, basının büyük bir bölümü de teşne oldu. Böylece icraatlarıyla ülkeyi selamete getirebilecek kapasitede olan Erbakan’ı, dış güçlerin desteği ile devre dışında bıraktılar.
Tayyip Erdoğan’a gelince; O da, Necmettin Erbakan hariç, diğer başbakanlar gibi, İsrail’i sevindiren açıklamalarda ve icraatlarda bulunmuştur. “İsrail devletinin yaşam hakkını kimsenin tehdit etmesine Türkiye razı olmayacak, bundan ABD ve Avrupa dâhil herkes kazançlı çıkacaktır” açıklamasını yapabilmiştir. Bu açıklamadan sonra, geçmişte ve günümüzde İsrail’e karşı vaki söylemlerinin hiçbir değeri yoktur. İsrail’e olan yakınlığı sebebiyle, kendisine Yahudi kuruluşu olan JİNSA’dan ‘Cesaret Ödülü’ verilmiştir. Şimon Peres’i TBMM’nde ilk defa konuşturan, Theodor Herzl’in mezarını ziyaret ederek, tazimde bulunan zattır.
Görüldüğü gibi bunların içinde tek farklı olan, tek farklı düşünen, İsrail’e taviz vermeyen tek siyasetçi merhum Erbakan olmuştur.
Rahman ve Rahim,
Kadir ve Muktedir,
Gaffar ve Settar olan Allah’a emanet olunuz.
“Ya Rabbi bu haftayı bize hayırlı ve bereketli kıl. Hayırlara yakın, şerlere uzak eyle.”
Selam doğru yola uyanlara olsun. (Taha/47).
İsmail Müftüoğlu