Kur’ânî bir terim olan “tahrîm”, bir şeyi haram ilân etmek/haramlaştırmak anlamına gelir ve “yasaklanmış şey” demek olan “haram” kökünden türetilmiştir. Tahrîm; bir şeyin, aklın ilk anda fark edebileceği veyâ edemeyeceği gerekçelerle ilâhî vahiy tarafından yasaklanması demektir ve Kur’ân’a göre “tahrîm yetkisi” yalnız Allah’ındır. Haramlığı Allah tarafından ilân edilmeyen her şey mübahtır. Bu Kur’ân’sal yaklaşım, İslâm bilginleri tarafından “eşyada aslolan ibahadır” şeklinde formüllendirilmiştir. Bunun açık anlamı, yasaklığı Allah tarafından açık ve kesin olarak belirtilmemiş bütün alanlarda serbestlik esastır. Tahrîm, Allah’ın tekelinde olduğuna göre, din adına peygamberlerin bile bir şeyi haramlaştırma yetkisi yoktur. Peygamberler ancak örf adına yasaklar koyarlar, yâni onların koyduğu yasaklar tarihseldir, zamanüstü değildir. Zamanüstü yasağı sadece ve sadece Allah koyar. Kur’ân’ın din konusundaki en hayatî mesajı budur. İslâm’ın bu yaklaşımı, onun temel ilkelerinden biri olan şu kabulün bir uzantısı hâlinde karşımıza çıkar: “Dinin kurucusu ve koruyucusu Allah’tır. Peygamber sadece tebliğ edip uygulamayı gösterir.”
Kur’ân’ın bu konuya değinen önemli âyetleri şunlardır: “Siz ey imana ermiş olanlar! Allah’ın size helâl kıldığı hayatın güzelliklerinden kendinizi yoksun bırakmayın, ama hakkın sınırlarını da aşmayın: Allah, sınırları aşanları asla sevmez. O halde, Allah’ın rızık olarak size bağışladığı meşru güzelliklerden yararlanın ve iman ettiğiniz Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun.” “Ey Peygamber! Eşlerin[den herhangi biri]ni memnun etmek için, neden Allah’ın sana helâl kıldığı bazı şeyleri [kendine] haram kılıyorsun? Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.”
Tefsirlerde bu ilk iki âyetin iniş sebebi olarak; Hz. Peygamber zamanında bazı müminlerin dünyadan el etek çekerek zâhidâne bir hayat sürdürme arzusu içine girdikleri, özellikle yeme-içme, dinlenme, giyim-kuşam, evlenme ve evlilik hayatının icaplarını yerine getirme konularında mahrumiyeti temel hayat felsefesi haline getirmeye yöneldikleri, hatta bazılarının zühd yarışına girdiği, bunun sonucunda gerek kendilerinin gerekse aile fertlerinin zarar görmesi olayları olduğu gösterilmektedir. Hatta bu konuda Hz. Peygamber sahabeden bazı kişileri –başta Osman b. Maz’un olmak üzere- uyarmış ve onlara “nefsinizin de sizde hakları vardır” demiştir. Yine müfessirler bu âyetlerin özellikle, Hristiyan papazlar ve keşişler tarafından uygulanan kendisine eziyet etme tavrına/çileciliğe işâret ettiğini belirtmişlerdir.
Öteden beri insânların kendi irâdeleriyle bazı yasaklar koyup bunları gelenek haline getirdikleri ve çoğu defa Allah’ın isteği imiş gibi takdim ederek onlara dinî bir renk verdikleri bilinmektedir. Örneğin Hristiyanların “Ruhbaniyet” tavrını kendilerine seçmeleri de bunlardan biridir. Ama Kur’ân Hadid/27. âyette ruhbaniyeti Hristiyan din büyüklerinin sonradan kurallaştırdıklarını, Allah’ın ise böyle bir şey emretmediğini söylemekte, fakat rahiplerin bunu yaparken Allah’ın rızası dışında hiçbir niyetleri olmadığını da ilâve ederek onları aklamaktadır. Bu âyetten de anlaşılıyor ki; ruhbaniyet vahyin getirdiği buyruklar/prensipler arasında değildir. Hristiyanlar bu yolu Allah’ın rızasına varmak için kendileri bulmuşlardır. Rahipler ise sonraki zamanlarda, ruhbaniyetin gereklerine uymamışlardır.
Yine âyette “hakkın sınırlarını aşmayın” ifâdesi “Helâli haram sayarak Allah’ın hükümranlık sınırına girmeyin” mânasında anlaşılabildiği gibi, “Başkalarının haklarına tecavüz etmeyin” veya “Helâl de olsa verilen nimetlerden yararlanırken mâkul sınırın ötesine geçmeyin, israftan kaçının” şeklinde de yorumlanmıştır. Birinci anlam esas alınırsa bu, “Allah’ın size helâl kıldığı güzellikleri yasak saymayın” cümlesini teyit etmiş olur. Diğer bir anlayışa göre ise burada maksat, “Haramın helâl sayılmasını yasaklayan” birinci fiilin yanlış anlaşılmasını önlemek ve aksi yönde davranmanın da yasak olduğunu hatırlatmaktır; bir başka anlatımla, burada kastedilen anlam şudur: “Helâllerin sınırını zorlayıp bazı haramları helâl haline getirmeyin.”
Şimdi bu uzun girizgâhı yapmamızın nedeni Âl-i İmrân/93. âyette anlatılan İsrâiloğullarına yasak olmadığı halde onların kendilerine yasakladıkları bazı yiyeceklerle ilgilidir: “Tevrat indirilmeden önce, İsrailoğulları’nın [günah diyerek] kendine yasakladığı şeyler dışında bütün yiyecekler onlara helâl idi. De ki: Eğer söylediklerinizde samimi iseniz Tevrat’ı getirin de onu okuyun!”
Âyetin ifâdesinden anlaşılıyor ki; Allah tarafından -Tevrat indirilmeden önce- İsrâiloğulları’na gıda kısıtlamaları noktasında emredilen bir kanun/hüküm/emir bulunmamaktadır. Yâni başka bir ifâde ile başlangıçta kendilerini Allah’a gerçekten teslim eden -Müslim olan- İsrâiloğulları için bütün yararlı gıdalar helâl kılınmıştı. Ancak daha sonra Nisâ/160-161. âyetlerin içeriğinden öğreniyoruz ki; İsrâiloğulları’ndan Yahudi inancına/itikadını benimseyenlere –sadece onlara özgü olarak- yaptıkları olumsuz/çirkin davranışlar yüzünden Tevrat aracılığı ile bazı katı sınırlamalar getirilmiştir. Bu davranışların/günahların neler olduğu ise sözünü ettiğimiz âyetlerde şöyle verilmektedir: “Yahudilerin zulmü sebebiyle, bir de çok kimseyi Allah yolundan çevirmeleri, menedildikleri halde faizi almaları ve haksız (yollar) ile insânların mallarını yemeleri yüzünden kendilerine (daha önce) helâl kılınmış bulunan temiz ve iyi şeyleri onlara haram kıldık; ve içlerinden inkâra sapanlara acı bir azap hazırladık.”
Bu yasak/haram kılınanların ne olduğu ise En’âm/146. âyette şöyle açıklanmaktadır: “Biz [yalnızca] Yahudi itikadını benimseyenlere bütün tırnaklı hayvanları yasakladık; ve onlara koyun ve ineğin iç yağlarını da yasakladık, (hayvanların) sırt tarafındaki veya bağırsaklarındaki yağlar ile kemiğin içindekiler hariç: böylece işledikleri zulümler yüzünden onları cezalandırdık; zira, unutmayın, Biz sözümüzde dururuz!”
Buraya kadar yazdıklarımız bize gösteriyor ki; bazı yiyecekler ile insânların mânevî gelişimleri/seyri arasında özel bir ilişki bulunmaktadır. Göklerde ve yerde ne varsa şüphesiz hepsi Allah’a aittir ve Allah bütün bu nimetleri/rızıkları kendinden bir bağış/lütuf olarak insânın emrine/hizmetine vermiş ve insândan da bu meşru nimetlerden yararlanmasını/nasiplenmesini ve bunun karşılığında kendisine şükretmesini istemiştir. Allah geneli/aslı temiz ve helâl olan bu yiyeceklerden ise sadece bazılarını insâna -hikmetini/illetini/nedenini bilsin/bilmesin veya sonradan keşfetsin- yasaklamış veyâ başka bir ifâde ile “haram” kılmıştır. Bu gerçeklik Kur’ân’da konuyla ilgili iki âyette şöyle vurgulanmıştır:
“De ki [ey Peygamber]: Bana vahyedilenlerde leş veya akan kan veya iğrenç bir şey olan domuz eti, veya üzerinde Allah’tan başka bir ismin anıldığı günahkarca bir kurban dışında yenmesi yasak olan hiçbir şey görmüyorum. Ama kişi zaruret içindeyse -aç gözlüce saldırmadan ve zaruri ihtiyacını da aşmadan [yemiş] ise- [bilin ki] Rabbiniz çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.”
İsrâiloğulları’nın küfre saparak Yahudileşenlerine getirilen yasaklar ise görüldüğü gibi genele değil, sadece onlara özgüydü ve belki de bu yasaklar/haramlar onları cezalandırmaktan çok azgın nefislerine katlı sağlayan gıdalardan onları geçici bir süre uzaklaştırarak terbiye etmeye yönelikti. Zaten onlara yasaklanan gıdaların bitkisel değil yıkıcı hayvansal gıdalar/besinler ile ilgili olması da bu düşüncemizi desteklemektedir. İnsân, rûh ve beden beraberliğinden oluşan bir benliğe sahiptir ve ruhun bedene, bedenin de ruhâ mutlaka etkileri vardır. Bu ikili etkileme ve etkilenme insânın ahlâkî/mânevî kişilik ve karakteri üzerinde önemi sonuçlar meydana getirmektedir. Bu nedenle Kur’ân ideal kullukla insânın tüketeceği gıdalar arasında bir bağ kurarak şunu söylemiştir: “Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz. Doğrusu ben, sizin yaptığınız şeyleri tamamen bilirim.”
Son olarak şunu da ilâve edelim ki; bir gıdanın yasak/haram olması, din tarafından, insân sağlığı veyâ insânın rûhsal tekâmülü için zararlı görülmesi demektir. Haram kılınmış bu tür maddelerin bir kısmı insânın bedenine, bir kısmı ruhsâl tekâmülüne, bir kısmı da her ikisine birden zararlıdır. Gıdaların bir de hükmen zararlı yönü vardır, o da temiz ve helâl olan bir maddenin, insânın bir fiili yüzünden zararlı hâle gelmesini ifâde eder. Örneğin helâl bir gıda aslında temiz ve makbul besin maddesi iken çalmak suretiyle elde edilmişlerse zararlı olmaktadırlar. Çünkü, çalıntı malın haramlığına ait dinsel bir hüküm, onları zararlı maddeler arasına sokmaktadır. Kısaca, haram gıdalarla beslenen vücudun taşıdığı ruhun Allah’a varamayacağı Kur’ân’ın ısrarla belirttiği bir keyfiyettir. Bugün Yahudilerin yeryüzündeki bu zulüm, işgal, hırsızlık, kin, hased ve doymazlıklarının altında yatan nedenin onların çeşitli manipülasyonlarla insanları sömüren haksız kazançlarında yâni haram kazançla beslenmelerinde aranması hiç de yanlış olmayacaktır.
NECMETTİN ŞAHİNLER
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…