İnsanlık hayatı boyunca nice insanlar iftiraya uğradılar; işlemedikleri suçlardan ceza giydiler, can verenler de oldu. Hele hele dedikoducu insanların su-i zanlarından kaynaklı iftiralarla nice ocaklar söndü.
Şer üretmeyen iftira yok gibidir. Yüce Rabbimiz bunun içindir ki merhametli olduğu kullarına iftirayı haram kılmıştır:
“Kim bir hata yapar veya günah işler de sonra onu suçsuz bir kimsenin üstüne atarsa, iftira suçunu ve [hatta daha da] iğrenç bir günahı yüklenmiş olur.” (el-Nisa 4/112)
İftiranın haram kılınması, onun insanlık var olduğu sürece devam edeceğine de işaret etmektedir. İftira ile ilgili âyetleri ve hadisleri okur, yakın çevremizde cereyan eden örneklerini duyarız da doğrusu kendimizin de iftiraya uğrayabileceğimiz aklımıza gelmez.
1981 yılı sonunda, Süleymaniye Camii İmam-Hatipliğinden alınarak Kasımpaşa Büyük Piyale camiine henüz nakledildiğim günlerdeydi.
Bir akşam namazı sonrasında Kasımpaşa’daki evimizin en üst katındaki dairemizin kapısı çalındı. Baktım, tanımadığım iki veya üç kişi karşımdaydı, polis olduklarını beyanla Gayrettepe Emniyet Müdürlüğüne götürüleceğimi söylediler.
Daha önce ağabeyim Sultan Demircan’ı aramak amacıyla evime gelen ve arama için mahkeme kararı olup olmadıklarını sorduğum için yaptığımız münakaşa sonrasında polisler tarafından Taksim’e bir polis merkezine götürülmüştüm.
Anılarım olumsuzdu. Sebebini sorduğumda gidince öğrenirsiniz dediler.
Kendimden Kaynaklı Bir Sebeple Polisle Bir İşim
Olmamıştı…
En büyüğü 1963 doğumlu sekiz çocuklu aileydim. Kendimden kaynaklı her hangi bir sebeple polise ne işim düşmüştü ne de çağrılmıştım.
Hazırlandım, sivil bir otonun ön koltuğuna iki kişi oturduk. Arka koltuklar doluydu. Ben bilmiyordum ama götürülmeme sebep olan iftiracım aralarındaydı. Hareket edince niçin götürüldüğümü düşünmeye başladım. Aklıma bir sebep gelmiyordu. Olsa olsa Baltalimanı’ndaki Oba Restoranın sahibi Süleyman ağabeyimle ilgili bir olay olabilirdi. Ama ne?
Saftım ve Polise Safça Sorular Sordum
Tam bir saflıkla benimle konuşan polis memuruna sormaya başladım:
Beni götürüyorsunuz ama sebebini bilmiyorum. Bir neden de düşünemiyorum, ne yapacağım ve nasıl konuşacağımla ilgili bana bilgi verseniz.
Sorularım nedeniyle herhalde ‘ Bu adam Süleymaniye camii İmam Hatibiydi, saflığı doğaldır,” demişlerdir.
Ben endişeli düşünceler içindeyken sorgulanacağım Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’ne geldik. İçeri girdik. Gözlerimi bağladılar, biraz sonra açtıklarında karşımda iki kişi vardı. Biri sakallıydı, ama sıradan sakallılardan değildi. Gençti ve etkileyici keskin bakışları vardı. Bunları tanıyor musun dediler. Sonradan polis olduğunu öğrendiğim kişi için tanımadığımı söyledim. Sakallı için de tanımadığımı ancak bir yerlerde görmüş olabileceğimi belirttim. Cevaplarım sonrasında getiriliş sebebimi açıkladılar:
Görmüş olabileceğimi söylediğim sakallı genç, bir arkadaşı ile birlikte Süleymaniye’deki İstanbul Müftülüğü’ne bomba atmış. Attıktan sonra arkadaşı kaçmış, ama kendisi yakalanmıştı veya kendisini yakalatmıştı. Çünkü şimdilerde düşünebildiğime göre bunlar İran İslâm devriminden etkilenmiş olup kendilerini kanıtlamak isteyen genç cahil tiplerdendi.
İyi de olayın benimle ne ilgisi vardı. İfadesi şöyleydi:
– Ben Kasımpaşa’da oturuyorum. Ali Rıza Hocayı Kasımpaşa Büyük Camii’nden tanırım. Kendisinin kırmızı bir Ford arabası vardır. Karşılaştığımızda beni arabasına aldı ve evine giderken bana şöyle söyleyerek bombalama Fetva’sını verdi:
Beni Süleymaniye Camii imamlığından haksız yere aldılar. İstanbul Müftülüğü’ne bir ceza vermek istiyorum. Sen ve arkadaşların ülkemizde haksızlıklar yapıldığını biliyorsunuz. İstanbul Müftülüğü’nü bombalamanızı istiyorum. Mânevî sorumluğu benimdir.
Önce Esat Coşan Sonra Ali Rıza Demircan
Sonradan öğrendiğime göre, bu senaryoyu önce Esad Coşan Hoca ile ilgili olarak düzenlemiş, ama evine gidilip Hocanın yurtdışında olduğu öğrenilince ifadesini değiştirerek şöyle demişti:
-Hedef saptırmak istedim ama olmadı, ben bombalama fetvasını Ali Rıza Hocadan aldım.
Tutuklanma İle Korkutuluyordum
Polis beni, bana atılan iftirayı kabule zorluyor ve yüzde yüz tevkif edilirsin diye de korkutuyordu. Bana mânevi baskı yapılıyor ama iftiracı genç adama da işkence ediliyordu. Bağırtılarını işitebiliyordum. Arada bir de bizi baş başa bırakıyorlardı. Bırakılınca da iftiracı aşağılık adam bana şöyle diyordu:
– Hocam bana işkence edildiğini görmüyor/anlamıyor musun, niçin bana bombalama fetvasını verdiğini kabul etmiyorsun?
Ben de ona ‘Bre aşağılık müfteri, Ya hû sende hiç mi Allah korkusu yok, iftira ettiğin yetmiyormuş gibi bir de iftiranı kabul etmemi mi istiyorsun?’ diyordum.
Polise de ‘adamın iftira ettiğini tecrübelerinizle olsun anlayamıyor musunuz’ dediğimde ise “görevden alınmana sebep olabilir,” diyorlardı.
‘Siz de memursunuz, görevden alınıp başka bir göreve atanma, kişiyi üzer ama bombalatma sebebi olabilir mi? Ben bir Hocayım böyle bir Fetva verebilir miyim,’ dediğimde ise cevap alamıyordum.
Saat 24’ü Geçerken Git ve
Sabah da Gel Dediler
Bu minval üzere birkaç saat geçti. Saat 24 sularında iken bana ‘şimdi evine git ama sabah saat dokuzda burada hazır ol, sakın geç kalma ki şüpheleri üzerinde daha bir yoğunlaştırmayasın’ dediler.
Suçsuzdum ama gel de uyuyabilirsen uyu. Uykusuz geçirdiğim gecenin sabahında verilen talimat gereği saat dokuzda Emniyet Müdürlüğü’nde hazır oldum. Oldum ama benimle ilgilenecek kimseyi bulamıyordum. Sonunda bana gidebileceğim söylendi ve şu bilgi verildi:
Benden Sonra Zanlının Dili Çözülmüştü
Zanlı genç adamın benden sonra dili çözülmüş ve suç arkadaşının adını ve adresini vermişti. Yakalanan arkadaşı da ‘Ali Rıza Hocanın bu işle bir ilgisi yok, biz kendimiz aldığımız bir kararla bombalamayı gerçekleştirdik,’ demiş.
İşte böyle aziz okuyucum, insanın var olduğu yerde erdemler zirve yapabileceği gibi şerler de dibe vurabiliyor. Bilindiği gibi iftiraların önemli bir kısmı hasedden/çekememezlikten kaynaklanır. Yüce Rabbimiz, hased edicilerin şerrinden kendisine sığınmamızı emrettiğine göre iftiradan da Allah’a sığınmalıyız. (el-Felak 113/6)
Necmettin Erbakan Hocamız, siyasi parti başkanlığı döneminde, her Ramazan, tarikat şeyhleri, cemaat başkanları, ilahiyat akademisyenleri ve ünlü hocaların da aralarında bulunduğu İslâmî camianın önde gelen şahsiyetlerine iftar vermekteydi. Başbakanlığı döneminde Ramazan ayı idrak edilince, yıllardan beri vermekte olduğu iftarı, Başbakanlık Konutu’nda gerçekleştirmek istedi. Asıl amacının, mensubu olduğu İslâmî camiayı devletle kaynaştırmak olduğu açıktı.
Davetliler Arasında Ben de Vardım
Hocamızın davet ettiği kişiler arasında, bilinen bir hoca olarak ben de vardım.
28 Şubatı da tetikleyen bu tarihi iftara, dünürüm Mustafa Aksoy beyefendi ile birlikte katıldım. Başbakanlık konutuna ilk giden de biz olduk. Bizi, o dönemde milletvekili olan Hasan Hüseyin Ceylan kardeşimiz karşıladı.
1981 – l987 arasında Devlet Güvenlik ve Ağır Ceza mahkemelerinde, laikliği ihlâlden defalarca yargılandığım için tecrübeliydim. Verilen bu iftar yemeğinin sıkıntılar doğurabileceğini tahmin edebiliyordum. Doğrusunu söylemem gerekirse, bu iftar yemeğine tarihe tanıklık etmek için katılmıştım. Hasan Hüseyin’e, bu iftarın askeri kanadın ve Kemalist kesimlerin baskılarına sebep olacağını, vereceği zararın, sağlayacağı faydanın üstünde olacağını söyledim.
Tarikat Şeyhleri ve Cemaat Önderleri Azınlıktaydı
Aslında davet sıradandı. 77 kişi katılmıştı. Çoğunluk eski ve yeni Diyanet İşleri Başkanlarından ve ilahiyat akademisyenlerinden oluşmuştu. Benim gibi birkaç hoca da vardı.
Davetlilerin yalnızca 18 kadarı tarikat şeyhi ve cemaat önderiydi. Yani azınlıktaydılar. Ne var ki mübarekler, yaşadığımız şartları gereğince değerlendiremedikleri için olacak, sarıkları ve cübbelerine bürünerek camiye gider gibi Başbakanlık Konutuna gelip iftara katılmışlardı. Bu sebeple medyanın ilgi odağı oldular.
Erbakan Hoca şeyhlerin bulunduğu orta kısımdaki masadaydı. Kendisinin iftar sofrasında yaptığı konuşmayı tam olarak duyamamıştım. Ama konuşmasında ağladığına şahit olduk.
Başbakanlık konutundaki bu iftar, tahmin edileceği üzere ülkemizin, özelde de demokrasi özürlüsü askeri ricalin ve laik aydınların gündemine gelip oturmuştu. Onlar iftar davetini kendilerine, bir diğer ifadeyle laikliğe başkaldırı gibi algılamışlardı.
Medya Bana Yöneldi
Medya için de sömürecekleri bir fırsat doğmuştu. Bu geceye katılıp da canlı yayına çıkacak kişi pek azdı. Akademisyen ve memur olmadığım ve de medyaca tanınan biri olduğum için beni bulup davet ettiler. İftar 11 Ocak 1997’de verilmişti. Katılım için Star TV’yi tercih ettim, ana haber programı içinde söyleşi yapılacaktı.
14 Ocak akşamı Star TV’ye gittim. Konuk olarak benden önce, dönemin Hürriyet başyazarı Oktay Ekşi’yi programa almışlardı.
Haberleri Gülgün Feyman sunduğu için söyleşiyi de onunla yaptık. Ana soru, Erbakan Hocanın iftar sorasında ne konuştuğu ve konuşmasında niçin ağladığıydı. Soruyu özetle şöylece cevapladım:
– Erbakan Hoca konuşmasında ülkemize/milletimize hizmet etmek imkânını verdiği için Allaha hamd etti. Memleketimize hizmet etmeyi ibâdet olarak gördüklerini söyledi. Memleketin çilekeş evlatları olarak bizlerin fikirlerimiz ve dualarımızla kendilerine yardımcı olmamızı rica ettiler. Konuşmaları çok içten olduğu için de göz yaşlarını tutmadılar.
Hocamızın ağzından söylediklerim bana aitti, ama tanıdığımız ve rûhunu bildiğimiz Erbakan Hocamız başka ne söyleyebilirdi. Star da neler söyleyebileceğimi bilerek beni çağırmıştı.
Söyleşi 11 dakika sürdü. Konuşmamızı Erbakan Hocamız da dinlemişti.
Müşterek bir dostumuzla, teşekkürleri ve dualarını ilettiler.
Aradan ne kadar bir süre geçtiğini hatırlamıyorum. Bu defa Soner Yalçın’ın “Oradaydım” adlı belgesel programına davet edildim.
Çekimi Taksim’de bir otel odasında yaptık. Ben “Hocamızın iftar davetine, onaylamadığım halde katıldım,” diyerek söze başlayınca, aradıklarını buldukları zannıyla beklenti içine girdiler. Niçin onaylamadığımı, beklemedikleri bir gerekçeyle şöylece açıkladım:
– Ülkemizde hâlâ baskıcı, dışlayıcı ve ötekileştirici laik yasalar ve zihniyetler egemendir. Demokrasi özürlüsüyüz. Bu iftar yemeğinin hazmedilemeyeceği ve istismar edileceğini tahmin edebildiğim için tasvip etmemiştim. Gelişmeler yanılmadığımı kanıtladı.
Allah hocamıza rahmet eylesin ve bizi de yolunda daim kılsın.
Bizim huzurumuzda hesaba çekilerek mükâfat ve ceza göreceklerini ummayanların, dünya hayatına razı olup birliğimizi, kudretimizi ve yasalarımızı gösteren ayetlerimizden uzak kalanların… İşte yasalarımızı yalanlamaları ve çiğneyerek işledikleri günahları sebebiyle onların mekânları Cehennem ateşidir.
İman ederek ve ilahi yasaları uygulayarak hayata geçirenleri, faydalı ve verimli çalışmalar yapanları Rableri, imanları sebebiyle cennetlere kavuşturur. Naîm cennetlerinde altlarından ırmaklar akan köşklere yerleştirir. Onların oradaki duaları/yakarışları: ‘Allah’ım, seni yüceliklerle vasıflar, noksan sıfatlardan beri kılarız!’ sözleridir. Orada birbirleriyle karşılaştıkça mutluluk dilekleri ise: ‘Selâm/barıştır. Onların dualarının sonu da: ‘Bütün varlıkların Rabbi olan Allah’a hamdetmektir. (Yunus Suresi)
(DEVAM EDECEK)
ALİ RIZA DEMİRCAN
Rio’da uzlaşma için görüş birliği sağlanamadı. Toplantı sonrası Rio’da başarısız bir darbe girişimi oldu. Dünyayı…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
View Comments