Toplumsal cinsiyet konusu, çok kimse tarafından kadın hakları ve kadının onurunu koruma hareketi olarak açıklanmaya çalışılmış; İstanbul Sözleşmesi de, kadının hürriyet ve haklarını korumak üzere imzalanan bir sözleşme olarak deklare edilmişti. Ama, her sosyal olay gibi; söylem ile gerçek arasında ciddi bir farklılığın olduğu, zaman içerisinde ortaya çıkmıştır.
Sözleşmeyi hazırlayanların, insanlık karnesi:
Öncelikle Batı tarafından, gerek Türkiye ve gerekse Batılı olmayan ülkelere sunulan hangi proje, hangi yardım veya hangi yaşama kuralı, bu ülkelerin faydasına ve kalkınmasına yol açtı, bunu inceleme zorundayız. Batı’dan gelen her hareket, görüş ve sistemin, birer sömürü ve bağımlılık sebebi olduğunu birçok örneği ile görülmüştür. Özellikle bu konu, Oryantalizm çalışmalarında Batı toplumlarına başka ülkelerden getirilmiş kölelerin hayatları ve onlara reva görülen insanlık dışı tutum ve politikalarla anlaşılmaktadır.
Batı’nın kendi kararları ve hür iradesi ile hareket eden ülkelere, nasıl ambargo, dışlama ve düşmanlık ettiğini, CIA ve FBI’ın eski yöneticileri hatıralarında anlatmaktadırlar. Türkiye, Orta Doğu ve Asya halklarının yakın tarihleri de Batı sömürgeciliği, saldırganlığı ve ekonomik yardımlar adı altında, sömürü politikasına dönüştürüldüğünü göstermektedir. hatırlamaktadırlar. Batı Sanayi devriminin, Asya, Afrika, Hindistan, Avustralya gibi ülkelerin yer altı ve yer üstü zenginliklerinin talan edilmesiyle gerçekleştiğini kendileri de kabul etmektedirler. Zenci George Floyd’un Amerika’da öldürülmesinden sonra Amerika ve Avrupa’daki gösterilerin, sömürgeci yönetici ve tüccarların heykellerini yıkmaya kadar varması, bu olayın gerçekliğini anlatmıştır.
Sözleşme, Kadın haklarını mı, yoksa başka amaçları mı hedefliyor
İstanbul Sözleşmesi ile, Türkiye’de kadın haklarında ilerleme olduğu konusunda somut bir gelişme gösterme imkanı yoktur. Buna karşılık, aile yapılarında dağılma ve kadın-erkek ilişkilerinde ciddi bir çatışmanın ortaya çıktığı olaylar izlenerek söylenebilir. Türk Makamlarının kadın cinayetleri ve kadına yönelik haksız muameleler dolayısıyla aldığı yeni düzenlemeler vardır. Peki İstanbul sözleşmesiyle ne gibi yenilikler (!) geldi sorusuna, şu başlıkları hatırlamak mümkündür:
Amerika ve Avrupa ülkeleri, Türkiye’deki LBGT ve benzeri Kadın derneklerine 150 milyon dolar kaynak aktarmışlardır. (1 milyar 200 milyon civarı TL) Bunlar ne yapmıştır? Ailesiz bir toplum, kadın ve erkeğin eşitliği adı altında kadın’ın erkek karşısında üstünlük elde etmesine yönelik kanunların çıkarılması, erken evlenen gençlere hapis cezası verilmesi, kadın-erkek cinsiyet farklılığını ortadan kaldırma çalışmaları ve ahlaki değerlerin gereksizliğini gündeme getirme konusunda toplumsal kargaşa çıkarma. Görüleceği gibi, kadın hakları konusu; işin sadece göstermelik ve asıl niyeti gizleyici bir enstrümanıdır. Asıl hedef, cinsler arası rekabet ve çatışmayı ve ayrılmayı sağlamaktır. Maalesef, bu konu; bazı siyasi partiler ve bazı entellektüeller tarafından da, hiçbir gerekçe gösterilmeden ciddi şekilde desteklenmiştir.
İstanbul sözleşmesine, Avrupa ülkelerinin bile yarısına yakın kısmı tarafından “çekince” koyulmuş; 11’i tarafından ise, kabul edilmeyerek “aile karşıtı” görülerek şerh konulmuştur.
Ailesiz ve Cinsiyetsiz toplum beklentisi
Aile hayatı, medeni bir müessese ve erkek ile kadının birlikteliği, sevgisi ve saygısı ile kurulan bir yapıdır. Kadın erkeği aşağılar, veya erkek kadını aşağılar ise; orada sevgi ve saygı kalmaz. Dolayısıyla Aile de, olmaz. Olay, sanki ekonomik sistemdeki acımasız rekabet mantığı ile yürütülmeye çalışılmaktadır. Batı toplumundaki çeşitli ideolojik ve sapık düşünceler, ahlak ve kadın-erkek çatışmasına yol açan Feminizm hareketleri gibi hastalıklı hareketler, aileleri ve toplumsal yapıyı parçaladı. Şimdi ise, cinsiyet farklılaşmasına ait çabalar yoğunlaştırıldı. Cinsiyetsizlik kimin işine yarar diye bir soru sorduğumuzda, cinsiyet farklılığından herhangi bir ilgisi olmayan kişiler faydalanır, diyebiliriz. Kadınsı ve erkeksi özellikleri olan insanların, çeşitli biyolojik, psikolojik problemlerinin olması, onları dışlamamıza sebep olmaz. Fakat, bu tür kişilerin sağlıklı olmayan nitelikleri, bütün bir toplumu onların durumuna dönüştürmemize sebep teşkil etmez.. Dolayısıyla, bir eksiklik veya hastalık haline, tüm insanları yöneltme gibi, cinsiyetsiz bir toplum oluşturmayı istemek; en azından, normal cinsiyet özelliği taşıyanların hakkını yok etmek olur.
Toplumlar; kurallar ve değerler ile ayakta durur
Toplumlar, tarihin ilk dönemlerinden beri ilahi veya beşeri kurallar ile idare olunmaktadır. Ahlak, toplumların en insani ve medeni yönü olmuş; toplumları bir arada yaşatan sosyal kuralların başında gelmiştir. Din ve ahlak, hiçbir toplumda; ayırımcılık, şiddet, istismar veya dışlama olaylarının sorumlusu değildir. Bazı toplumlarda, din ve ahlakın yozlaştırıcı, dışlayıcı etkileri, o toplumdaki kilise veya tapınak sahiplerinin kurumsal veya kişisel tutumlarından kaynaklanmıştır. Buna rağmen, bazı batılı psikolog, sosyolog, antropologların toplumların sosyal sistemlerini ayakta tutan ve toplumsal ilişkilerini belirleyen “değerler sistemi”ne karşı duruşları, kendi sağlıksız kişilik veya toplumlarındaki çeşitli haksızlık veya ahlak kurallarının çöküşü sebebiyledir. Dolayısıyla, onların da kendi toplumsal problemlerini; başka toplumları açıklamada kullanmaları, ciddi bir hata ve yanlışlıktır.
Aile, Kadın veya Çocuk gibi, hayatın en önemli varlıkları arasındaki denge; her cins, yaş ve kültürün birbiriyle tanışması, kaynaştırılması ve sosyal ilişkilere rollerinin hayatlarında belirleyici olmasıyla mümkündür. İstanbul sözleşmesi, ahlaki ve toplumsal değerleri “kökünden kazımak” gibi bir söylemle, nasıl bir adalet ve hak mücadelesi verecektir; bunu anlamak mümkün değildir. Demek ki onlar; bu hedefleriyle, yerleşmiş sosyal kuralları ortadan kaldırıp, modern toplumun “duyarsız, merhametsiz, ahlaksız ve kuralsız” hayatını kurmaya hedefliyorlar.
Sözleşme’nin asıl söylemek istedikleri
Anlaşıldığı kadarıyla Avrupalılar, şunu söylemek istiyorlar: “Biz, nasıl aileyi dağıttık, ahlaki kuralları yerle bir ettik, akrabalığı bitirdik, insanın insana yardımını değil, yıkıcı rekabeti getirdik. Sizi de bu duruma sokarak kendimize benzetmek istiyoruz !..”
Ama, biz başka bir kültür dünyasının insanıyız ve biz, onlar gibi yıkıcı ve tahrip edici olmayı değerler sistemimizden dolayı yapmadık ve yapamayız. Bizim inanç kültürümüz, her insanın saygıdeğer olduğunu ve insanları dejenere etmenin, ona haksızlık etmek olduğunu söylemektedir. Dolayısıyla, asırlardır İslam toplumlarında en değerli varlık olan kadın; Batı’nın sözde hürriyet, haklar sloganları ile mutlu olmadığı gibi, gerçekten saygıya da layık olamamıştır. Tabiatına ve fiziki yapısına zıt bir hayatı kadına layık gören batı, ona “zor bir hayat sunarak eşit kıldığını” iddia ediyor. Eşitlik, Batı’nın tarihinde eksik olan bir gerçek. Fakat islam toplumlarında bunun adı Adalet’tir. Yani, hakkı; kim olursa olsun, ona verme sistemi. Günümüz Batı toplumundaki kadının yalnızlığı, korumasızlığı ve sevgisizliği sözleşmenin de hedeflerini sağlayamadığını gösteriyor. Artık, hayallerin ve sanal beklentilerin karanlığından çıkmak gerekiyor. Çünkü gerçek mutluluk, hayal edilen değil; yaşanan mutluluktur.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…