Ali Rıza DEMİRCAN
Kendi ellerimizle başımıza bela ettiğimiz İstanbul Sözleşmesi’nden ayrıldık. Eşcinsel evlilikleri bile yasalaştıran Batılı ülkeler ve batıya tapar yerliler kudurduğuna göre hayırlı bir iş yapmışız.
Yapmışız da uzantısı olan 6284 sayılı yasa duruyor. Ama asıl büyük musibet yaşadığımız İslam ile çelişkili düzen. Daha büyük felaket ise bunun farkında olmayışımız.
Öneminden ötürü Rabbimiz Kur’ân’da aynı gerçekleri çok küçük farklarla tekrarlayarak açıklar. Zaman zaman biz de bu yöntemi izleme gereğini duyuyoruz.
10 Ağustos 2020 tarihinde yazdığım yazıyı ehemmiyeti sebebiyle başlığında değişiklik yaparak çok küçük bir tasarrufla aynen yayınlama gereğini duydum. İnşaallah hayırlara vesile olur:
“ Bismillah…
İstanbul Sözleşmesini okudum. Aslında 10 kadar maddede özetlenebilecek bir sözleşme. Kadına ve aile içi şiddete karşı çıktığı iddia edilen bu sözleşme aslında şiddetin kaynağı. Çünkü dölleme ve döllenme dışında erkek ve kadın fıtratını dışlayan, rızaya dayalı her türlü cinsel tercihi onaylayan batının piç yaşamını devlet eliyle pazarlıyor. Sözleşmeyi Nevzat Tarhan hocamızın sitemizde yayınladığımız yazısından ayrıntılı olarak inceleyebilirsiniz.
İstanbul Sözleşmesi Batı Ürünüdür
Bu sözleşme, Hak olan Allah’a ve Onun huzurunda sorgulanacağımıza inanmayan batının ürünü. Batıda aile yapısı çökertilmiş. Aile içinde adalet, merhamet ve fedakârlık gibi değerler yitirilmiş. Bu dünyada çıplaklık, zina, nikâh dışı birliktelik, eşcinsellik, lezbiyenlik ve alkollü içkiler meşru. Porno ve hayvanlarla ilişki bile zevk ve kazanç konusu. Eşcinsel evlilikler de yasallaştırılmış.
Batı ürünü olan İstanbul Sözleşmesi cebre dayanmadıkça geleneksel ve modern tüm uygulamaları yani haramları ve zararları doğal gören bir sözleşme. Zinacıyı, eşcinseli, lezbiyeni, pezevengi koruyan ve onaylayan sözleşme. Bir tür hayvanî yaşama onay. Önlemleri bizim toplumuzda daha bir şiddet üreten ama çare üretmeyen bir sözleşme. Şiddeti engelleyecek hiçbir manevi müeyyidesi yok, vicdanı da yok.
Üretim aracı olmaktan öte insanın bir değeri yok. Her şeyi meşrulaştıran batı şiddeti de engelleyemiyor. Yapabileceği İstanbul Sözleşmesi gibi bir yasa, onu da yaptı. Batınının çizgisinde olan ülkemizi de buna ortak ettiler. Ülkemiz de zaten batılı olmaya can atıyor.
İstanbul Sözleşmesine Niçin Karşı Çıkıyoruz?
İslâmî Vahyin ışığını almayan aciz aklın ortaya koyduğu İstanbul Sözleşmesi’ne yaşadığımız laik dünyamızda karşı çıkmanın pek bir anlamı ve izahı yok.
Zinayı meşrulaştırmadık mı? Eşcinselliği yasaklayan bir maddemiz var mı? Medyamız büyük çoğunluğu ile yasal seksüel prodüktör/pezevenk değil mi? Alkollü içkileri serbest kılmadık mı?
İslâm’ı dışlayan egemen yasal düzenimiz ortada. Diyanet, Tarikatler, İlahiyatlar dilsiz şeytan olmuş. Baş tacı ettiğimiz laik düzene çıt yok. Ama devede kulak bile olmayan İstanbul Sözleşmesine karşıyız.
İstanbul Sözleşmesinden çekildiğimizi ve buna dayalı 6284 yasayı ilga ettiğimizi düşünelim. İnanın değişecek bir şey olmayacak.
Biz İslam’ı eğitimde, ekonomide, hukukta dışladığımız gibi zina lezbiyenlik eşcinsellik ve alkollü içkileri de meşrulaştırdık. İslam diye bir meselemiz yok. Bizim İmam hatiplerimiz ve bir batı projesi olan ilahiyatlarımız bile İslâm insanı yetiştiremiyor. Adalet ve merhamet yoksunu seküler düzene karşıtlığı geçtik ilmî eleştiri getirenimiz bile yok.
İslâm’ı Bilmiyor muyuz?
İslâm’ı da bilmiyor ve gereğince de inanmıyoruz. Örneklendireyim: 40 kadar ilçe müftüsünün ölen kadınını kocasının ne kadar iddet bekleyeceği şeklinde ki soruyu cevaplandıramadıklarına tanık oldum. Aralarında yüksek mahkeme üyesi ve üst düzey görevli aydınlarımızın bulunduğu topluluğun, geride çocukları ve eşini bırakarak ölen kişinin anasına basına miras hakkı düşüp düşmeyeceğini bilmediklerine şahid oldum.
Bunlar apaçık Kur’ânî hükümlerdir.
Bir ilahiyat dekanına sormuştum sizin eğitiminizin amacı ne? Cevap veremedi. Veremez de. Çünkü amaç yok. Bizim nesil 18 yıldır iktidardayız. İşte bak, bizim neslin yürürlüğe soktuğu İslâm’la çelişik sözleşmelerin ilgasıyla meşgulüz.
Alternatif Bir Sözleşme İçin Geleneksel Hukukumuzdan/Fıkhımızdan Yararlanamaz mıyız?
Kur’ân ve Sünnet’ten elbette yararlanırız. Ama bizim geleneksel fıkhımız çare değil. Kadınlarımızı özgür özneler olmaktan çıkaran, camilerden bile dışlayan bir yapımız var. Ergenlik öncesi çocuklara bile evlilik yolunu açmışız. Mucizevi bir yapı olan Kur’ânî boşama sistemini bile erkek egemen karmakarışık bir yapıya dönüştürmüşüz. Yalnızca evlilik içinde zinacı olan kadına aileyi korumak için hafif bir fiziksel etki dışında hiçbir şekilde şiddeti cevaz vermeyen İslâm’ı da sömürdük. İslam adına köleliği ve saltanat düzenini bile onayladık. İtiraf edelim İslâm’ı dışlayan dünyamızda şiddet bir yerde değer vermenin de bir şekli oldu…
Bu Günleri Görüp Önceden Bir Çalışma Yapılamaz mıydı?
Elbette yapılırdı. Ama biz baskıcı ve ötekileştirici laik düzene teslim olduk. İslâm’ı namaza indirgedik…Çoğumuz onu da kılmıyor.
İstanbul Sözleşmesi İslâmsızlığın Belasıdır
Problemimiz yalnızca İstanbul Sözleşmesi değildir. Allah’a ortak koşma üzerine oturtulmuş eğitim sistemimiz tam bir problem. Allaha savaş açmış olup emperyalistleri besleyen bir ekonomik yapımız var. İnsan doğasıyla çatışan hukuk düzenimiz de ayrı bir facia.
İstanbul Sözleşmesi İslâm’ı dışlamanın belasıdır. Şiddet de İslâmsızlığın ürünüdür.
Evet koruduğumuz Düzen her şeyi yapılabilir kılmış. Zaten her tür piç ve habis yaşam yaşanabilir durumda.
İstanbul Sözleşmesinin ilave zararı cinsel haramları ve faillerini devlet kurumları eliyle meşrulaştırıp savunmasıdır.
Savunucularına soralım: İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa şiddeti engelledi mi? Hayır. Engelleyebilir mi? Hayır. Şiddeti artırdı mı? Evet.
Peki Şiddete Teslim mi Olacağız?
Elbette ki. Hayır.
Ne yapacağız? İşte size 10 madde halinde şiddetin sebepleri ve çareleri:
https://www.alirizademircan.net/kadina-siddetin-sebepleri-ve-careler-5-496h.html
Amacımız şiddeti önlemekse okuyalım ve geliştirelim. Ama bunu da yapamayız. Çünkü meri düzene dokunamıyoruz. Dokunmak için Diyanet, İlahiyat ve Tarikatların sonra da siyasilerin en az laikliğe olduğu kadar İslâm’a da İman etmesi lazım.
Bütünü elde edilemeyeninin parçaları ihmal edilemeyeceği için İstanbul Sözleşmesine karşı çıkalım… Çıkalım da işin özünü de kavrayalım.
Allah sonumuzu hayreylesin diyeceğim ama Pandemi bile aklımızı başımıza getiremedi. Sözü bizleri tanımlayan bir Kur’ânî açıklamaya bırakalım:
“ Ve insanlardan kimi de vardır ki, Allah’a imanla küfrün sınırında, yani kıyı kenar kulluk eder, öyle ki başına bir iyilik gelse, ondan hoşnut olur, ama başına sınayıcı bir güçlük gelse, hemen bütünüyle yüz çevirir ve böylece dünyayı da, ahireti de kaybeder. İşte en açık zarar ve kayıp da budur.” (Hacc 22/11)