Bir Müslüman açısından İstanbul fethedilmiştir. Bu fetih dünya tarihinin akışını değiştirmiştir. Avrupa açısından da bir değişimi tetiklemiş ve Rönesans’a kapı aralamıştır. Ticaret yolları Avrupa için kapanınca doğal olarak başka yollar aranırken kendi gelişim dinamiklerini yeniden ele alarak, yeniçağa adlarını yazmışlardır.
Tarih, döngüsel olduğu için sürekli inişli çıkışlı bir tarihsel seyir izlediği bilinir. Modern tarih algısı gibi düz bir ilerleme yoktur. Bugün açısından bakıldığı zaman bile akışkanlık teknik bir seyir izlerken, yarın nelerin olacağına dair netlik bulunmamaktadır. Avrupa yaptığı değişim ile tarihin akışını da değiştirmiştir. Bu yüzden tanım gücünü elde ederek kendisinden öncesini de tanımlayarak kendi tarih algısını bütün dünyaya dayatmaktadır. Bizde de modern tarih algısı ve modern düşüncenin esaretinde kalan insanların, İstanbul’un fethini bir zulüm olarak betimlemeleri, modernleşmenin kendilerinde ne kadar etkin olduğunu gösterir sadece…
Bu noktada zulüm ve fetih, farklı kültürlerde farklı tanımlara kapı aralar. Ya da iki taraf söz konusu olduğunda birine fetih olan diğerine zulüm olarak okunabilir. Ancak, meseleyi bu muğlak hali üzere bırakmak doğru olmasa gerek! O zaman fetih ve zulüm kavramlarının kendi otantik zeminini doğru okumak ve anlamak esasa taalluk ettirilmelidir. O zaman neyin fetih veya neyin zulüm olduğu konusunda ortak bir idrak söz konusu olabilir. Katolik ve Ortodoks dünya açısından meseleyi ele alırsak eğer; İstanbul aslında fethedilerek büyük bir zulümden kurtarılmıştır. İslam ve Müslümanlar açısından meseleye bakıldığı zamanda bu bir fetihtir. Kendi yüksek medeniyetlerini İstanbul üzerinden bütün bir batıya taşıma imkânı ve istidadı kazanmıştır. Sadece İstanbul ile sınırlı kalmamış Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine kadar bu kültür taşınmıştır. Fetih ancak aşağılık kompleksine sahip Batılılaşmış asalak tipler tarafından zulüm olarak görülebilir.
Zulüm, bir şeyi yerinden çıkartarak onu farklı bir doğa üzerine kurmaya çalışmaktır. Ayasofya en başından itibaren bir ibadet mekânı olarak konumlanmıştır. Fetih sonrası da bu konumu devam ettirilmiştir. İstanbul’u fetihten sonra da hiçbir zaman kendi mukimlerine yönelik bir şiddet, baskı ve tehcire zorlama olmamıştır. Bu yüzden ‘zulüm 1453te başlamıştır’ İslam Dinine yönelik nefretin bir sembolü olmaktan öteye geçmemektedir.
Sorun daha farklı bence, cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte Ayasofya’nın cami olmaktan çıkarılması ile başlayan süreç ve batılılaşma çabaları ile birlikte bütün bir sistemin modernleşmesi ile beraber Müslümanların seküler bir zihniyete duçar kalmaları ve bunun sonuçları bütünlüğü içinde düşünüldüğünde İstanbul hala bir fetih olarak algılanabilir mi? Sorusu anlamlı hale gelmektedir.
İstanbul’un fethini oluşturan kültür ve medeniyet algılarının yerine modern kültür ve medeniyet algıları inşa edilmişse bir fetihten söz edilebilir mi? Fethin inşa edici gücünü ortadan kaldıran siyasal değişimler, doğal olarak İstanbul fethini de anlamsız hale getirir. Bu yüzden bir fetihten söz edilecekse o fethin taşıdığı ruhu yeniden kazanmak ve bu ruha uygun yeni bir sosyal sistemin kurulmasına ön ayak olmak şarttır. Başörtülü kadınların caddede yürüyüşünü dini bir terim olan kıyamet ile tanımlamak bizatihi zaten fethi ortadan kaldıran zihni yapıyı işaret eder. İstanbul fethini kutsallığı içinde kutlama konusu yapmak yerine onun ruhunun yeniden insanı, toplumu, sokağı ve kültürü şenlendirmesi için gerekeni yapmaya yöneltilmelidir.
Seküler kültürün ürettiği siyasal iktidara kurulu olmak ve bu iktidardan nemalanan muhafazakâr kitlenin bizatihi kendini fethe yönelik bir kaygıyı beslemek için yeter sebeptir. İslam ile sahici ve sahih bir bağ kurmak yerine onun gücünün toplumsal hayat üzerindeki etkisini kullanmaya çalışmak sorunlu bir yapıyı işaret eder.
İstanbul’un yeniden fethedilmesi şarttır. Ama bu fetih, dünkü fetih gibi savaş sonucu ele geçirmek üzere değil! Bilakis, sokağın ve yaşamın üzerine bina edildiği kültürü, modern kültürün tasallutundan kurtarmak olmalıdır. İslam’dan hareketle sahih ve sahici bir bakış, yöntem ve düşünce üzerinden insanı, yaşamı, ilişkiler ağını tanımlayarak belirleyici bir konumu kazanmasına önayak olma çabalarına sahip çıkmak olmalıdır.
Bilmeliyiz ki İstanbul işgal edilmiştir. Bu işgal askeri değil, kültüreldir. Bu kültürel işgale karşı kültürel bir cevap üretilemediği sürece işgal bitmeyecektir. İşgal sürekli kendini kalıcı hale getirmek için yeni oyunlar kurmaktadır. Tekniği bu boyutu içinde çok iyi kullanmaktadır. Bu durumu kavramak zorunluluğu asli bir durumu ihtiva ediyor.
Hiçbir şey bitmemiştir. Her şey her an yeniden başlayabilir.
Korkmadan, kendimize yönelik eleştiriyi yapmalıyız. Yoksa hatalarımızı düzeltme imkânı kazanamayız. Bu yüzden, eleştiri öncelikli olarak kendimize yöneltilmelidir. Kendi hatalarımızla yüzleşmeliyiz. Bu hataların, fethin yitirilmesine neden olduğunu idrak etmeliyiz. Yeniden fetih için ayağa kalkacak gücü ise ilk fethin sahip olduğu imanın salabetinden almalıyız.
İçinde var olduğumuz siyasi ve kültürel koşullar, bizi kendimize yabancılaştırmaktadır. Bu yabancılaşmayı aşmak için kendimizi yeniden tanımalıyız. Bu tanımaya dayalı olarak, her şeyi sil baştan yeniden ele alarak yola çıkmalıyız ki Allah bize yeni fetihler ihsan eylesin…
Abdulaziz Tantik