Değerli okuyucularımın da bildikleri gibi, biz sık sık yakın tarihimizden bahsettiğimiz yazılarda, 1839’u başlangıç kabul ederek, konulara, yaklaşık iki asırlık devre içindeki yorumlarımızla yaklaşıyoruz.
Yakın tarihte, bu 2 asırlık (179 senelik) devre içinde, bir gazeteci, muharrir, araştırmacı olarak “nisbeten yazabildiğimiz sâhâ” 1839-1919 devresidir. 1919’dan sonraki zaman dilimi, dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyen, rastlanmayan korkunç boyutlardaki bir anti-liberal, anti-demokratik, millete yabancı militarist, genellikle fanatik bir “yasakçı zihniyet”in baskısıve bu zihniyetin zulmüne temel teşkil eden bir takım mezuatın varlığı sebebiyle, hür, serbest, objektif, ilmi ve dürüst bir zeminde yazılamıyor, konuşulamıyordu. Günleri aylar, yıllar geçiyor. Küçükler büyüyor. Gençler olgunlaşıyor. Olgunlar yaşlanıyor. Nesiller, nesilleri kovalıyor. Ama biz, millet olarak şu son 179 senemizi didik-didik inceleyemiyorduk. Çocuklarımıza yepyeni, pırıl pırıl bilgiler, yorumlar, tesbitler, tahliller sunamıyorduk. Görüş ve fikir ufuklarını genişletemiyorduk.
1950’lerde Celâl Bayar’ın başını çektiği ve milletimizin hiçbir ferdini ilgilendirmeyen “M. Kemal Paşa”nın heykellerini kırma provokasyonu sonunda, mevzuata sokulan “5816 sayılı kanun”un arkasına saklanan anti-liberal, anti demokratik ve fanatik“yasakçı zihniyet” sebebiyle, robotlaştırılmış, ezberci, slogancı ve gerçekten yakın tarihten habersiz, bilgisiz, çâresiz, idealsiz bir nesil, güya eğitim ve öğretim görüyorlar…
Netice (sonuç) 2018’de Türkiye’nin bugünkü tablosu…
Bugün sevimli yavrularımıza “İstiklal Savaşı”mızın sıradan bir “Savaş”olmadığını, tam mânâsıyla ve dünya İslâm Ümmeti’nin o tarihlerdeki imkân ve şartları içinde maddeten ve mânen destekledikleri bir “Cihâd-ı Mukaddes” olduğunu nasıl anlatacaksın?
Şanlı Padişahına, kutsal Hilâfet makamına ruhuyla bağlı bir milletin “yediden-yetmişe” makam-ı hilafet ve saltanatı kurtarmak için ayağa kalkışının destansı ruhunu bugün ilkokul, ortaokul, lise kolej ve meslek okullarında genç beyinlere anlatmaktan niçin uzağız?
Yalınayaklı, başörtülü, yaşmaklı, şallı, çarşaflı Anadolu kadınının omzunda cepheye mermi taşırken heykelini yapıyoruz da o şekle ruh veren “İslâmi Cihad” mânâsını çocuklarımıza niçin öğretmiyoruz? Neden korkuyoruz? Yoksa içimizde, bizi çok rahatsız eden bir “Takiyye”nin dayanılmaz baskısı mı mevcut?
Küçücük ellerindeki üvendire ile, cepheye mermi taşıyan kağnıların öküzlerini süren çocuklar, ak saçlı, ak sakallı, imân ve sabır âbidesi ihtiyar mücâhitler, süt beyaz sarıklarıyla ilmi, irfanı, kulluğu ve rehberliği meslek edinmiş, millet önderi din adamları, sarıklı mücahitler… o dayanılmaz günlerde acaba hangi “ulvi hedefler” için yollara düşülmüşlerdi? Genç nesle bunları niçin anlatmıyoruz?
Sultan Vahidettin Han Hazretlerinin bugünr kadar mektep kitaplarında tekrar edilen asılsız iddia, itham ve iftiralarla lekelenmek istenen şahsiyeti, İstanbul’un işgalinden duyduğu ıstıraplar, bu belâdan kurtulmak için bir Osmanlı Paşası olan M. Kemal Paşa’yı 19 Mayıs 1919’dan evvel başlamış bulunan “Müdafaa-yı Hukuk-u Milliye Cemiyetleri” hareketlerini organize etmek üzere bizzat Anadolu’ya gönderişi, bu konuda Fevzi Paşa’nın Büyük Millet Meclisinde yaptığı hitabe, niçin “gerçek ve gerçekçi tarih eğitimi” içinde talebelerimize (öğrencilerimize) öğretilmiyor?
2018 Türkiye’si iç ve dış siyasette adım adım yükselirken, muhalefette şaşkınlık ve dağınıklık, telâkki ve hayat tarzında ilkelleşmiş, yozlaşmış (yukarıda bahsettiğim) anti-liberal, anti demokratik ve fanatik zihniyet mensuplarıyıllar boyunca çocuklarımızın ruhunu, fikrini, hayatını, istikbalini (geleceğini) zehirleyen çok haysiyetsiz bir iddia’nın ve iftiranın peşine takılmış gidiyorlar. Bunlar, Türkiye’deki din adamlarının büyük çoğunluk hâlinde Anadolu İstiklâl hareketine, T.B.M. Meclisi ve “Misak-ı Milli” idealine, “Kuvay-i Milliye” ye aykırı, hatta düşman oldukları fikrini, kanatını, hissini ısrarla yaymak ve yerleştirmek istiyorlar.
Niçin?
15 Mayıs 1919’da Anadolu topraklarına çıkan ve şerefsiz bir emperyalizmin uşaklığını, av köpekliğini üstlenen müstevli (istılâcı-işgalci) güçlerle siyasi emellerini birleştirmiş iç ve dış hâinlerin 2018’lerde hâlâ “İrtica var! Gericilik var!” diyebilmeleri için… Bu sefil taktiklerle nutuklar atılıyor, bilir-bilmez her mikrofonu kapan “İslâm” üstünde ahkâm kesiyor, eline kalem alan yahut bilgisayarının başına geçen bazı satılmış vicdanlılar “İstiklâl Cihadımızdaki Sarıklı Kahramanlar”a ciğerinin ufünetini (pis kokusunu) kusuyor. Romanlar, şiirler, piyesler yazılıyor. Televizyon dizilerinde de bu ilkel zihniyet, bütün çirkinliği ile öne çıkıyor.
Anadolu kıyamı, Müslüman milletimizin, şanlı padişahını ve mukaddes hilâfet makamını işgalcilerden kurtarma gayretinin bir destanıdır. Gerisi hikâye…
“Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kalelerinin zaptedildiği, bütün tersanelerine girildiği, bütün ordularının dağıtıldığı ve memleketin her köşesinin bilfiil işgal edildiği, milletin fakr-ü zaruret içinde harâb ve bitâp düştüğü…” bir devrede, süt beyaz sarıkları ile milletin önüne düşüp camilerde, medreselerde, tekkelerde, zâviyelerde, obalarda, kırlarda, va’z ve hitâbet kürsülerinde “milletimizi cihad sancakları”altında toplayan ve askeri zaferlerin alt yapısını oluşturan “Sarıklı Kahramanları” şükranla yadetmeliyiz.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi