Particiliğin tarihini, insan ruhunda var olan bir realite olarak çok eski dönemlere, belki de Adem’in iki çocuğu olan Habil ile Kabil’e kadar götürmek mümkündür. Bizans ve Osmanlı tarihlerinde de, adı konmuş ya da konmamış particiliğin ne kanlı ihtilallere, anarşiye, teröre ya da sayısız sert tepki ve şiddete yol açtığını söylemek pek de yanlış olmayacaktır.
İslam toplumu için ilk ve temelli mutsuzluk, particilikle başlar. Her alanda olduğu gibi toplumun yönetilmesi alanında da yeni teklif ve görüşler ileri sürmek kuşkusuz gereklidir. Bu durum, Batı dünyasında demokrasi adı altında düzenli ve kurallara uygun bir gruplaşmayı zorunlu kılmıştır. Hemen hemen herkes, dünya görüşü çerçevesinde, açık olarak ve legal planda bir partide toplanmış ve yapacağı işleri hukuki çerçeve içinde açıklamaya çalışmıştır.
Türkiye’de iki parti müstesna -ki bunlar Halkların Demokrasi Partisi ve Yüce Diriliş partisidir- tümü İttihat ve Terakki partisinden doğmuş ve varlıklarını günümüze kadar da sürdürmüşlerdir.
Parti, kuşkusuz zorunludur, ama particilik, hele aşırı haliyle kınanması ve kaçınılması gereken, toplumun huzur ve sükûnunu zehirleyen bir hastalık haline gelişmesi ve yayılması, büyük sıkıntılara neden olmuştur her zaman.
Partinin bir amaç değil, eninde sonunda bir araç olduğu unutulmamalı, her fırsatta bu gerçek, liderlerce halka hatırlatılmalı ve öğretilmelidir. Partiler arası mücadele, düşmanlık, kin, öfke ve öç alma duygularıyla değil, karşılıklı yarışma biçiminde gelişmelidir. Bozuluşun nereden doğduğunu anlamadan veya hiç olmazsa sezmeden toplumun düzelmesi ya düzeltilmesi mümkün değildir.
Son seçimleri bir “Beka” halinde, yani “Var olma veya olmama” şeklinde düşünmek, yanlış ve sakıncalıdır. Öncelikle bozuluşu anlamak için de kriz dönemlerinde, inançlarda, ahlakta, bilimde, ailede, adalet kurumunda, vücut ve ruh sağlığında, eğitimde, teknikte, ekonomik yaşayışta, üretim ve tüketimde, siyasi ve idari kuruluşlarda ve uygulayışlarda ne gibi bir değişim olmuştur. Bu değişimin hızı nedir? Bir toplum, yirmi dört saatte nereden nereye gelmiştir, eski yaşayışla yeni yaşayışı arasındaki farklar nelerdir? Bu değişimler, ne gibi tarihi olayların baskısıyla gerçekleşmiştir? Bunları incelemek ve bu noktalar üzerinde tarafsız tespitler yapmak, bulunan ve elde edilen gerçekler üzerinde derin derin düşünmek elbette ki şarttır. Fakat ne yazık ki, son seçimler de bir horoz dövüşü şeklinde geçeceğine benzemektedir.
İttihatçılık, ülkenin idari kadrolarında, kılcal damarlara kadar nüfuz etmiş ve hangi parti ya da hangi ittifak gelirse gelsin sonucun pek değişmeyeceği görülmektedir.
İttihatçıların, ittifak adı altında yapılandırdıkları partileri dizayn ettikleri görülmektedir. Bir yanda AK Parti, öbür yanda Cumhuriyet Halk Partisi. “Cumhur” ve “Millet” ittifakı olarak oluşturulan bu partilerde dengenin sağlandığını görmekteyiz.
İttifaklar içindeki partiler, dizayn edilirken büyük partiler yanına diğer partilerin eşit bir şekilde dizildikleri görülmektedir. Bir tarafta AK Parti, öbür tarafta Cumhuriyet Halk Partisi. AK Parti’nin yanında Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi’nin yanında ise aynı dünya görüşünü ve düşünceleri paylaşan ve dile getiren Yeni Türkiye Partisi.
Millet ittifakı içinde Cumhuriyet Halk Partisi’ni destekleyeceğini söyleyen Halkların Demokrasi Partisi, Cumhur ittifakı olarak adlandırılan oluşum içinde ise Hüda Par yer almaktadır.
Cumhur ittifakı içinde Erbakan’ın oğlunun kurduğu Yeniden Refah Partisi yer alırken, Millet ittifakı içinde Saadet Partisi yer almış bulunmaktadır. Tüm bunlar, gelişigüzel kendiliğinden oluşan girişim ve ittifaklar değildir kuşkusuz.
İttihatçıların seçime el atarak, Anglo Sakson ülkelerindeki iki partili sistem içinde kendi ruhunu ve dünya görüşünü eşit bir şekilde dağıtılması ve oluşturma çabası, boşuna değildir.
Aynı durumun Cumhurbaşkanlığı adaylarında da dizayn edildiği görülmektedir. İki güçlü adayın yanında, Cumhur ittifakı adayı paralelinde bir kişinin hızlı bir şekilde yüz bin imzayı toplamak suretiyle aday olarak gösterilmesi, aynı şekilde Millet ittifakı içindeki güçlü bir partiden ayrılarak farklı bir parti kuran kişinin hızlı bir şekilde yüz bin imzayla sahneye çıkartılması, gelişi güzel bir girişim olmadığı açıktır.
Her döneme aşırı iyimserlikle giriyor, sonra ondan korkunç bir kötümserlik, şoklar ve yıkıntılarla çıkıyoruz. Yanlışları, sürekli yaşayamayız. Artık doğruları ve doğru yolu bulmak zorundayız.
Korkarım ki, bu seçimler sonucunda da “Alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete” gerçeği ile karşı karşıya gelmiş olacağız.
Şakir Diclehan