Ülkemin bütün vilayetlerinden, özellikle vilayetim Erzurum’dan, Erzurum’un bütün ilçelerinden, özellikle ilçem Horasan’dan, Horasan’ın bütün köylerinden özellikle de köyüm Muratbağı’ndan depremde ve savaşlarda vefat eden, şehit olan bütün dost ve kardeşlerimize Allah’tan rahmet ve cennet diliyor, yakınlarına da sabr-ı cemil niyaz ediyorum.
Aynı rahmeti, 30/10/2020’de meydana gelen İzmir depreminin şehitlerine ve aynı sabrı onların yakınlarına lütfetmesini, yaralılarına da acil şifalar ihsan eylemesini Yüce Allah’tan istirham ediyorum.
Kurtarma çalışmalarına katılan, uzaktan-yakından yardım elini uzatan aziz milletimin kahraman evlatlarına da bereketli, sıhhatli, huzur ve emniyetli ömürler diliyorum.
1999 Marmara depreminde, deprem çadırında kaleme aldığım “DEPREMİN HATIRLATTIKLARI, HASRETİN SÖYLETTİKLERİ” adlı kitabımı depremin ve benzeri musibetlerin hayatımızda açtığı derin yaralara merhem gördüğümden yeniden basılmasını çok arzu ederim.
Bu hatırlatmayı yaptıktan sonra şimdi siz değerli okurlarıma Sakarya Üniversitesinin tertiplediği deprem panelinde yaptığım güncelliğini koruyan konuşmamın son bölümünü arz ediyorum:
1-Depremin ne zaman, nerde, nasıl olacağını bilim henüz tesbit etmiş değildir[1][1] ve edemeyecek te. Çünkü bu gayptır. Gaybı da Allah’tan başka kimse bilmez.[2][2] Kıyametin ne zaman kopacağını, insanın nerde, ne zaman öleceğini Allah’tan başka kimsenin bilemediği gibi. Denemeler sahibi Montaigne der ki: “Ölümün bizi nerde yakalayacağı belli değil. En iyisi biz onu her yerde bekleyelim.” Ben de deprem için aynı şeyi söylüyorum: Depremin bizi nerde, nasıl, ne zaman yakalayacağı belli değil. En iyisi biz ona her yerde hazır olalım. Varlığın Yaratıcısına isyan dan vaz geçelim. Onun kulu olduğumuzu itiraf ve ilan edelim. Sü-i istimallerimizle, israflarımızla, ifsatlarımızla, zulümlerimizle, deprem ve virüs gibi musibetlere davetiye çıkarmayalım.
2-Deprem olması ve yaşanması gereken bir olaydır. Zaman zaman nasıl gökyüzünü bulutlar kaplar, yağmur yağar, şimşek çakar. Bunlar nasıl Allah’ın evrene koyduğu nizamın bir parçası ise, deprem de o nizamın ve düzenleme operasyonlarının bir parçasıdır. Biz nasıl gece gelince gecenin, kış gelince kışın kanunlarına uyuyor, kendimizi ona göre ayarlıyoruz. Depreme göre de kendimizi hazırlamamız gerekiyor. Sağlam zeminde, sağlam malzemeler kullanarak, sağlam binalar inşa edeceğiz. Yerlerin ve göklerin sahibini öfkelendirecek davranışlardan, haksızlık, hırsızlık, yolsuzluk taciz, tecavüz, kapkaç, gasp, cinsel istismar, nikâhsız birliktelik gibi günahlardan, içki, kumar ve faiz gibi haramlardan uzak duracağız. Büyüklerimize hürmetli, küçüklerimize merhametli davranacağız. Evrenin Sahip ve Yaratıcısına isyandan vazgeçip itaat ve ibadet edeceğiz. Eşimizi ve çocuklarımızı Allah’ın birer emaneti göreceğiz, seveceğiz, okşayacağız, öpeceğiz. Ne kendimize ne çevreye ne de insanlara zulmeden bir zalim olmayacağız. Çünkü Allah, küfrün cezasını çok kere ahirete bırakır ama, zulmün ve zalimin cezasını çok kere burada verir. Bir anda nimeti nıkmete, yağmuru sele, rüzgarı hortuma dönüştürür. Her şey dostumuzken her şey düşman olur. Görünmez askerleri (virüsleri) devreye sokar.
Dinleyenlerden biri sordu:
-İyi ama bu operasyonlarda, bazen suçsuz ve günahsızlar da musibet ve felaketlerden payını alıyor. Buna ne diyeceksiniz?
-Öyle olmasaydı, dedim, imtihan sırrı bozulur, Allah herkesi kendine inanmaya zorlamış olurdu. Depremden zarar görenlerin içinde suçlular da vardır, suçsuzlar da. Allah Teâlâ: “Bir bela ve musibetten çekininiz ki, o geldi mi, yalnız zalimleri yakmaz; masumlara da dokunur.”[3][3] Suçsuzlar da o musibetten paylarına düşeni alır ama, Allah o masumlara (suçsuzlara), ayrı bir lütuf ve ikramda bulunur. Bu lütuf ve rahmet iki şekilde tecelli eder:
a-Yüce Allah, onların telef olan mal ve servetlerini kendileri adına verilmiş bir sadaka, olarak kabul edip fani mal ve servetlerini, ebedi bir mal ve servete dönüştürür.
b-Onlara hükmen şehid rütbesini verir, Cennete gönderir. Böylece onları fani ve ölümlü hayattan kurtarır baki ve ölümsüz hayata kavuşturur. İşte felakette saadet ve kahr içinde lütuf buna derler. Bütün bu güzel sonuçlar Müslüman ve masum olma şartına bağlanmıştır.
3-Biz depremden değil, depreme hazırlıksız yakalanmaktan, bir de depremin dizginleri elinde olan Allah’tan korkmalıyız. Hem Allah’ın üzerimizdeki hakkı olan beş vakit namazı kılmaktan hem de fakirlerin hakkı olan zekâtı vermekten kaçınmamalıyız.
4-Yüce Yaratıcı, dürüst[4][4] ve çalışkan olmamızı,[5][5] sağlam iş yapmamızı, sağlam zemine sağlam binalar kurmamızı ve sağlam malzeme kullanmamızı,[6][6] sonra da kendisine güvenmemizi istiyor.[7][7]
5-Çünkü deprem insanı öldürmez. İnsanı, hilekârlık, tembellik, çürük iş yapmak, çürük malzeme kullanmak, çürük yere bina dikmek ve gayr-i ahlakî bir hayat sürmek öldürür.
6-Acılarla ve sancılarla karşılaştığımız zaman, önce kendi kusur ve günahlarımızı gözden geçirmeliyiz. “Acaba ben nerde hata yaptım” deyip düşünmeliyiz? Ciddi bir ayıbımız ve kusurumuz yoksa, “bunda benim bilmediğim bir hikmet vardır” demeli daha beteriyle karşılaşmadığımız için Allah’a hamt etmeliyiz. Hiçbir zaman, kaderi ve Allah’ı suçlama hakkına sahip değiliz. En azından hikmetini anlayamadığımız yerlerde susmasını bilmeliyiz. Allah’a inanmak ve Ona dost olmak bunu gerektirir. Allah dostu insan, ölümü de hayatı da kahrı da lutfu da bir bilir. İşte onlardan biri olan Yunus, bu meseleyi mısralara dökmüş, Yüce Yaratıcıya seslenerek:
“Gelse celalinden cefa / Yahut cemalinden vefa
İkisi de cana safa / Kahrında hoş, lutfun da hoş”
“Hoştur bana Senden gelen / Ya gonca gül yahut diken,
Ya hil’atü ya da kefen / Narın da hoş, nurun da hoş”
Gerek ağlat, gerek güldür, Gerek yaşat gerek öldür,
Aşık Yunus sana kuldur, Kahrın da hoş, lütfûn da hoş.
Demiş, müminin Allah’a bakış tarzını ortaya koymuştur.
İşte bu inanç, deprem, sel, yangın ve sair felaketlerle sarsılmış insanları depresyondan ve her türlü bunalımdan kurtarır, ayakta kalmalarını ve hayata tutunmalarını sağlar. Öyleyse insanımıza, iyi ve sağlam iş yapma bilinci kazandırmanın yanında bu imanı, bu teslimiyeti ve bu güveni de kazandırmamız lazım.
Allah milletimize ve devletimize bir daha böyle acılar yaşatmasın. Deprem şehitlerine, vatanımızı ve değerlerimizi koruma yolunda canlarını veren tüm şühedamıza Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifa ve yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ediyorum. Kurtarıcı ekiplere de şükranlarımı ve dualarımı gönderiyorum.
Dr. Vehbi KARAKAŞ
[8][1] Bilim ve Teknik Dergisi, Eylül 1999, s.7; Karakaş, Vehbi, Depremin Hatırlattıklar Hasretin Söylettikleri, s.28 Mega Basım, İstanbul-1999; ayrıca bkz. Depremle İlgili Paneller, Altundal, Adil, Deprem Gerçeği ve Toplumsal Bilinçlenme, 31. Sakarya Üniversitesi Yayınları, Sakarya- 2009
[9][2] Bkz. Neml, 27/65
[10][3] Enfal, 8 / 25
[11][4] Bkz, Ahzab, 59 / 70
[12][5] Bkz. Necm, 53 / 39
[13][6] Bkz, Neml, 27 / 88
[14][7] Bkz. Al-I İmran, 3 / 159