İnsanoğlu, ne zaman ki; kadere iman etmeyi reddetti, o zaman helak olmuştur.
“Ve eğer Allah onların hayrı acele istemeleri gibi insanlara şer için acele etseydi, elbette onların ecelleri yerine getirilirdi (kaza edilirdi). Fakat (hayatta iken) Bize ulaşmayı dilemeyen kimseleri, isyanları içinde şaşkın bırakırız.”(Yunus Suresi 11. Ayet)
Bilimin hakikat karşısındaki acziyetini “Batılın gayba gıybeti” başlıklı ilk yazımızda işlemiştik. Elbette Kur’an’ı Kerim, bir bilim kitabı değildir. Ancak; nihai çıkarımı işaret eder. Bu çıkarıma ulaşma noktasında bilimi güdüler. Çünkü bilim, ihtiyaca binaen geliştirilen, daha çok sebep sonuç ilişkisine ve zamana olan bağımlılığı ile dikkat çeker. Günümüzdeki “çağcılık” anlayışının temelini de bu inanış biçimi oluşturur. Hakikatin şartlara bağımlılığı olmadığı gibi, şartları şekillendiren yönü de vardır. Tevekkül, itaat veya isyan; çağın, hakikate teslim olması ya da isyanı üzerine bina edilen farklı motivasyonlardır. Hayır ve şerrin yaratılması (Allah’tan gelmesi); bu motivasyonların türüne göre sınıflandırılarak artış gösterir.
“Ve sema; Biz onu büyük bir kudret ile bina ettik. Ve muhakkak ki (onu) genişletici olan elbette Biziz.” (Hucurat Suresi 47. Ayet)
O (cc), hükmüne kimseyi ortak etmez. İster bireysel, ister ortak, isterse yapay zeka,olsun. Gayb alemi kimsenin veya hiçbir grubun tasarrufunda değildir. Her varlık, ancak O’nun yazdığı kaderi tasarruf eder. Her an genişleyen; ancak, her anın kendine müstakil bir anlam içerdiği bu ayeti kerime; ya geçmişe dair durağan bir ifade olarak algılanıyor; ya da bilim insanlarının “evrenin her an genişlediği iddialarının”, yüce kitabımız Kur’an’ı Kerim’de zaten var olduğunu ifadelendirmek için sadece bir tatmin unsuru olarak kalıyor.
Bizler; zaman zaman gayba dair konularda bile farklı yaklaşımları tez/antitez şeklinde yorumlayabiliyor ve bunun üzerinden tefrikaya düşebiliyoruz. Herhangi bir canlının, her an hücresel olarak bölünüp büyümesinden yola çıkarsak; Allah (cc)’nın, tüm varlıklar gibi, evreni de genişletmeye muktedir olması ile sürekli genişliyor olması arasında bir farklılık aramanın anlamı yoktur. Çünkü; kitabımız Kur’an, sadece bir dönemi değil, tüm zamanları kapsamaktadır. Dolayısıyla tüm zamanlar, her an, akan zamanı da içerir, içeriyor.
“De ki: “Ne kadar kaldıklarını en iyi Allah bilir.” Semaların ve arzın gaybı, O’na aittir. Onu (gaybı) en iyi işitir, en iyi görür. Onların, O’ndan başka dostları yoktur. Hükmüne kimseyi ortak etmez.” (Kehf Suresi 26. Ayet)
Allah (cc) gayb ile mazlum toplumların geleceğini muhafaza altında tuttuğu gibi, hakkı/hakikati de muhafaza edendir. O halde; gelecek zamanda olacaklar tüm yaratılmışlar için birer gaybdır ve hiçbir milletin, hiçbir emperyal güce biat etmesi, teslim olması, kaderi ölçünün doğal bir sonucu olarak düşünülmemelidir. Bu düşünce insanı kaderine isyana götürür. Bu da insanı saptırabilecek tehlikede bir inanıştır. Bir yerde; bir zulüm, bir sömürü varsa, bu belli bir plan doğrultusunda uygulanan ve gerçeğin üzerine artırılmış olarak yamanan; asıl olmayan, suni ve sapkın inanışa dayalı bir sonuçtur. Altından yapılı bir buzağıya tapmak gibidir… Hakkın üzerinde titreşimler yayan, baskın bir sesten korkmanın, sinmenin sonucunda yaşananlar/yaşatılanlar zulüm ya da zulmü var eden parçaların cüzleridir.
“Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan işledikleriniz boşa gider.” (Hucurat Suresi 2.Ayet)
Geçmiş toplumlara ve yaşanmışlıklarına dair olumlu/olumsuz şartlara ve değerlerimize, top yekün gericilik yaftası vurmak ya da geçmişi hakir görmek, günümüzde karşılaştığımız değişimleri ileriye götürücü bir düşünce iklimine sokmuştur. Bu, aynı zamanda içinden beslendiğimiz müktesebatımıza karşı da ölçüp biçmeksizin, hakikat içeren değerlerimize, haksızca ses yükseltmek olarak da algılanabilir.
İnsanın dünyayı yanlış/tuğyani şekilde tasarrufu, hem kendi varlığı üzerinde, hem de yaşadığı alemdeki diğer varlıklarla olan etkileşimini (ekolojisini) tahrip eder hale gelmiştir. Bu kadar tahribata rağmen, hayat gerçekliği olarak ifade edilen insani değerler, ekonomik şartlara bağıl halde dönüşerek, aynı geçerlilikte yürütülmektedir. Faydalanmakta olduğumuz dünya alemindeki varlıkların, ekonomik dengeler üzerinden evrensel bir gerçeklik şeklinde değerlendirilmesi, diğer tüm bilimlerin üzerine tahakküm oluşturmuş ve sosyolojik yayılımı tanzim eder duruma gelmiştir. Terör, savaş, iç karışıklıklar gibi toplumları tahrip edici etkiler bu temel anlayışın dolaylı ya da direkt sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.
“Size bir musîbet isabet ettiği zaman işte o, ellerinizin kazandığı (yaptıklarınız) sebebiyledir. (Musîbetlerin) çoğunu affeder (gerçekleştirmez).” (Şuara Suresi 30. Ayet)
Bu silsileyle oluşan anlayışa, fıtri veya doğru bir anlayış demek mümkün değildir. Doğru bir düzen tanımlamasında, değil hiçbir varlığa zarar verme eylemi, fikri dahi olamaz. Hiçbir varlık sistemi, kurulum ya da işletim aşamalarında, dolaylı da olsa, doğal mizana zarar veremez, vermemelidir. Gerçek anlamda varlığı korumak ancak bu anlayışla sağlanır.
Canlılarda bunun en güzel örneğini arılarda görebiliriz. Bir işçi arı, kendi hayat ve yaşam dengesinin korunması için her tür riske açık olarak gezinir etrafı… Çiçeklere konar, böceklerle dalaşır, insanların ve tüm varlıkların arasında uçuşur. Herhangi bir canlının onu istemediği yerde yeterli tehdidi hissettiğinde ise uzaklaşır oradan. Ancak yuvasını/neslini tehdit eden bir misafire asla tahammül göstermez.
Çünkü; evinin/neslinin yani, geleceğinin güvenliğini ölümü pahasına korumak ona vahyedilmiştir. Varlıklarını ana (kraliçe) arı ile sürdürürler. Çünkü; o, tektir ve üretken olandır. Gelecek neslin de teminatıdır. Onun herhangi bir fonksiyonunun sekteye uğraması, gelecek nesiller açısından telafi edilemez sonuçlar doğuracaktır.
Gerçekten, insanın tasarruf alanı olan, doğadaki mizana zarar verecek, herhangi bir denge değişikliği de bizden sonraki nesillerimiz açısından telafi edilemez bir kayıp olacaktır.
“Rabbin, bal arısına şöyle ilham etti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan (kovanlardan) kendine evler edin.” Sonra meyvelerin hepsinden ye de Rabbinin sana kolaylaştırdığı (yaylım) yollarına gir.” Onların karınlarından çeşitli renklerde bal çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir (toplum) için bir ibret vardır.” (Nahl Suresi 68-69. Ayet)
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…