Kadının derdi ne kadar büyük olursa gülüşü o kadar sıcak olurmuş, o dert güzelleştirirmiş onun yüreğini…
Öyle derler, bizim buralarda…
O derdin büyüklüğü neye göre ölçülür biçilir bilemem.
Fakat birinin gülüşünün sıcaklığını hissettim mi, anlıyorum ki derdi çoktur, güzelleşmiştir derdiyle….
Böğürtlen Masalı’ndan aldığım bu alıntıyı her okuduğumda gerçekliğini hissetmek çok sarsıcı gelir bana. Bir kadının derdi büyüdükçe yüreği nasıl güzelleşir, gülüşü etrafa sıcacık duygular saçan bir güneş gibi nasıl dirilik verir…
Oysa ki biz zamanın kadınları olarak derde kaldı da kanser oldu yahut bu dert onu kanser edecek deriz .Oysa ki derdi ne kadar büyükse gülümsemesi o kadar büyük olacak, kalbi güzelliği ile tarihe mal olacak kadınlar var edermiş.
Bu sözler ile örtüşen tarihi delillerimiz var. İslam tarihine baktığımızda Hz.Hatice , Hz.Meryem , Hz.Fatıma ,Hz.Asiye annemizi görürüz. Batı literatürüne baktığımızda Maria Montessori, Rachel Corrie vb.., gülüşünde ve kalbindeki guzellikte dertlerinin büyüklüğü ile uyumlu gidenler arasında rahatlıkla anılabilir.
Kimse onları asık suratlı ve kalbi kasvetli hatırlamaz .Halbuki en büyük dertlerin sahibi olarak yaşadılar ve nasıl bu dertlere rağmen bu denli güzel bir ün bıraktılar tarihin sayfalarına…
“Derman arardım derdime Derdim bana derman imiş” der ya Niyazi Misri Üstad. Sır buradan ifşa olur aslında ve diriltici bir iç muhasebe tekrardan başlar o anda.
Bugün toplum olarak hanım kişilerin dertlere karşı tepkilerini; öfke patlamaları panik ataklar ,kendinden vazgeçmişlik (antisosyal), depresif, agresif, obsesif kompulsif haller olarak görüyoruz.
Adı yanlış konulan bir şeylerin peşinde her yanı kabiliyet ve bin cevher olan kadınların ömrü heba oluyor. Yanlış nerede, ne yapmak gerekiyor?
Konforlu yaşama arzusu, bizi yanlış şartlanışlara sevk ederek içe doğru kemâlat yolculuğumuza zarar verdi. Kaliteli yaşama idealimizi yok etti.
Kaliteli yaşama ideali, anı fırsat bilmek, ana düşen acı , sevinç her ne olursa olsun onu insanlığa, neslimize, tabiata, nebatata , hayvanata rahmet döngüsüne çevirebilme idi .Bunun için de sahip olduğumuz her şeyi sonuna kadar kullanmamız gerekliydi. Konfora bağımlılık sahip olduklarımıza hükmetme yeteneğimizi de engelledi.
Sahip olduklarımız sahibimiz oldu…
Oysaki bize konfor değil huzur lâzım. Öyle ki derdimiz şifa ,güzellik ve tebessüm olsun. Hayatın her an tadını çıkarmak olarak!! yorumladığımız yaşam sebebimiz, eğlence ve keyif olgusu o anları yakalayamadığımızda bizi huzursuzluk cenderesi içerisinde boğdu. Böylece huzurumuz bozuldu.
Modern hayatta konforumuzu bozan dertlerimiz zihnî kodlarımızda yanlış tanım bulunca; dinimiz, peygamberimiz, ailemiz, eşimiz, evlatlarımız, akrabalarımız, işimiz, sorumluluklarımızla baş etmek ve derman edinmek yerine onlarla savaşmaya başladık.
Öfke duyduk ,kaçtık o şifa kaynaklarından…
Kaçmak çare midir? Çaresizlik midir ?
İnsan dertlerinden kime kaçar ve kimle halledebilir…
فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ(zariyat50)
Fefirru İlallah,Allah’a kaçınız gerçeğini unuttuk.
Öfke, başka birinin hatasından dolayı kendimize verdiğimiz bir cezadır. Biz kendi kemal yolculuğumuzu kaybettikçe başkasına suç bularak öfke krizlerine tutulduk. Tabii bir sonucu olarak hastalıklara kaldık. Gülümseyen, gülümseten, güzel bakan kalplerimizi yitirdik. Dertlerin fırtınalı okyanusunda gemimizi alabora ettik.
Sabırsız, saldırgan, cimri ve enaniyet sahibi hallerimiz bizi çorak bir toprağa çevirdi adeta. Oysa ki gülistanlar bizde biter, gül kokular bizden etrafa yayılmaya ne kadar yakışırdı.
Ruh dünyamızın bir başka yönüne, bir hadis-i şerifle nazar edelim: “ İnsan ihsanın kuludur” der Efendimiz Hz Muhammed sav.
Kontrol edilemeyen öfkemiz ve huzursuzluk halimiz, fıtri olarak kendinden binlerce nimetin yetiştirildiği verimli bir tarlaya benzeyen cevherimizi kuruttu. Rabbe , Nebii’ye ,dine, nefsimize, eş, aile, dost ve tüm yaradılana ihsanda bulunma hasletimizi kuruttu.
Ne ağaç bir anda büyür ne meyve bir anda çıkar. Ne yumurta hemen kuş olur, ne de nutfe bir anda insan haline gelir.Biz bu hakikati ne vakit unuttuk da sabrı kuruttuk.
O halde bu Ramazan tekrar kendimize bir revize edelim unuttuğumuz cevherlerimizi hatırlamaya gayret edelim .Acele etmemek, sebeplere tam riayet ettikten sonra neticeyi sabırla beklemek de fıtrata uymak demektir. Bu sabrın sonu huzurdur, tebessümdür.
Acelecilik fıtrata zıttır ve sonu hüsrandır. İnsan bu kâinatın meyvesi olduğuna göre, bu meyvenin kendi ağacına ters düşmesi, ondan ayrı bir yol takip etmesi fıtrata zıttır ve onu hüsrana götürür.
Derdimizin dermanı ve Resûl-i Zişan gibi mütebessim çizgiler taşıyan nurlu çehreleri var etmesi , Mübarek Ramazan-ı Şerifi’mizin bizi mübarek etmesi dileklerimizle 🕊️
ŞEBNEM DİKTÜRK