Çalışmalarını beğeni ile izlediğimiz Mirat Haber Ajansı’nın haberinden bir alıntıyı okuyalım:
“ 95 yaşındaki siyasi mücadele adamı ve efsanevi Malezya başbakanı Dr. Mahathir Mohamad, Malezya’daki kadınların bir gün başbakanlık makamına gelebileceğini belirtti. Ancak eski başbakan, kadınların ülke yönetiminde daha önemli roller oynayabilmesi için bu sürecin biraz zaman alabileceğini öngörüyor. Mahatir, gelişmiş ülkelerde kadın başbakanların seçildiğini ve aynı zamanda kadınlara liderlik rolü veren ilk kişiler arasında olduklarını ifade etti. Belki şu anda Malezya başbakanı olamayabilirler, ancak halihazırda ağır sorumlulukları olan çok yüksek mevkilerde kadınlar var ve aslında harika bir iş çıkarıyorlar dedi. Dr. Mahathir, günümüzde kadınların geniş bilgiye sahip olduklarını ve deneyim açısından zengin olduklarını vurgulayarak onları ulus inşa sürecine önemli katkılar olarak niteledi…”
Allah şanını artırsın Aziz Peygamberimizin irtihalinden sonra Müslümanların yönetimini, onun yetiştirdiği seçkin sahâbilerinden ve aynı zamanda kayın pederleri olan Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer ile damatları olan Hz. Osman ve Hz. Ali üstlendi.
Emevilerle birlikte başlayan, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılarla birlikte devam eden ve usulde İslam dışı olarak niteleyebileceğimiz babadan oğula yönetim sistemleri Müslümanları temsil eder oldu.
Ümmetimizin, hanedanlarca onaylananları dışında erkekleri bile yönetimde yer alamazken kadınlarının alamaması doğaldı. Ama kadınların yönetim kademelerinde yer alamaması, Kur’ân ve Sünnet’in onları dışlaması sebebiyle değildi. Bütün dünyada olduğu gibi asırların teamülü, erkek egemen yapının onları dışlaması ve kadın doğasının bir tür tezahürüydü.
Peygamberimizin yetiştirdiği bilgin eşi Hz.Aişe’nin siyaset amaçlı kılıç kuşanması ve Hz. Fatıma’nın ölümüne dek Hz. Ebû Bekir’e biat etmemesi haklı olarak yönetimde pay sahibi olduklarına inanmalarından kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Bu sebeple Dr.Mahathir Muhammed’in sözleri tarihi seyir çizgisinde yenilikçi bir görüş anlamını ifade ediyorsa da Kur’ân ve Sünnet ölçüleri içinde tabii görülebilir bir durumdur.
Biz bu vesile kadın konusunda yaptığımız çalışma içinde yer alan ve kadının siyasi hayata katılmasına ilişkin bölümünü sunuyoruz.
Siyasî hayata gereğince dahil olamamaları da kadınlara ilişkin problemlerden biri olarak görülmektedir. Bu durumda sorulması ve cevabı aranması gereken soru şudur:
Bir önceki maddede Al-i İmran 104’e göre kurulması önerilen ve savunulan sivil toplum örgütleri, kadınların siyasete katılmaları ve yönetimlerde yer almalarını da amaçlamalı mıdır?
Erkekle kadın arasındaki farkların kültürle giderilebileceği yargısıyla kadını diğer bütün toplumsal alanlar gibi siyaset alanına taşımak istemenin yanlışlığı kabul edilse bile, yarısını oluşturdukları toplumlarının yönetiminde yetkilendirilmeleri gereğini savunma meşrû görülebilir. Çünkü yönetimler kadın duyarlılığına ve onların verebilecekleri bilimsel, sanatsal ve estetik katkılara muhtaçtırlar.
Seçme, seçilme ve yönetme anlamına siyaset özel yetenek isteyen bir alandır. Bu alan, ilmî birikimi, ileri görüşlülüğü, organize edebilme, acil ve ölümcül kararlar alma yeteneğini, beden ve irade gücünü gerektirir. Mücadele ve sabır ister, âdil şiddete de muhtaçtır. Dolayısıyla erkek veya kadın vasıflı insan gerektirir.
Erkeklere nazaran daha az olsa da her toplumda bütün bu vasıfları taşıyan kadınlar vardır. Böyle iken târihî farklı inanç-kültür toplumlarında ve hatta modern toplumlarda bile kadın siyasetçilerin-yöneticilerin azlığı da bir vâkıadır. Bunu nasıl yorumlayacağız?
Peygamberlerin yönettiği adaletli toplumlarda bile bu gerçek değişmediğine göre,
biz kadınların siyâsî hayat içine giremeyişlerini, erkek egemen anlayışın hakimiyeti ve baskısından daha çok tarihî şartların olumsuzluğuna ve öncelikle de kadının doğal özelliklerine bağlıyoruz.
Pek tabîidir ki bu tespitler, toplumsal şartlar ve talepler gerektirdiğinde kadınının siyasî hayata yönelemeyeceği ve yönetim görevi üstlenemeyeceği anlamına gelmemektedir. Kadınlar özgür bırakılmalı, engellenmemeli, fakat pozitif ayırımcılığa da gidilmemelidir.
Anlayışımıza göre İslâm da bu çizgiyi izlemektedir. Fıtratı doğrultusunda kadın için ev merkezli bir toplum hayatı önermekle birlikte onu özgür bırakmıştır. Geniş insanlık coğrafyasında yer yer ve dönem dönem ihtiyaç duyulabileceği için de –aşağıda açıklanacağı üzere- kadının siyasî hayatın aktif ve yönetici bir unsuru olmasını onaylamıştır.
Kur’ân’da erkeklere özgü olduğu açıklanmadıkça kullanılan eril kipler kadınlara da şâmildir. Bunun konumuz özelindeki anlamı seçme ve seçilmeyi de içine alan siyasî hayata vucût ve yön verici Hayr’a çağrı, Mârûfû emredip Münker’den sakındırma; adalet, liyakatlileri tavzîf ve şûra (danışma ,seçme-seçilme) gibi Kurânî görevlerle kadınların da yükümlü oldukları ve bu görevlere bağlı haklara da sahip oldukları hakîkatidir.[1] Kaldı ki, Tevbe sûresinin 71. âyeti kadının toplumunu temsil edebilir olma niteliğine daha bir açıklık getirmektedir. Bu âyette şöyle buyrulur:
“Mümin erkekler ve kadınlar birbirlerinin Evliya’sıdır: Onlar birbirlerini temsil edebilir ve birbirleri adına tasarrufta bulunabilirler. Onlar (bu yetkilerine dayanarak) Ma’ruf olanı emredip gerçekleştirmeye çalışırlar, Müker’den de (güçleri ölçüsünde sözlü ve fiilî olarak) sakındırırlar. Namazı birliktelik içinde kılar ve zekâtı verirler.(Hayatı düzenleyici emirleri ve yasaklarında) Allah’a ve Resûlü’ne itâat ederler. Onlar Allah’ın kendilerini merhametiyle kuşatacağı insanlardır. Hiç şüphesiz Allah karşı koyulamayacak güç sahibidir ve neylerse güzel eyleyendir.”
Âyette geçen “Evliya”, “Velî” kelimesinin çoğuludur. Velî yönetimi üstlenme anlamına gelen Vilâyet’tendir; temsil eden ve hukûken tasarrufta bulunabilen kişi anlamına gelir.[2] Bu sebeple mümin erkekler mümin kadınların, mümin kadınlar da mümin erkeklerin velîsi olabilir. Erkekleri siyasî yönden temsil edebilir ve yetkilendirildikleri makamlarda onlar adına tasarrufta bulunabilir. Daha açık bir anlatımla kadınlar da seçilebilir ve yönetebilirler.
Kur’ân’da Sebe’ Melîkesi Belkıs’ın danışmayı önceleyen idarî özelliklerine ve zulüm karşıtlığına değinilerek yöneticiliğinin onaylanır bir dille anılması, yukarıda özetlenen vilâyet görevi ve hakkını pekiştirmektedir.[3]
Peygamberî Yasak ve Yorumu
Özetlenen Kur’ânî yaklaşıma rağmen İslâm kültür havzasında kadınların siyasî hayata girmesine soğuk bakılması ve yöneticilik üstlenmesine karşı çıkılmasının sebebi de hiç şüphesiz Peygamberimizin belirgin bir olaya ilişkin olan hadîslerinin- Kur’ân dikkate anılmadığı için- genel nitelikli bir yasak olarak görülmesidir.
-Allah şanını artırsın-Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Yönetimlerini kadına veren hiçbir toplum felah bulamaz/başarıya ulaşamaz.” [4]
Hadîsler genel olarak bağlamından koparılarak anlam olarak aktarılmaktadır. Bu sebeple, anlamı sunulan sözlerinin Allah’ın Resûlü tarafından aynen söylenildiğinin kabul edilemeyecek oluşu bir tarafa bu hadîs, -bize göre-yukarıda açıklanan Kurânî bilgilerle de çelişmektedir. Bu sebeple mezkûr hadîsi söylenildiği bağlamı içinde şöylece değerlendirmek gerekir:
Bu hadîs, İran Kisrası’nın öldürülüşü sonrasının karmaşıklık döneminde, gerekli yeteneklerden yoksun donanımsız kızının tahta geçirilmesi sebebiyle İranlılara yönelik olarak yapılmış bir açıklama olsa gerektir. Eğer böyle değilse bir başka özel sebep altında söylenilmiş veya siyasi bir çıkar amaçlı olarak uydurulmuş olabilir. Hiç şüphesiz, doğruları en iyi bilen Allah’tır.
Kadınların siyasî hayata katılımları konusunda sonuç olarak söylenebilecek olan şudur:
Fıtrat-İslâm çizgisinde hayatın tabîi akışı korunmalı; onlar için pozitif ayırımcılık yapmaktan ve dîn adına engelleyici olmaktan da sakınılmalıdır. “
[1] Âl-i İmran 104, 159; Mâide 8; Nisâ 58
[2] Bak.Müfredat Velî maddesi.
[3] Neml 32,34-35
[4] Buhârî Meğâzî 82