Yıllardır zulme ve haksızlığa duyarlı Müslümanların katılımıyla ülkemizde Filistin mitingleri düzenlenmektedir. Bu mitinglerde İsrail zulmü lanetlenerek Filistinli mazlumlara dua edilmektedir. Çocukluğumuzdan beri belki de en çok duyduğumuz, duymakla da kalmayıp sürekli tekrarladığımız sloganlardan biridir “Kahrolsun İsrail! Yaşasın Filistin!”
İslâm dünyasında bu sloganın atılmaya başladığı 1948 yılında Filistin topraklarının %95’lik kısmı Filistinlilerin, geri kalan %5’lik kısmı ise İsraillilerin elindeydi. Bugün bu oran tam tersine dönmüş; mevcut haritada bu toprakların %95’i İsrail tarafından işgal edilmiş, sadece %5’i Filistin halkının elinde kalmıştır. Bu sonuca baktığımızda, atılan sloganların ne İsrail’i kahretmeye ne de Filistin’i yaşatmaya yetmediği anlaşılmaktadır. Öyleyse Filistin için daha gerçekçi politikalar üretip uygulamaya ihtiyaç vardır. Peki, bu konuda neler yapılabilir?
Dünya gezegeninde Müslümanlar için Mekke ve Medine’den sonra en önemli şehir Kudüs’tür. İslâm coğrafyasının kalbi olarak kabul edilen Kudüs’ü bağrında barındıran Filistin ile duygusal bağın korunması ve bu toprakların işgalden kurtulması için duaya devam edilmesi büyük bir erdemdir, büyük bir sorumluluktur. Çünkü bu durum, Filistin halkıyla inanç kardeşliğinin bir gereği olmanın yanında, İslâm ülkeleri yönetimlerinin kangrene dönüşmüş bu soruna karşı daha duyarlı olmasını sağlamaktadır. Ancak bunun tek başına yeterli olmadığı da bir gerçektir.
Filistin’in özgürleşmesi konusunda en büyük sorumluluk başta Filistin halkına düşmektedir. Filistin halkı her şeyden önce Kur’an-ı Kerim’in; “Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın, dağılıp parçalanmayın!”[1] “Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider. Bir de sabredin, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”[2] gibi emirlerine uyup, kendi aralarında birlik ve bütünlüğü sağlamalıdır. Filistin devletinin başında bulunan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile Filistin halkının özgürlük mücadelesinin bayraktarlığını yapan Hamasın bir araya gelip dünya Müslümanlarına ve insanlığa birlik ve beraberlik mesajı vermesi ve Filistin Devleti çatısı altında güç birliği yapması şarttır. Birbirinden bağımsız hareket eden bu iki grup arasında ayrılık devam ettiği sürece Müslümanların Filistin’e yapacağı her türlü yardım ve desteğinin eksik kalacağı bilinmelidir. Filistin’de birlik sağlandıktan sonra İsrail’e karşı yürütülecek diplomasi ya da savaşın daha etkili bir sonuç doğuracağı ise kesindir.
Hamasın FKÖ’den bağımsız olarak gerçekleştirdiği saldırılar, ne yazık ki Filistin halkından çok İsrail’in işine yaramaktadır. Katil İsrail Hamas’ın saldırılarını gerekçe göstererek Filistin halkına karşı orantısız güç kullanmaya, başta Gazze olmak üzere Filistin halkının yerleşim yerlerini yakıp yıkmaya ve işgal ettiği toprakların miktarını daha da artırmaya devam etmektedir. Bu yetmiyormuş gibi, dünya ülkelerine kendisini mazlum, Hamas’ı da zalim ve saldırgan olarak göstermeye gayret eden İsrail’in oluşturduğu algı operasyonu, bazı emperyalist ve kukla devletler tarafından da karşılık bulmaktadır. Nitekim ABD’nin öncülüğünde pek çok devlet peş peşe İsrail’e destek açıklamasında bulunmaktadır. Bu devletlerin silah ve mühimmat desteğiyle zalim İsrail daha da zalimleşmekte, Filistin halkına ateş kusmaya devam etmekte ve olan gene gariban Filistin halkına olmaktadır.
Hamas’ın cihad adıyla yürüttüğü faaliyetlerde strateji değişikliğine gitmesi ve FKÖ ile birleşip kendi halkına ve dünya kamuoyuna güçlü bir Filistin imajını yansıtması önemlidir. Peygamberimiz’in; “El harbu hudatun/Harp stratejidir” hadisi, Filistin davasının başarısında önemli bir ilke olarak benimsenmelidir. Bu ilke gereğince, atılan bir adımın Filistinlilerin faydasına mı yoksa zararına mı olduğu iyi düşünülmeli, plansız, programsız ve başarılı olma şartları oluşturulmadan yapılan her girişimin fayda yerine zarar getirdiği bilinmelidir. Mazlumların hakkını savunmak için cihat etme amacıyla da olsa, başlatılan bir girişimin sonuçta kime yaradığı iyi düşünülmelidir. “Harp stratejidir” hadisinden de bunun böyle olması gerektiği anlaşılmaktadır.
Bir toplumun üzerinde yaşadığı vatan toprağı sistematik bir şekilde işgal ediliyor ve Filistin halkı göz göre göre soykırıma uğruyorsa bu bir insanlık suçudur. Dolayısıyla Filistin’in işgali, sadece Filistin halkının değil, başta Müslümanlar olmak üzere tüm insanlığın bir sorunudur. Açıktan işlenen bu suça karşı başta Birleşmiş Milletler ve İslâm İşbirliği Teşkilatı olmak üzere tüm insan hakları savunucusu örgütlerin bu konuda duyarlı olması ve yaşanan zulüm karşısında sesini yükseltmesi gerekir.
İsrail zulmünü önlemek ve yıllardır savaşa sahne olan bu topraklarda barışı sağlamak insanlığın ve özellikle de Müslümanların temel görevidir. Bu konuda öncelikle güçlü bir diplomasi yürütmeye ihtiyaç vardır. Dünya ülkeleri içerisinde bu diplomasiyi yürütmeye en uygun ülkenin de Türkiye olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Türkiye, Filistin halkıyla geçmişten gelen tarihsel, kültürel ve duygusal bağlara sahip olmanın yanında, İsrail devletiyle de bazı stratejik ilişkiler yürütmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla bu iki ülke arasında etkin bir diplomasi yürütme konusunda Türkiye’den daha uygun bir ülke yoktur. Türkiye bu konudaki avantajını öncelikle Filistin’deki grupları birleştirme yolunda değerlendirmeli, ardından yıllardır kan ve gözyaşının kesilmediği bu coğrafyada kalıcı bir barışın sağlanması konusunda gösterdiği iradeyi ve yürüttüğü çabaları daha da artırmalıdır. Dünya ülkelerinin de desteğini almaya yönelik güçlü bir diplomasi ağı kurmak, bölgesel ve küresel bir güç olma yolundaki Türkiye için hiç de zor değildir.
Diplomasiyle sağlanacak barışın önemi, Kur’an-ı Kerimde de vurgulanmaktadır. İlgili ayetlerde şöyle buyurulmaktadır:
“Eğer inananlardan iki grup birbiriyle çarpışacak olursa, onların arasını bulup barıştırın. Onlardan biri diğerine karşı saldırganlığa devam ederse, barışa dönünceye kadar o saldırgan grupla çarpışın. Bundan vazgeçerlerse iki grubun arasını adaletle düzeltin ve âdil olun. Çünkü Allah adaletli olanları sever.”[3]
“Eğer onlar barışa yanaşırsa sen de yanaş. Allah’a güvenip dayan, çünkü O, her şeyi işitip bilendir.”[4]
“Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.”[5]
Eğer yürütülecek diplomatik faaliyetler iki toplum arasında anlaşmayı ve barışı sağlamaya yetmezse, geriye tüm Müslümanların desteğine dayalı etkili güç kullanmaktan başka bir çözüm yolunun kalmadığı anlaşılmaktadır. Bu konuda Yüce Allah tüm Müslümanlara şu ayetleriyle emir buyurmaktadır:
“Size ne oluyor da ‘Ya Rab! Bizi şu zalim milletin elinden kurtar’ diye feryat eden biçare kadınları, erkekleri ve çocukları kurtarmak için savaşmıyorsunuz.”[6]“Haksızlığa uğrayanların savaşmalarına izin verildi. Allah onlara yardım etmeye elbette kadirdir.”[7] “Çünkü onlar, sadece ‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkartıldı.”[8] “Sen kendileriyle anlaşma yaptığın halde, onlar hiç çekinmeden her defasında antlaşmayı bozdular.”[9] “(Öyleyse) Sizinle savaşanlarla siz de savaşın; fakat aşırı gitmeyin. Çünkü Allah, aşırı gidenleri sevmez.”[10]
Sonuç olarak, Filistin sorununun çözümü konusunda hamasi duygularla slogan atmak yerine, daha etkili, tutarlı, adil ve sonuç almaya dönük politikaları tercih etmek gerekir. Aksi halde İsrail zulmü artarak devam edecek ve insanlığın vicdanı bu zulmün altında ezilmeye mahkûm olacaktır.
Prof. Dr. Hüseyin YILMAZ
[1] Âl-i İmran 3/103.
[2] Enfal 8/46.
[3] Hucurat 49/9.
[4] Enfal 8/61.
[5] Bakara 2/208.
[6] Nisa 4/75.
[7] Hacc 22/39.
[8] Hacc 22/40.
[9] Enfal 8/56.
[10] Bakara 2/190.
Hocam görüşlerinizi dikkate alınarak bir çözüm için gayret ederler inşallah.
Çok yerinde olan bu tesbitleri karar merciinde olanlar keşke dikkate alsa.