Dr. Vehbi KARAKAŞ
Sağ tarafa yatma sünnetini icra ettikten sonra, kalbimin ahenkli sesini ve intizamlı atışlarını dinlemek için bazen sol tarafıma dönerim. Dinlerim dinlerim dinlerim. Dinlerken düşünürüm, hayretten hayrete düşerim. Nasıl hayrete düşmeyeyim ki, anne rahmine düştüğüm günden bu tarafa bu kalp, 67 yıldır bir an dahi durmadan, dinlenmeden muntazam çalışıyor; hem de iki heceli “Allah” lafzına uygun bir ritimle Allah Allah Allah diyerek. Siz de kulağınızı kalbinize verin, aynı sesleri siz de duyacaksınız.
Kalbi yapana, yaratana, ona bu ayarı ve bu kıvamı verene aşk olsun, sonsuz hamd ve senalar olsun. Kalbin bu ahenkli zikri, inanan insanın Allah’a olan aşkını ve sevdasını artırıyor. Düşünüyorum: Çalışan ve vakitleri muntazam gösteren bir saat için: Nasıl “kendi kendine yapıldı, kuruldu, ayarlandı” diyemiyorsam; muhteşem bir düzenle çalışan kalbim için de: “Kendi kendine yapılmış, yaratılmış, kendi kendine çalışıyor” diyemiyorum. Zaten aklı başında bir insanın bunu deme imkânı yoktur.
Bedenim bir fabrika, içindeki organların her biri bir memur. Hepsinin ayrı ayrı çok önemli görevi var, ama hepsinin çalışması kalbin düzenli çalışmasına bağlanmış. Böylesine itaatkâr memurları, özellikle de motor gibi bir kalbi içinde taşıyan bir insanın, yaratıcısına baş kaldırışını, isyanını ve inkârını da anlayamıyorum. Yapay bir kalbin ustasını kabul edip, yapay bir kalp takan doktora bin teşekkür eden insanın, hakiki kalp yapan, yaratan, ağrısız ve ameliyatsız bir operasyonla sinelere yerleştiren Allah’a minnet ve şükran borcu olduğunu hissetmeyen insanın insan olduğunu anlamakta zorlanıyorum.
Galiba böyleleri için Allah buyuruyor:
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَث۪يرًا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۘ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ
اَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اٰذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ
اَضَلُّۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
“Yemin olsun ki, cin ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır; bu kalblerle gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır; onlarla görmezler (ibret almazlar). Kulakları vardır; onlarla nasihat dinlemezler. İşte bunlar, hayvanlar gibidir; doğrusu daha sapık ve şaşkındırlar. Gafil olanlar da işte bunlardır.”[1]
Bunlar, Allah’ın verdiği dille konuşuyorlar, ama “Allah” demiyorlar. Allah’ın verdiği gözle bakıyorlar, ama Allah’ın eserlerini görmüyorlar. Allah’ın verdiği aklı kullanıyorlar, ama aynı akılla Allah’ı inkâr ediyorlar. Bu kadar kendilerini zay etmiş, mantıksızlığa mahkûm etmiş insanlar, bir de “bilim adamıyım” diye hava atıyorlar, çaka satıyorlar. Bu kadar basit bir meseleyi anlayamayan, yaratıcısını bilemeyen ve bulamayan, Ona karşı görevlerini yerine getirmeyen insan, bilim insanı olabilir mi, insanlık mertebesinde kalabilir mi?
Bütün saatler, hal dilleriyle nasıl: “Bizi biri kurdu, bizi biri kurdu” diyorlarsa; aynı şekilde bütün kalpler de düzenli atışlarıyla: “bizi Allah yarattı, bizi Allah yarattı” diyorlar. Yaratıcılarının Allah olduğunu ilan ediyorlar. Onların bu ahenkli atışlarını ve hikmetli hizmetlerini gören gözlerim, daha fazla dayanamıyor, sevinç damlalarını akıtmaya başlıyor. Dudaklarımdan da bir arifi billahın:
“Sübhâne men tehayyera fî sun‘ihi’l-ukùl
Sübhâne men bikudretihî ya‘cizü’l-fuhûl[2]
Mısraları dökülüyor. Yani: “Ey sanatında akılları hayrete düşüren Rabbim! Ey üstün görünenleri âciz bırakan Rabbim! Seni her türlü kusurdan uzak tutar, müşriklerin şirkinden, anlayışsızlığından seni tenzih ederim.”[3] diyorum.
Ve yine diyorum: Nu büyük hikmetlerin, ne güzel icraatların var Allah’ım! Beni uyutuyor, dinlendiriyorsun, kalbimi uyanık tutuyorsun! Ya o da benim gibi uyusaydı halim ne olurdu? Bu kusursuz ve hikmetli icraatından dolayı sana sonsuz hamd ve senalarımı, övgü ve şükranlarımı arz ediyor ve yalvarıyorum: “Allahım bana eşyanın hakikatini göster.” Göster de hiç gaflete düşmeyeyim, seninle olmanın ve seni bulmanın sevinciyle hep böyle ağlayayım, çağlayayım ve aşkınla gönülleri dağlayayım.
“Ağlayın su yükselsin, belki kurtulur gemi,
Anne seccaden gelsin, bize dua et emi.”[4]
[1] A’raf, 7/179; Furkan, 25/44
[2] Ziya Paşa. (ra)
[3] Bkz. Haşr, 59/23
[4] Necip Fazıl Kısakürek (ra)