islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,5031
EURO
36,4292
ALTIN
2.955,81
BIST
9.302,94
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

Kalıcı Hastalıklar Dahî Uhrevî Yönüyle Geçicidir III

Kalıcı Hastalıklar Dahî Uhrevî Yönüyle Geçicidir III

Dünya, insanoğlu için geçici bir mekândır. Eninde sonunda her yaşayan varlık, ölümle şu veya bu şekilde tanışacak ve ölümün tadını alacaktır. Dolayısıyla bazı tedavisi mümkün olmayan kronik hastalıklar, bir ömür boyu devam edeceğinden ötürü her ne kadar “uzun dönemli” veya ‘kalıcı’ sıfatlarla tanımlanıyorsa da uhrevî yönüyle geçici bir süreçtir. Evet, ahiret perspektifinden bakıldığında, ne kadar uzun sürerse sürsün hastalık dahî geçici bir durumdur. Ölümle birlikte sıkıntı ve acı veren bütün hastalıklar, bir gün son bulacaktır. Hayat ise ölümden sonra da ruhumuzun varlığı sayesinde bu dünyaya ait bütün sıhhî sıkıntılardan kurtulmuş olarak devam edecektir.

Başa gelen küçük veya büyük musibetler, nihayetinde fırtına gibi gelip geçici şeylerdir. Onlar belki kasıp kavurur, yıkar, döker, ama en sonunda huzur ve rahatlık getirir. Hastalık hâlinin doğurduğu gam ve keder de aslında bizi bizden alır, benliğimizin ötesine götürür. İnsanların birçoğu, yaşlanmadan dünyanın ve gençliğin hep kalıcı olduğunu tasavvur eder. Allah’ın emirlerini yerine getirmeyen ve ahirete hazırlanmaktan uzak duran insanlar, genelde tevehhüm-i ebediyet tuzağına rahatlıkla düşebilir. Tevehhüm-i ebediyet, yani dünyada ebedî olarak yaşamak arzusunun ötesinde dünyanın ebedî hayat olduğunu zannetme algısı, aslında derin bir manevî hastalıktır. Özellikle hep sağlıklı bir biçimde ebedî bir hayat yaşayacağını zanneden gaflet içinde olan birçok genç, hiç ölmeyecekmiş gibi evham ve hırs ile sadece bu dünyaya ve dünya menfaatlerine yönelmektedir.

Gençler, bu dalalet neticesinde, ilerleyen yaşlarında da ölümü, çoğu zaman ya görmezlikten gelme, ya da yok sayma eğilimini göstermektedir. Eğlenceli ve coşkulu gençlik dönemi, insanı yavaş yavaş terk etmeye başladığında yaşlanan kişi, dünya hayatının akıp gittiğini ve bunun karşısında insanın çaresiz kaldığını bazen görmeye başlar.

Biraz tefekkür edebilen insan, en geç olgunluğun zirveye ulaştığı yaşlılık hâlinde hayatta çok ilgi gösterdiği dünyevî alışkanlıkların ve müptela olduğu fâni şeylerin geçiciliğini ve bir derece de önemsizliğini anlamaya başlar. Yaşlı ve aciz insan ise, belki de haricî manevî desteklerin bir yansıması olarak geçmişine baktığında ve geleceğini düşündüğünde bir iç muhasebe yapacak ve insafa gelebilecektir. Bu süreçte yaşlılığa bağlı hastalıklara yakalanan ve vicdanı ile baş başa kalanların zihninde birçok soru ortaya çıkacaktır:

“Madem cismen fâniyim, yakında öleceğim, benim gibi ölüp gidecek bu fânilerden bana ne hayır gelebilir?” “Madem ben acizim, hastayım, az çok benim gibi aciz ve hasta olan diğer insanlardan ahiret adına ben ne bekleyebilirim?” “Ölümü hissetmeye başladım. Ya ahiret varsa. Ahirette benim durumum ne olacak? Günahlarımdan ve ihmallerimden dolayı yoksa Cehenneme mi gireceğim? Dünyada Cennete girmeye hak edecek neler yaptım ben?” “Neden derdime çare bulacak, kalbimi rahatlatacak, manevî ufkumu açacak, ahirette kurtuluşumu sağlayacak, hastalıklardan beni kurtaracak kudreti sonsuz bir ilâhî güce teslim olmayayım?”

İşte bu kalbî düşünceler sayesinde özellikle hasta ve yaşlılar, ölümün karanlık yüzünü görmekten ziyade asıl nuranî simasını görmeye başlar. Hastalık ve yaşlılık, bu yönüyle dünyanın geçiciliğini ve ölümün de hakikat boyutunu gösteren son bir ikaz dönemidir. Aslında her yönüyle ilahî nimetlerin yansıtıldığı bir dönemdir hastalık ve yaşlılık. Özellikle ileri yaşlılık durumunda ve bununla birlikte geriyatrik hastalıkların artarak ortaya çıkması ile ahiretin ve ilâhî nimetlerin varlığı kendisini daha da hissettirecektir.

Meselâ bir insanın yaşlılık ve hastalık hâlinde gençlik tehlikelerinden uzaklaşması, bazı günahları işleyememesi, durumuna dair dünyevî ve uhrevî zarar ve faydaları görebilmesi, dinî vazifelerini hatırlaması ve tövbeyi bir fırsat olarak algılaması, uhrevî boyutuyla kişinin lehine olduğu için manevî bir avantajdır. Yaşlanmanın ihtarıyla ve kronik hastalığın acizliğiyle ölümü ve ölüm sonrasını hatırlayan ve bundan dolayı da imanını korumaya yönelen bilinçli bir insan, sırf bundan dolayı Yaratan’a hep şükretmelidir.

Bu hakikati gören bir insan, gençliğini ve sağlığını kaybetmekten dolayı üzülmekten ziyade hastalık hâlinden bile memnun kalabilir. Memnun kalabilir, çünkü bu hakikat, kişinin dünyevî endişelerine ve dertlerine hem derman, hem de merhem olacak niteliktedir. Bu hakikat sayesinde kişi, dünyanın geçiciliğini ve dolayısıyla ehemmiyetsizliğini idrak edebileceği gibi ölümün de hiçlikten ve yok olmaktan ziyade kalıcı saadete giden Rahmet yolu olduğuna tam olarak iman edebilir.

Hastalık, Yaratan’ın Kudretini Gösteren Bir Durumdur

Maddî hastalıklar ve fizikî engeller, gaflet perdelerini yırttığı gibi, kişinin Yaratanın karşısındaki aczini ve zaafını daha berrak bir şekilde göstermektedir. Yaratanın karşısında aczini anlayan imanlı bir insan, Allah’ın kudretini ve rahmetini daha iyi hissetmek suretiyle kulluk görevini daha bilinçli ve ihlâslı bir şekilde yerine getirebilecektir. O hâlde, bir insanın itikadını düzelten, imanın nurlanmasına ve kuvvetlenmesine yol açan, hayatını manen güzelleştiren yaşlılık ve hastalık bağlamında her rahatsızlık, manevî boyutuyla kişinin menfaatinedir.

O sınırsız aczin ve zaafın etkisiyle hastalıklara sabır ve tevekkül ile katlanan bir Müslüman, hem sözleriyle, hem de davranışlarıyla kendini hep duada bulur. Hastalık, yaratılış hikmetini anlamamıza yardımcı olacağı gibi, dua ve niyaza da güzel bir vesiledir. “Eğer duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var?” (Furkan:77) âyetin sırrına nail olan bir hasta, Allah’a daha bir samimiyetle şükredebilecektir. Sözlü ve fiilî dualarıyla C. Hakkın merhametini celp eden bir hasta, erişeceği manevî iklim sayesinde dünyada kalben daima huzuru yaşayarak, teselli bulacak ve Allah’ın Rahim ismiyle uhrevî mükâfata nail olacaktır.

Prof. Dr. Ali SEYYAR

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.