Tabii olarak, toplumların ayakta kalabilmesi için çok çeşitli mali, ekonomik, ham madde ve kaynakların, bilgi ile tecrübeye dayalı birikimlerinin varlığı kaçınılmazdır. Ama, acaba bu bilgileri işleyecek insanın yetiştirilmesi ve belirli bir kültür ve metoda göre şekillendirilmesi daha mı az önemlidir? Elbette ki hayır. İnsan yatırımı; en büyük ve kapsamlı bir yatırım. Uzun yıllar, büyük çabalar ve hassas dengeler ister. Ayrıca; insan faktörünün genel bir yaşama felsefesinin belirlenmesi ve eğitim ile geliştirme programlarının bu felsefe doğrultusunda harekete geçirilmesi beklenir.
Bana öyle geliyor ki, bugünkü halimiz; malzeme toplayıp, fakat bunu bir türlü yararlı eşya haline getiremeyenlerin teknisyenlerin durumuna benziyor… Elbette ki bir işi gerçekleştirmek için, o işin yapılmasını sağlayan malzemelerin bulunması ve biriktirilmesi önemlidir.
Ama, malzemelerin çokluğu ve çeşitliliğinden çok; sanatkarın nitelikli olması daha fazla önemlidir. İyi sanatkar veya ilim adamı, en uygun malzeme kaynaklarını bulabileceği gibi, onların en ekonomik kullanımını da sağlayabilir.
Burada dikkatleri çekmek istediğim konu, ülkemiz eğitiminde insan yatırımının henüz yeterince kavranamamış olmasıdır. Para, bilgi, yabancı dil, bilgisayar ve ekstra bilgi ve deneyimler mutlaka faydalı ve gereklidir. Ama; toplumu tanıyan, çağı irdeleyebilen yenilikleri yakalayabilen insanların yetişebildiği bir eğitim felsefesi ve metodolojisini belirlemek ve onu en iyi biçimde uygulayabilmek, çok daha önemli bir iştir.
Eğitimciler; sadece insanların nasıl yetişip gelişeceklerini bilen insanlar olmayıp, aynı zamanda çağın problemlerinin çözümü için, eğitilecek kişi ve grupların beklenti ve arayışlarını da bilerek; onları hayata karşı hazırlıklı ve donanımla hale getirebilen “sistem adamları” dır.
Bilindiği gibi, çağları değiştiren insanlar; özel nitelikli, birikimli ve üstün gayret gösteren ender kimselerdir. Siyasetçiler, İş adamları veya bürokrat gibi belirli birikimlere ulaşmış kimseler, bu tür öncü çalışmaları yapamazlar. Çünkü eğitim ve bilgi birikimleri, ideali elde etmeye programlanmış kafalar oluşturur. Bu tür insanları, çağlarındaki gelişmelere seyirci kalan veya onların dümen suyuna girerek, akıntıya kapılarak şartların oyuncağı olmamak durumundadırlar.
Çağın hakim görüş ve düşüncelerini, ihtiyaçlar; yaşama felsefeleri ve problemlere çözüm yolu getirebilecek metotlar olarak görebilmek; ilim ve eğitim öncülerinin gerçek görevleri rolleri olmalıdır. Bu kişiler, olayların analizini yaparak; toplumsal yönelişe ışık tutan ve bozulmaya, çürümeye karşı direnç gösteren kahramanların rolünü yerine getirmelidirler.
O halde, neden eğitime yönelik çabalar itibar görmemekte ve insana ait yatırımlar, “ekonomik bir faktör sayılmadığı” için ikinci plana atılmaktadır? Bir toplumun geleceği, kaliteli, ahlaklı ve dinamik kadroların yetişmesine bağlı iken; nasıl oluyor da bu toplumun aklı başında insanları; yatırımı sadece para getiren ve teknolojik mal üreten bir anlayış çerçevesine hapsedebiliyorlar? Yalnızca, ekonomik hedefli alanlara yönelip; insan birikiminin yükselmesi ve zenginleşmesini gözardı edebiliyorlar?
Bugün; Amerika, Avrupa Ülkeleri ve Japonya, dünyada söz sahibi olmuşsa; bu durum, sadece ticari, teknolojik ve hammadde kaynaklarını en iyi şekilde değerlendirmiş olmalarından değildir. Bu ülkeler, bilgiye, araştırmaya, bulucu ve geliştirici insan’a yatırım yapmış ve onları, çağın ve toplumların ihtiyaçlarına en iyi şekilde yönlendirmiş olmaları sebebiyle “önemli bir güce” erişebilmişlerdir.
Geleceğini; siyaset meydanlarına, fabrika üretimlerine ve piyasaya hareketlerine bağlayanlar; ilimin, kültürün ve stratejinin kontrolünü elinde tutanlara sadece hizmet edecek; dünyada yeni bir değişimi ve gelişimi rolünü üstlenemeyeceklerdir. Çünkü, insanlığı ve toplumsal gelişimleri yönlendirecek olanların; büyük ideallere sahip olanlar ve toplumdaki temel ihtiyaç ve arzuları keşfedebilen sosyal ve siyaset bilimcileri olma ihtimali kuvvetlidir. İçinde bulundukları hayatı ve talepleri en iyi bir şekilde belirleyerek, toplumlara en uygun cevapları ve çözüm yollarını verebilecek bu kadrolar; geleceğe yönelik ne tür tavırlar takınılmasını da tahmin edebileceklerdir.
Bugün Türkiye’de eğitim; öncelikle, insan kalitesine dikkat etmeyen, toplumsal imarda bilgili ve ahlaklı insanı göz önüne almadan, sadece para, ekonomi, teknoloji gelişmeyi hedef almış bir şekilde, teknisyen ve bürokrat yetiştiren bir hedefe odaklanmış bulunmaktadır. Peki bu teknisyen, memur ve ticaret adamlarını; nasıl bir dünyanın kurulabileceği ve sürdürülebileceği noktasında yönlendirecek “deha”lar nasıl ve nerede yetişeceklerdir ? Bu noktada, hazırlanmış bir cevap henüz bulunmamaktadır.
Dünyayı yönlendirenler ise; toplumsal dinamikleri keşfeden, onları çeşitli iletişim vasıtaları ile ve strateji üretecek gündemleri belirleyen “eğitilmiş beyinler” olacaktır. İletişim ve enformasyon devriminin varlığı da bunu göstermiyor mu? Toplumları yönlendiren ve değiştiren kişi ve grupların varlığı; bizi, giderek hem olumlu değişmeye hazırlıklı ve hem de gereksiz değişim ve yenilikten kendini koruyabilecek lider insanları yetiştirmeye zorluyor.
Hayat içinde edilgen yaşayan değil; hayat ve olaylara karşı, kendi zenginlik ve değerlerini kullanmayı bilen ve her şeyi mantık ve değer süzgecinden geçirerek karar verebilen “gerçek kahramanları”, toplum hasretle bekliyor. Eşyaya, mal’a, şöhrete, ihtiras ve şehvet’e köle olmamış; yüce ideal ve toplumsal değer ve gelenekleri yaşatma sevdası ile yaşayan bu kahramanlara ihtiyaç olması sebebiyle; sosyal şartlar, onları da bağrından çıkaracaktır.
Prof. Dr. Sami ŞENER
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi