Kamusal alan insanların maddi ve manevi müşterek ihtiyaçlarının karşılandığı iktisadi ve sosyal dayanışma ve paylaşmanın organize olduğu alanlardır.
İnsanoğlunun dünya hayatında birinci sırada gelen en önemli sorunu beslenme ihtiyacını gidermektir. Daha sonra önemine binaen öncelik sıralamaları günün şartlarına göre değişsede başlıca çözüm bulması gereken sorunlarının; barınma, güvenlik, sağlık, kültürel ve sosyal ihtiyaçlarını gidermek olarak sıralayabiliriz. Hayati öneme haiz bu ihtiyaçlarının temin edilmesinde insanların her ne kadar bireysel gayret ve çabaları ile çözüm üretilse de; bireysel olarak üretilen çözümler toplumsal olarak üretilecek çözümlerin bir parçası olma zorunluluğu vardır. İnsanların müşterek ihtiyaçlarına yönelik olarak üretilen hizmet ve ürünlerin kotarıldığı alana “kamusal alan”; organize eden otoriteye de “kamu gücü” denilmektedir. Bir diğer ifade ile adına “Devlet” denilir.
Cenab-ı Allah bireysel manada insanın yaşam hakkı ile ilgili olarak dokunulmazlığının önemini vurgularken insanların genelini ilgilendiren iktisadi ve sosyal açıdan müşterek ihtiyaçlarının karşılandığı kurum, kuruluş ve ortamlardan bireysel istifadeden ziyade toplumsal istifadenin gerekliliğine ve önemine dikkat çekmiştir. Bu önemi, bilinen ve bilinmeyen tüm mevcudatın sahibi olmasına rağmen bu alanları özel olarak doğrudan kendi ismiyle zikredilmesinden anlıyoruz. Beşeri mülkiyet bakımından sahipsiz olan nesnelere yönelik olarak örneğin; “Allahın dağı” “Allah’ın evi” “Allah’ın devesi” “Allah’ın ağacı” “Allah’ın suyu” “Allah’ın toprağı” “Allah’ın havası” “Allah’ın kulu” v.b. ifadeler kullanılmaktadır. Bu manada düşündüğümüz zaman başta insanın kendisi de dahil olmak üzere bu dünya hayatının yaşamsal döngüsü tüm imkan ve kaynaklarıyla birlikte kamusal alanın konusu olmaktadır.
Kur’an da geçen bazı kıssalara ve ilahi buyruklara bakıldığı zaman kamusal alanın bireysel zenginliğin kaynağı olmaması gerektiğini tavsiye ettiği çok açıktır. Dağıtılacak fazlalığın ölçüsü ve zaruret sınırlarının neler olacağı konusunda ilgili ayetlere baktığımızda bu durumu görmek zor olmasa gerektir.
Bakara 219. ayeti kerimede “… Sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: İhtiyaç fazlasını. Allah sizin için âyetlerini işte böyle açıklıyor ki düşünesiniz.”
Aslında bu ilahi mesajda zımnen, kişi bireysel gayreti ve maharetiyle de olsa elde etmiş olduğu zenginlikten ihtiyaç fazlasının sahiplik hakkının kendisine değil insanoğlunun tamamına ait olduğunu anlamak mümkündür. (Tabiki böyle bir insanlık düzeninin nasıl kurulacağı ve işletileceği ayrı bir konudur.) Çünkü bireysel zenginliğin kaynağı Allah’ın yeryüzünde halife olarak görevlendirdiği insanlığın bizatihi kendisi ve yeryüzü nimetleri olduğu içindir. Yani yaşadığımız dünya hayatının her zerresinde insanlığın tamamına ait olmak üzere müşterek mülkiyet söz konusudur. Günümüzde bu mülkiyet konusu alanı “kamusal alan” olarak nitelendirmek doğru bir tespit olacaktır.
Kur’anda geçen deniz kıyısında ki bir kavmin hafta boyunca beslenme ihtiyaçlarını giderdikleri hatta fazlalıklarıyla da ticaretini yaptıkları balık avcılığıyla ilgili konulan bir günlük avlanma yasağının bir nedeni de kamusal alan vesilesiyle bireysel zenginliğin önüne geçmek olabileceğini söylemek mümkündür. Özellikle konulan yasak günde ki balıkların çok olması o balıklardan deniz kıyıları boyunca binlerce belki yüzbinlerce diğer insanların bireysel olarak zaruri temel ihtiyaçlarını gidermede kaynak olacağından dolayı olabilir. Ama maalesef insanoğlunun zengin olma iştahası İlahi buyrukları bile hiçe sayarak veya şeytani zekanın sunduğu bir takım baybas yöntemlerle gerekçe bulduğunu zannederek Allah’ın koyduğu yasağı nasıl deldiğini ve ilahi sınavı kaybettiğini ayeti kerimelerden anlayabiliyoruz.
Küresel kapitalist sistemin hakim olduğu günümüz dünya düzeninde dünya oligarklarının tamamı kamusal alandan kazanılan haksız servet sahipleri olduğunu söylemek mümkündür. Kamusal alanın her türlü imkan ve kaynaklarını bireysel zenginlikleri elde etmek için kullandıkları halde asla insanlığın geneliyle paylaşmıyorlar. Paylaştıkları miktarları da yine servetlerine artı kazanç (riba) sağlamak için paylaşmaktadırlar.
Yaklaşık iki yüz yıllık mazisi olan söz konusu mevcut dünya düzeninin geldiği nokta, milyonlarca insanın telef olmasına sebep olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Çünkü bu düzen ilahi buyrukları göz ardı etmiştir. Şeytani zekasının gösterdiği istikamette gittiği için geldiği bu süreçte insanlığın bir kısmı telef olmuş olup artık tamamına yakını da önümüzdeki süreçte telef olacağı çok aşikar olarak gözükmektedir.
Fehmi Yağlı