Kanada’nın Ontario eyaletine bağlı Brantford kentindeki faaliyet göstermiş olan Mohawk Yatılı Kilise Okulunun etrafında bu yılın Mayıs ayında bulunan 215 çocuk cesedi, bir tarihî gerçeği daha ortaya çıkarttı.
Prof. Dr. Ali Seyyar
Kanada’nın Ontario eyaletine bağlı Brantford kentindeki faaliyet göstermiş olan Mohawk Yatılı Kilise Okulunun etrafında bu yılın Mayıs ayında bulunan 215 çocuk cesedi, bir tarihî gerçeği daha ortaya çıkarttı. Kanada’da 19. yüzyılda İngilizler tarafından kurulan 139 yatılı misyonerlik okulu, Hıristiyan olmayan yerli toplulukları, “Medenileştirme” adına cebrî yöntemlerle yürütülen Hıristiyanlaştırma faaliyetlerinden başka bir şey değildi. Kristof Kolomb’un Amerika’ya ayak basmasından sonra Hristiyan “Beyaz Adam” sadece kıtanın doğal kaynaklarını deli gibi sömürmedi aynı zamanda insafsızca yerli halkın yüzbinlerce çocuğun beynini de “yıkamaya” kalkıştı.
Mohawk Yatılı Kilise Okulunun etrafında tespit edilen çocuk cesetlerinin haberi üzerine Kanada hükümeti, devlet olarak sanki kendisinin bunda tarihî bir sorumluluğu yokmuşçasına Vatikan’dan özür bekledi. Bunun üzerine Papa Franziskus Roma’da bir Pazar ayininde özür dilemek yerine kendisini kurbanlara yakın hissettiğini söyledi. Politika ve kilise, bir daha böyle bir olay olmaması için, bu üzücü hikâyeyi açıklığa kavuşturmak zorunda olduğunu belirtmekle yetindi. Ancak Papa, insanları (Hristiyanları) “ideolojik kolonizasyon modeli”nden uzaklaşmaya ve Kanada’nın tüm oğullarının ve kızlarının haklarını tanımaya çağırdığında gayri ihtiyari olarak sömürgecilerin kilise adamlarıyla birlikte ırkçı ideolojiye dayanan bir Kolonializm politikasını icra ettiklerini de itiraf etmiş oldu.
Ne var ki Papa, ideolojik kolonizasyonun taşıyıcı ve uygulayıcı kurumun da Katolik Kilisesi olduğunu açıkça söylemekten çekinmiştir. Halbuki Kanada’ya göç eden Katolik misyonerler, sömürgeci yöneticilerin ve Vatikan’ın sağladığı paralarla açtıkları yatılı Hıristiyan okullarında kültür ve din emperyalizminin öncü kuvvetleri durumundaydı. Hıristiyan misyonerler, başta yerli toplumların çocukları olmak üzere bütün kıtayı Hıristiyanlaştırarak, onları sözde Batılılaştırmak istemiştir. Bunun için yatılı okullar, özellikle yerli fakir ailelerin zeki çocuklarını zorla alıp hapishaneyi andıran misyonerlik okullarında alıkoymak ve onları Hıristiyanlaştırmak için kullanılmıştır. 17. yüzyıldan 1990’lara kadar, bu tür sözde yatılı okullar, hükümetler tarafından yönetilmiştir ve ayrıca finanse edilmiştir. Ancak işletmeciliği çoğunluğu kiliseler ve dini kuruluşlardı. Yani, işlenen cinayetleri sadece kiliseye yüklemek, yeterli ve isabetli değildir. Hükümet ve kilise, aslında emperyalizmin işbirlikçileriydi.
1890 yılında hizmete giren mahut Mohawk Yatılı Kilise Okulu da 1970’li yıllara kadar yerli çocukların kendi dinlerini, dillerini ve kültürlerini unutmaları için faaliyet göstermiştir. Bir başka ifadeyle bu okullara alınan çocuklar, kendi aralarında dahî kendi dillerini konuşamıyor ve aileleriyle de irtibat kurmalarının önüne geçiliyordu. Kanada’da Mohawk Yatılı Kilise Okulu gibi bu özellikleri taşıyan 139 misyonerlik okulunda yaklaşık olarak 150 bin yerli çocuk “eğitim” görmüştür. Katı kurallara uymayanlara, kendi dilini konuşanlara veya okuldan kaçmak isteyenlere işkence yapıldığı ve(ya) tecavüz edildiği rivayet edilmektedir. Bu okulların etrafında işkenceden, cinsel istismardan veya açıklıktan dolayı ölmüş/öldürülmüş veya kötü muamelelere dayanamayıp da intihar etmiş 6 bin civarında çocuğun kayıtsız olarak gömüldüğü tahmin edilmektedir. Araştırmalar henüz daha yeni başlamıştır. 2015 yılında yayınlanan bir raporda bu okullarda birçok çocuğun kızamık, tüberküloz ve gripten öldüğü de tespit edilmiştir.
Bu kadar çok sayıda çocuk öldüğü halde, misyoner okullarının hiçbirisi bunları resmen açıklamadığı gibi kayıtlara da geçirmemiştir. Bu gerçeklerin karşısında Kanada Yerli Halkla İlişkiler Bakanı Carolyn Bennett, Twitter üzerinden “Bu trajik haberden etkilenen aileler ve yerli topluluklar için kalbim ıstırap duyuyor” denek suretiyle belki de insanlık yüzünü göstermiş olabilir. Ama hakikat şu ki, Kanada, sömürgeci bir devlet olarak ortaya çıkmış ve yerli halkın çocuklarının zorla Hristiyanlaştırılmalarına karşı göz yummuştur. Kendilerine ait olmayan toprakları güç ve şiddet kullanarak, işgal ettikten sonra buralara yerleşmiş ve iktisadî menfaat elde etmeye dayanan ırkçı ideolojisini kullanarak, bu misyonerlik okullarını finanse etmiştir. İşte Papanın da itiraf ettiği gibi Kanada, ideolojik kolonializmi uygulayarak, yerli halkın hem insan gücünü, hem tabiî kaynaklarını, hem de siyasî yönden sömürmüştür.
Siyaset ve Hristiyanlık işbirliği ile ortaya çıkmış olan sömürgecilik, Batı Avrupa ülkelerinin, denizaşırı topraklar edinme hırsının bir ifadesidir. 15. ve 16. asırda Portekiz, İspanya ve İngiltere tarafından başlatılan büyük keşifler ile birlikte sömürgecilik yeni bir boyut kazanmıştır. Merkantilizmin doğmasına ve kapitalizmin gelişmesine imkân tanıyan sömürgeleştirme politikaları, sanayileşme için gerekli olan ucuz hammadde temini bakımından da önemli bir rol oynamıştır. II. Cihan Harbine kadar klâsik sömürgecilik anlayışı devam etmiştir.
Bugün Kanadalı “Beyaz Adam”, yerli toplumların üzerinde siyasî hâkimiyetini kurabilmiş, “ilkel” olarak gördükleri yerli toplumları insanlık dışı dinî misyonerlik faaliyetleri ile Hıristiyanlaştırarak asimile etmiştir. Ama bakıyorsun azınlıkta olan yerli halk, buna rağmen yine de ekonomik, kültürel, bilimsel veya siyasî yönden zayıf bir konumdadır. Kanada’da bugün 60’a yakın Kızılderili olarak isimlendirilen yerli topluluklar kendileri için tahsis edilmiş belirli bölgelerde yaşamaktadır, ancak bunların toplam nüfusunun yüzde 5’i kadardır. Yerli kaynaklardan yeterince yararlanmamış olan Kanadalı yerli halkın, geçmişte kendilerine yapılan zulmün karşısında onurlu bir tavır alıp kendi öz kimliklerine dönme şuurunu gösterme zamanı gelmiştir.