Malazgirt yaylalarında 40-50 hanelik Holşina adında bir köy vardır. Başı dumanlı dağların eteklerinde bulunan bu köyün sakinleri, tarım ve hayvancılıkla uğraşarak geçimlerini temin ediyorlar. Bir gün köyde Halit’in keçisi, Bekir’in ekin tarlasına girer ve bu yüzden aralarında tartışma çıkar. Cehalet bu ya!… Tartışma kavgaya döner. Bekir eline aldığı kalın bir sopayı Halit’i kafasına indirir. Halit, bu darbe üzerine beyin kanaması geçirir ve olduğu yerde can veriri.
Halit toprağa verilir ve Bekir Muş Ceza Evine konulur. Fakir ve yoksul olan bu iki kişi, geride genç kadınları dul, küçük çocukları öksüz ve sahipsiz bırakır. İlgiye, bakıma muhtaç olan çocuklarıyla baş başa kalan iki anne, kuru ekmeğe ve acı soğana muhtaç ve aynı zamanda kan davalı düşman olurlar. Açlığın, fakirliğin ve yoksulluğun acılarını yüreğinde hisseden düşman iki aile, aynı köyde, bir arada yaşamaz olurlar.
Halit’in oğlu Kerem, henüz yaşananların farkında olmayan küçük kardeşi Mirzayı ve gözü yaşlı annesini alarak İzmir’e doğru yol alırlar. Kadife Kale civarında bir yerde barınırlar. Kerem, simit satarak para kazanır ve kardeşiyle annesine bakmaya çalışır.
Zaman zaman Miran, babasının duvarda asılı resmini göstererek, “Kerem abi! Bekir niye babamı öldürdü? Oğlu Mirza ile arkadaştık, beraber oynardık. Niye düşman olduk?” gibi şeyler sorardı. Her seferinde gözyaşlarını içine akıtan Kerem, kardeşine cevap veremez ve başını önüne eğerek yüzünü çevirirdi.
Günler ayları, aylar yılları kovalar, seneler uzar gider. İki tarafın da çocukları büyür, evlenir, ev bark sahibi olurlar. Kerem ile Miran da evlendikten sonra İzmir’in Beştepeler Mahallesinde altlı üstlü iki katlı bir evde otururlar.
Mu arada Bekir’in Muş Ceza Evinde öldüğü haberi alınır. Cenazesini alıp Holşina Köyünün mezarlığına defnederler. Olayın yaşandığı sırada Bekir’in altı aylık olan oğlu Serhat büyür, Adana’da askerliğini yapar ve köye döner. Serhat çok okuyan, çalışkan ve becerikli bir insandı. Köyleriyle Malazgirt arasında dolmuş çalıştırıyor, köyde tarla işletiyor ve hayvan besliyordu. Ayrıca köyde geniş ve güzel bir ev yapmıştı.
Serhat, uzun yıllar göremediği, İzmir’de yaşayan halası Kewê’yi görmek istiyordu. Bir gün Muş Tur otobüsüne biner ve İzmir’e doğru yola çıkar. Serhat, halasının ev adresini bir kâğıda yazmış, cebine koymuştu. Fakat Basmahanede otobüsten indikten sonra, kâğıdı cebinde bulamamış. Kâğıdı kaybetmişti.
Hemşerilerinin Kadife Kale civarında oturduklarını duymuştu. Oraya doğru gitmiş, akşama kadar dolaşmış, sormuş, soruşturmuş. Fakat halasının ev adresi hakkında herhangi bir şey öğrenememişti. Biri kendisine Beştepelerde bazı Malazgirtlilerin oturduğunu, onların halasını tanıyor olabileceklerini söylemiş ve akşam karalığında onu Kerem’in evine götürmüş. Serhat, Keremin evine misafir olmuştu, birbirlerini tanımıyorlardı. Malazgirtli olduğunu, İzmir’e halasının evine gediğini, fakat adresi kaybettiğini, kedilerinin de Malazgirtli olduğunu öğrenince, evlerine geldiğini söylemişti. Misafirperver, mert ve çok iyi niyetli bir insan olan Kerem, onu eve almıştı.
Hal hatır sorduktan sonra, tanışmaya başlıyorlar ve Serhat’a Malazgirt’in neresinde olduğunu soruyorlar. Serhat, Holşina Köyünden olduğunu söylüyor. “Kimin oğlusun?” diyorlar. “Bekir’in oğluyum” deyince, Kerem ve Mirza, birbirlerine bakarak onun, babalarının katilinin oğlu olduğunu anlıyorlar. Onlar da kendilerini tanıtıyorlar. Onları yakından tanıyan Serhat çok korkuyor ve tedirgin olmaya başlıyor. Kerem onu teselli ediyor, ona güven vermeye çalışıyor ve korkmamasını, evlerinde Allah’ın misafiri olduğunu söylüyor. Sofrayı kuruyorlar, yemeği hazırlıyorlar. Fakat çok aç ve yorgun olmasına rağmen Serhat, bir tülü yemek yiyemiyor, lokmalar boğazında düğümleniyor. Kerem ısrarla bir az yemek yemesini sağlıyor. Ona ir odada yatak hazırlıyorlar. Serhat uzanıyor, fakat sabaha kadar korkudan gözlerine uyku giriyor. Sabah Kerem onu kaldırıyor, banyo yapmasını ağlıyor, ısrarla da olsa biraz kahvaltı yediriyor. Ondan sonra onu alıp Balçova’ya halasının evine götürüyor. Kerem, Serhat’ı halası Kewê’ye, “Abinin oğlu İzmir’e size gelmiş. Fakat adresinizi kaybettiği için evinizi bulamamış. Tesadüfen akşam bizim eve gelmiş. İz bu gece onu misafir ettik. Onu size getirdim” deyip teslim etmiştir. Ayrılırken çok duygulana Serhat, bu asil davranışından dolayı Kerem’e sarılıp hüngür hüngür ağlamış ve memlekete gelince mutlaka kendisini beklediğini, onu evinde ağırlamak istediğini söylemiştir.
Bir süre sonra Malazgirt’e giden Kerem, köye gider ve Serhat’a misafir olur. Serhat, onun için büyük bir ziyafet hazırlar, akrabalarını, köylüleri yemeğe davet eder ve yemekte kısaca şöyle bir konuşma yapar:
“Biz, Basra Körfezinden Serhat Yaylalarından, Ak Deniz sahillerine kadar uzanan Bereketli Hilal’in, Mezopotamya’nın çocuklarıyız. Mezopotamya Medeniyeti, Hitit, Eski Yunan, Bizans, Mısır, Fars ve Hint Medeniyetlerinin kaynağıdır. Medeniyet, topraklarımızdan dünyaya yayılmıştır. Bu topraklar, kutsal metinlerde dünyanın cenneti olarak tanıtılmaktadır. Bu yüce medeniyet, bilgi, hak, hukuk ve adalet üzerine kurulmuştur. Bu gün cehalet ve eğitimsizlik, bizi kökümüzden, kültürümüzden ve benliğimizden koparmıştır. Kendi kültürü ile eğitilmeyen toplumlar, şahsiyet fukaralığını yaşamaya mahkûm olurlar. Bu nedenle biz, bütün dünyayı besleyecek bir kapasiteye sahip cennet misali memleketimizi cehenneme çevirmişiz. Çünkü biz, cehaletimiz nedeniyle hep kavga ediyor, basit bir şey için birbirimizi öldürüyoruz. Neticede büyük şehirlerin varoşlarına düşüyoruz, başkalarına kul köle olmaya mahkûm oluyoruz. Bu acı durumdan kurtulmak için okumalıyız!.. İyi bir eğitim görmeliyiz!.. Birbirimizle barışık olarak kardeş olmalıyız!.. Aramızda geniş bir bilgi ve kültür birikimini sağlamalıyız!.. Vatanımızı, topraklarımızı imar etmeliyiz!.. Yeniden dünya milletlerine gerçek medeniyetin olduğunu anlatmalıyız!…”
Kan davalı olan iki düşman aile, o günden itibaren dost olarak yaşamaya devam etmişlerdir.