Geçtiğimiz cuma günü Zafer Partisi lideri Prof. Dr. Ümit Özdağ, katıldığı cuma namazında hutbe okuyan cami imamına “Atatürk’ü anmayacak mıyız? Atatürk’e rahmet okumayacak mıyız?” sözleriyle tepki gösterdi. İmamın hutbesine devam etmesi üzerine Özdağ’ın “Atatürk’ün ruhuna Fatiha” diyerek cemaati Fatiha okumaya davet etti. Cemaat de şaşkın şaşkın bakıyordu.
Efendiler! Cehalet çok kötü bir şeydir. Cahil de utanmaz, bilmediği konularda ahkâm keser, durumdan vazife çıkarıp arkasına yaslandığı kanunlardan cüret alarak ulu orta cahilce taleplerde bulunur. Bu cahil, Prof. namlı akademisyen biri de olsa netice hep aynıdır. Bir kişi düşünün ki:
“Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerin cehaletlerinin yardımıyla utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur. (Atatürk’ün El Yazmaları, Medeni Bilgiler, Afet İnan)
“Arapların dini Türkleri mahvetti. Türkler, Arapların dinini kabul etmeden evvel büyük bir milletti. Arap dinini kabul ettikten sonra Türk milletinin milli rabıtaları gevşedi; milli hisleri ve heyecanı uyuştu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde, bir Arap milleti siyasetine müncer oluyordu. (Medeni bilgiler ve Atatürk’ün El Yazmaları, Afet İnan, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1969, s 364-365)
“Masum ve cahil insanları, yüzlerce Allah’a taptırmak veya Allah’ları muayyen gruplarda toplamak ve en nihayet bir Allah kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticelerdir.” (M. Kemal, Türk Tarihinin Ana Hatları, 1930, Devlet Matbaası, s 220-221 )
“Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum.” (Andrew Mango, Atatürk, s 447.)
Diyecek, siz de kalkıp “Bu adamı hutbenizde anmayacak mısınız, rahmet dilemeyecek misiniz?” diye camide şov yapacaksınız. Bunun adı -art niyet yoksa- cehli mürekkeptir. Yani katmerli cehalet… Art niyetli yapılmışsa provokatörlüktür.
Konumuzla ilgili olarak Yüce Allah şöyle buyurur: “Onlardan ölen birinin namazını hiç bir zaman kılma, mezarı başında durma. Çünkü onlar, Allah’a ve elçisine (karşı) inkâra saptılar ve fâsık kimseler olarak öldüler.” (9/Tevbe:84);
“Ne peygambere, ne iman edenlere akraba bile olsalar cehennemlik oldukları iyice belli olduktan sonra müşriklere istiğfar etmek yoktur.” (9/Tevbe:113).
Kaldı ki Mustafa Kemal, 5 Mart 1924 tarihinde yayınladığı kararnâme ile Cuma hutbelerinde kendi adı da dâhil hiç kimsenin adı zikredilmeden sadece “Millet ve cumhuriyetin selamet ve saadetine” dua edilmesini emretmiştir. Yeni harflere çevrilmiş şekliyle kararnâme şu şekildedir:
KARARNAME
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
Başvekâlet Kalem-i Mahsus Müdüriyeti
Adet (Sayı): 316
Badema (bundan sonra) hutbelerde isim zikredilmeksizin “millet ve cumhuriyetin selamet ve saadetine” dua edilmesi takarrur etmiş (karara bağlanmış) ve bu kararın bilcümle vilayetlere tebliği dâhiliye vekâletine (İçişleri Bakanlığına) havale edilmiştir.
5.3.1340 (Miladi: 5 Mart 1924)
Türkiye Reis-i Cumhuru Gazi Mustafa Kemal
(İmza)
Kararnâme, iki gün sonra Türkiye’nin her tarafında uygulanmaya başlandı. Kararnâmede Başbakan İsmet Paşa ve 10 vekilin/Bakanın da imzası vardı.
Demek ki, bir asırdır Mustafa Kemal veya diğer komutanların isimlerinin hutbelerde zikredilmemesinin sebebi, Mustafa Kemal’in bizzat yayınladığı bu kararnâmedir. “Atam izindeyiz” sloganını ağzınızdan düşürmüyorsunuz, ama burada izini kaybediyorsunuz, ya da görmezden geliyorsunuz. Sizin “Atatürkçülüğünüz” de sahte. Samimi değilsiniz. 5816 sayılı koruma kanununa sırtınızı dayayıp olayı provoke ediyorsunuz.
İmam Şevket Bozdoğan, görev yaptığı camide yaşadığı bir itiraz olayını şöyle anlatıyor:
“2003 yılında cuma günü hutbede, Vali İlhan Atış Beyle camide yaşadığım bir anımı anlatacağım. 19 yıl önce Kahramanmaraş Merkez Hz. Yunus Cami İmam Hatibiyim. Hutbenin konusu “Cami ve Cemaat.”
Hutbede; “Anneler babalar olarak çocuklarımızı camilerle tanıştırmazsak, eğitim sistemi çocuklarımıza camileri telkin etmezse, camilerin 24 saat açık olmasının hiç bir anlamı yoktur” dedim. Vali bey itiraz etmek üzere elini kaldırdı. Yanındaki bir yaşlı cemaat, vali beyin ceketini tutarak “Otur oğlum hocaya karşı gelinmez” dedi. Hutbe okumaya devam ediyorum: “Camiler İslam toplumunda hayatın merkezidir. Ne zaman ki batının bize getirdiği “Din işi ayrı dünya işi ayrı” felsefesiyle camilerden koptuk veya koparıldık, işte o zaman hayatımızdan tehlikeli ırmaklar akmaya başladı” dedim. Vali bey yine itiraz için elini kaldırdı. Yanındaki yaşlı, valiyi tekrar uyardı. Hutbeyi tamamlamak üzereyim: “Günümüz Müslümanları camiye girerken makamımdan ve rütbemden olurum endişesini duymadan özgürce camilere girebilmeli” dedim. Vali bey, “Türkiye Cumhuriyeti’nde namaz kıldığı için hiçbir vatandaşımızın makamı elinden alınmadı, rütbesi sökülmedi” sözlerini söyleyerek “İtiraz ediyorum hocam” diye bağırarak ayağı kalktı. Cemaatimden bir yiğit (Hami Doğan), “Otur lan yerine diye” bağırdı. Vali bey, “Ben valiyim” dedi. Aynı cemaat “ne olursan ol otur yerine” diye bağırdı. 28 Şubat mağduru bir komutan (Ali Erdem) sesini yükseltti. Bu esnada 100’e yakın cemaat, vali beyin üzerine bağırarak yürümeye başladı. Ben cemaate “Lütfen oturur musunuz? Cami adabına uygun hareket edelim” dedim. Vali beye de, “Siz camiye girerken makamınızı dışarda bırakmak mecburiyetindesiniz, saf düzenine bir bakınız, makamlara göre saf düzeni yok” diyerek “Allah katında üstünlük takvadadır” ayetini okudum ve ortamı sakinleştirip Cuma namazımızı eda ettik. Namazdan sonra Emekli Hâkim Mustafa Arpak Bey kendini Vali beye tanıtıp, “Hocamın konuşmasında hiçbir yasal suç yok, siz yanlış yaptınız” dedi. Cemaatimizden 28 Şubat mağduru komutan Ali Erdem, vali beye, “Yanlış yaptınız. 28 Şubat’ı ne çabuk unuttunuz? İnsanların namaz kıldığı için makamından alındığını rütbesinin söküldüğünü bildiğiniz halde böyle bir şey yok diye nasıl söyleyebiliyorsunuz. Siz bugün bizim huzurumuzu bozmaya ne hakkınız var, siz provokatör müsünüz” deyince, Vali bey cemaatimize dönerek “Bu gün ben yanlış yaptım tüm cemaatten özür dilerim” dedi ve camiden ayrıldı.”
Hak ve hakikat karşısında susmayan böyle bir imam ve böyle duyarlı cemaat bütün camilerimizde olmalı ve provokatörlere haddini bildirmeli, o vali gibi, dediğine pişman ettirilmelidir. Bu provokatörler de kendilerinin, taşların bağlandığı, köpeklerin serbest bırakıldığı bir ülkede olmadıklarını fark etmelidir.
“Yeni Türkiye’ye” bir türlü alışamamış “Eski Türkiye” artıkları, 5816 sayılı kanundan cesaret alıp Mustafa Kemal’in getirdiği yasağı da görmezden gelerek “Atatürk istismarına” devam etmektedirler.
İşte taşların yerine oturması ve herkesin hak ettiği değeri bulabilmesi için koruma kanunun kalkması gerekmektedir. Atatürk’ü arkalarına alarak laikliğe sahip çıkanlar 5816 sayılı koruma kanunundan cüret almaktadırlar. Bu kanuna dayanarak Mustafa Kemal’le iltisaklı her konuyu aynı hararetle savunmaktadırlar. Onların ellerinden bu istismar dayanaklarını almak için 5816 sayılı Atatürk’ü koruma kanununu kaldırılmalıdır. Milli kahramanlar kanunla korunmazlar, milletin gönlünde yerlerini alırlar. Ancak dikta rejimler milli kahramanlarını kanunla korur. Atatürk’ü bu töhmetten kurtarıp varsa milletin kalbinde gerçek yerini almasını sağlamak gerekir.
Merhum şair Abdürrahim Karakoç bir şiirinde, kendi değerlerine düşman, düşmanın değerlerine hayran bu tür provokatör akademisyen, yazar-çizer takımı ile ilgili şu güzel tespiti yapıyor:
İlim adamıyım der, araştır mason çıkar.
Dört makale yazmışsa, dördü de fason çıkar.
Hele bir araştır aslını-astarını,
Büyük dedesi Yorgi, babası Mişon çıkar.
Musab SEYİTHAN