Prof. Dr. Celal Kırca
Kur’an, Müslümanın zorunlu ve gönüllü olarak yapması gereken yardımlardan söz eder ve bunları da, zekat, infak, sadaka ve karz-ı hasen olarak açıklar.
Karz, “Geri ödenmek üzere verilen mal veya birine ödünç/borç verme” demektir. Karz-ı hasen ise, Allah rızasından başka bir menfaat beklemeden verilen borcun adıdır. Kısaca karşılıksız borç vermedir. “Allah’a kim bir ödünç verirse, Allah da onun karşılığını kat kat verir”[1] ayeti ve benzeri diğer ayetler, bunu ifade ederler. Bu nedenle ayette zikredilen ödünç, sıradan bir ödünç verme değil, karz-ı hasen/güzel ödünç verme, daha açık bir ifade ile faizsiz borç verme demektir.
Allah Teâlâ’nın, ayette doğrudan “ karz/ ödünç” deme yerine, bir sıfat ilavesiyle “karzen hasenen/ güzel borç” demesinin özel bir anlamı olmalıdır. Bunu anlamak için Cahiliye döneminde yapılan uygulamaya bakmak, kafi olacaktır. Bilindiği gibi Hicaz bölgesinde yaşayan insanlar, arazi şartları müsait olmadığı için tarım yerine ticaret yaparak hayatlarını idame ettirme çabası içinde olmuşlardır. Ticarî hayatlarında ise çoğunlukla takas usulü geçerli olmuş, az da olsa para kullanılmış; ödünç vermede veya diğer ticarî işlemlerde ise riba/faiz alıp vermek, bir kural haline getirilmiştir. İşte böyle bir sosyal, kültürel ve iktisadî ortamda indirilen Kur’an, “Alış veriş helal, riba haramdır” [2] diyerek, ribayı/faizi yasaklamıştır. Konu ile ilgi ayetleri, bu bağlamda anlamaya çalıştığımızda “karz-ı hasen” nin faizsiz borç anlamına geldiği görülecektir.
İnsan, fıtratı gereği genellikle yaptığı yardımlardan veya iyiliklerden dolayı bir karşılık bekler. Bu karşılık, bir “teşekkür” veya “Allah razı olsun” şeklinde olabileceği gibi, maddî bir kazanç da olabilir. Nitekim Cahiliye döneminde bu karşılık, riba/ faizdi. Allah Teâlâ riba/ faizi yasaklayınca ödünç vermede alınan maddî karşılık da ortadan kalkmış oldu. Ancak Allah Teâlâ, bir yasak koyarken, sadece o yasağı koymakla yetinmemiş, onun alternatifini de önermiştir. Buna göre borç veren kişi, ödünç verdiği kişiden maddî bir karşılık talep etmeyecek, ama bunun yerine Allah’ın kendisine vermeyi vaat ettiği karşılığı bekleyecektir. Nitekim “Allah da onun karşılığını kat kat verir” sözü, bu karşılığı açıklamaktadır.
Allah Teâlâ, ödünç verene kat kat verecekti, ama vereceği bu karşılık ne olacaktı? Bu karşılık, söz konusu ayette belirtilmemiş olsa da başka ayetlerde bu karşılığın ne olduğu açıklanmaktadır. Nitekim Allah Teâlâ’nın, “el- etkâ / harama bulaşmamak konusunda duyarlı olan Müslümanların” başkalarına maddi yardımda bulunurken, kendisine yapılan bir iyiliğin karşılığı olarak değil de, sırf Allah’ın rızasını kazanmak için yaptıklarını ve bu sebeple de Cehennem’ den uzak tutulacaklarını beyan etmesi,[3] bu vaadin ne olduğu veya olacağı konusunda bize bir fikir vermektedir. Buna göre Allah’ın vaadi, O’nun rızasıdır. Allah razı olduğu için kulunu Cehennem’ den uzaklaştıracak ve Cennet’ine koyarak da mükafatlandıracaktır.
Kur’an’ın bize verdiği mesaj, budur. Bu mesaja rağmen O’nun kulları – istisnaları hariç-, ekonomik, siyasî ve kültürel olguların etkisinde kaldıkları için karz-ı hasen diye bir kavram bilmiyorlar, bilenlerin de unuttukları ya da gözden uzak tuttukları görülüyor. Çok değil, yarım asır öncesine kadar Müslümanların en azından belli bir kesimi, ödünç alıp vereme konusunda birbirleriyle yardımlaşırlar, ödeme konusunda verdikleri sözde dururlar, itibarlarını sarsacak davranışlarda bulunmazlar ve “iyilikte yarışma” nın en güzel örneklerini verirlerdi. O zamanlar verilen söz, senetti, namustu ve itibardı. Birine söz verildi mi, o söz mutlaka yerine getirildi. İnsanlar, çoğu kez senede bile ihtiyaç hissetmezlerdi. Sadece ne alınıp verildiğinin bilinmesi için deftere kaydedilirdi.
Ne olduysa oldu, yarım asır içinde bu değerler yavaş yavaş yok oldu ve buharlaştı. Bunun yerine yardımlaşmama, sözünde durmama, iyilikte yarışma yerine kötülükte yarışma davranışları yaygınlaştı. Nitekim arkadaşından ödünç para alan bir kişinin, bu parayı vermediği gibi, kendisinden istendiğinde “Buna mı kaldın?” diyerek ödünç diyerek aldığı parayı vermediğini duyduğumda, çok şaşırmış hatta dehşete kapılmıştım. Söz verip de sözünde durmamanın, bir de ödünç aldığı paranın üstüne yatmanın, İslam’la ve insanlıkla bir ilişkisi olabilir miydi? Bu ne İslam’a, ne de atalarımızın üzerinde titrediği ve korumaya özen gösterdiği “doğru olma, dürüst olma” geleneğine uygundu. Ama gel gör ki günümüz Müslümanlarından bir kısmı, söz verip de sözünde durmamayı, tabiî bir davranış, hatta “Post truth/gerçeklik ötesi” bir anlayın gereği olarak da görüyor ve anlıyor. Hatta bunu beceriklilik olarak sunuyor.Hasılı aldatmanın, kandırmanın, sözünde durmamanın kurnazlık ve beceriklilik olduğu anlayışının yaygınlaştığı bir döneme girmiş bulunuyoruz.
Bu sebepledir ki, sosyal bilimler alanında dünyanın en geniş kapsamlı projesi olarak bilinen “Dünya Değerler Araştırması” nın Türkiye sonuçlarına göre, Türkiye’nin , dünyada kişilerarası güven düzeyinin en düşük olduğu ülkelerden biri olduğu görülüyor. Türkiye’de insanların yaklaşık onda biri, insanlara güvenebileceğini söylerken, İskandinav ülkelerinde bu oran yüzde 80’lere yaklaşıyor. Dolayısıyla Türk insanının onda dokuzunun birbirine güvenmediği bir çağda yaşıyoruz. [4]
Müslümanın, her şeyden öce güvenilir olması gerekmiyor muydu? Ümmeti olmakla öğündüğü Hz. Muhammed, peygamber olmadan önce de, sonra da “ Muhammedü’l emin/ güvenilir Muhammed” değil miydi? Hz. Peygamber İslam’ı “güven” üzerine inşa ettiği halde, onun ümmetinden olan Müslümanlar, nasıl oluyor da peygamberi Hz. Muhammed gibi güvenilir olamıyorlar? Hani Müslüman, Hz. Peygamberin ifadesiyle “ Elinden ve dilinden diğer insanların/Müslümanların emin olduğu kimse olacaktı.” Hani Hz. Peygamber, sîreten örnek alınacaktı? Ne oldu da Müslüman, bu ilkeyi hayatından uzaklaştırdı?
Bu nedenle Müslüman, bankaya güveniyor ve parasını oraya yatırıyor, ama bir başka Müslümana güvenemiyor, dolayısıyla da ödünç para vermiyor. Her ne kadar geçmişte bazı olumsuzluklar yaşanmış olsa da banka müşterisine, parasını istediği an veriyor, ama hiç kimse, güven vermediği için başkasına karz-ı hasen /borç para vermek istemiyor. Sonuç olarak Müslüman, en az banka kadar güvenilir olmadıkça bu badireden kurtulmanın çok zor olduğu da görünüyor. Bu durumda Müslümanın, bir öz eleştiride bulunması gerekmiyo
[1] [1] Hadid, 57/11
[2] Bakara,2/275.
[3] Leyl,92,17-21.
[4] http://www.gazetevatan.com/dunya-degerler-arastirmasi-na-gore-turkiye–24497-galeri-haber-fotogaleri/?Sayfa=6