Müslümanlar yaklaşık son 20 yıldır daha önceki birikimlerine herhangi bir şey katamadıkları gibi, ne yazık ki elinde olanları da koruyamadı.
Bazı dönemler yerinde durabilmenin de çok büyük önem taşıdığı düşünülürse, yerinde durmanın bile neredeyse mümkün olmadığı eritici, yakıcı, asimile olucu zamanlardan geçiyoruz. Birçok idealden vazgeçişin gözlemlendiği dönemde, en önemli vazgeçişlerden biri de sanırım kavramlara sahiplenememe, kavramlarla düşünüp konuşamama olarak ifade edilebilir.
Müslümanlarda belirenin bir metal yorgunluğu olduğu söylenemese de, fikir, düşünce, ideal, sahiplenme, itiraz etme, kavramların düzenlediği hayatta kopma gibi yorgunluklar görünür düzeyde varlığını hissettirmektedir. Çok değil, henüz 20 yıl gibi kısa bir zaman önce dillerinden düşürmedikleri kavramların artık ne düşüncelerinde ne de yazılarında yer almaması, yeni bir dünyanın inşası için mücadele etme ideali olanlar açısından üzerinde düşünülmesi gereken en önemli kayıplardandır.
Hangi dine ya da dünya görüşüne göre olursa olsun, kurulacak düzen, kurgulanacak toplum, eğitilecek kitleler kendine ait kavramlarla olacaktır. Kavramlarının hayattan soyutlandığı bir din olmadığı gibi, ilahı beşer olan herhangi bir ideolojide yoktur. Kavramlar, ortaya çıkarmanın, yaşanabilir bir alan oluşturmanın, bir düzen kurmanın “nasıllığını” izah eden anahtarladır. Kendine ait kavramları olmayan hiçbir din-ideoloji ve dil, yeryüzünde kendi idealinin şahitliğini yapamaz.
Diğer dünya görüşleri bir kenara, Müslümanlar açısından kavramların önemi daha başka anlamlar ifade eder ve Müslümanlar kendilerinden başlayarak inşa edecekleri soyut ve somut dünyayı kavramlar üzerine inşa ederler. Onlara bu usul kendi kitapları tarafından soyut olarak öğretilmiş, peygamberleri tarafından somut-pratik olarak uygulanmıştır. İlk nazil olan ayetlerde geçen “Rab” kavramının uzlaşma kabul etmez mahiyeti Mekke müşriklerini çileden çıkarmaya yetmiştir. Müslümanlar kendilerine Allah’ın öğrettiği bu kavramla, sadece Mekkeli müstekbirlere değil, yeryüzünün bütün sahte rablerine meydan okumuştur. “Sizin en büyük Rabbiniz ben değil miyim?” diyen Firavunun karşısına korkusuzca dikilebilmiştir.
“İlah” kavramının ne olduğunu öğrenen Müslümanlar, “la ilahe” diyerek bütün sahte ilahları reddetmiş, “İllallah” diyerek Allah’tan başkalarının önünde boyun eğmemiştir. Allah’tan başka ilahların varlığını reddeden Müslümanlar, bu ahitlerinde durdukları sürece, asla yenilmemiş, kimseye boyun eğmemiş, kimseden de çekinmemiştir. Zira Allah iki ilah edinmeyin ve yalnızca benden korkun buyurmuş, iman edenler de bu buyruğa boyunlarını eğerek itaat etmiştir. Bu itaat sürdüğü müddetçe, devran döndükçe, Allah kendisinden başka ilah edinmeyen kullarını her daim muzaffer kılmış, yardımını esirgememiştir.
Kalpten yoksun, idrakten uzak salt aklın mürşitlik yaptığı çağımızda insanlık, onlarca yüzlerce değil, binlerce sahte ilahın karşısında boyun eğmekte, hangisinin sözünü dinleyeceğini bilemediği için, şaşkın ve avare sağa-sola savrulmaktadır. Oysa Allah çok önemli bir misal vermiştir, yüzlerce dünyevi görüş, beşeri izim ve ideolojinin sahte ilahları, yolu-yordamı mı daha iyidir, yoksa tek ilah olan Allah’ın mı? Allah kendisinden başka ilahların insanlara hiçbir zaman fayda ya da zarar sağlayamayacağını buyurmaktadır. Bu gün iki ayağı üzerinde yürüyen dünyevi toplumun her gün kaç sahte ilahla pazarlık yaptığını, kaç sahte ilaha boyun eğdiğini, kaç sahte ilahın gönlünü yapmaya çalıştığını izah etmeye çalışmak zaman kaybından başka bir şey değildir.
Müslümanlar inzal sürecinde “Din” kavramıyla tanıştılar. Tanışır tanışmaz duygu ve düşüncelerini, bilgi ve eylemlerini yeniden gözden geçirdiler. Zira “Din” kavramı insana dair hiçbir şeyi hayatlarının dışında bırakmıyordu. “Din” örf ve âdet, ceza ve karşılık, mükâfat, itaat, hesap, boyun eğme, hâkimiyet ve galibiyet, saltanat ve mülkiyet, hüküm ve ferman, makbul ibadet, millet, şeriat” gibi kuşatıcı anlamıyla insan hayatını kontrol altına alan her alanı kapsamaktadır. Dinin buyurgan kaynağı Kur’an tarafından, “Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” denilmektedir.
Bugün yaşadığımız sosyal gerçeklik ortamında, kimlerin hangi din ve dinler üzerine olduğunu izaha bile gerek yoktur. İnsanlık nasıl bir din yaşadığının farkında bile değildir. Allah’ı razı edeceğini zannederek, Allah’ın reddettiği, yok saydığı, kendisine ortak olarak gördüğü bütün dünyevi dinlerin kulu olmuş, Hak olan İslam’dan başka ya da İslam’la birlikte birçok dünyevi dine tabi durumdadır. Oysa din egemenliğin kime ait olduğunu, siyasi, içtimai, sosyal, ekonomik hukuksal düzende kimin sözünün geçmesi gerektiğini belirler.
Vahyin nazil sürecinden Müslümanlar daha birçok inşa edici, düzen kurucu, sosyal, siyasal, ekonomik, içtimai, hukuksal, sosyolojik kavramla karşılaştılar. Vela ve Bera ile yol tuttular. “Hahamlarını ve papazlarını rabler edindiler” diyen ilahi buruk karşısında, hayatlarına müdahale etmek isteyen bütün sahte ilahlardan ve Rablerden beraat ettiler. Tagut ve tuğyanla tanıştılar. Allah’ın yolundan kendisi saptığı gibi, tebasını da saptıranları reddetmeden Müslüman olamayacaklarını öğrendiler.
Müslümanlar adaletle ve zulümle karşılaştılar, adaletin ve zulmün ne olduğunu ilahi buyruktan öğrendiler. Referansı Allah olan adaletten yana taraf olurken, yeryüzünün bütün zalimlerine karşı isyan ettiler. “Kızım Fatıma olsa ellerini keserim” diyen Peygamberin dirayetiyle sarsılırken, zalim kimden ve hangi taraftan olursa olsun, asla sevgi beslemediler. “Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar mücadele edin” diyen ilahi buyrukla, bütün zalimlere bayrak açtılar. “Atalar yoluyla” karşılaştılar, atalarının sapkın yollarını asla tercih etmemeleri emredildi. Bir daha ataların sapkın yoluna, dinine hiç dönmediler.
Cennet ve Cehennemi tanıdılar. Mallarını ve canlarını cennet karşılığında Allah’a sattılar. Akabe’de ellerini Resulullah’ın (as) eli üzerine koyduklarında, sahip oldukları ne varsa cenneti kazanabilmek için feda ettiler. “Ey cehennem doldun mu?” sorusuna, “daha yok mu” diyen cehennem ateşinden kurtulmak için hayatlarını adanmışlık duygusuyla ortaya koydular. Allah’ın ayetlerini hükümsüz olarak bırakmak isteyenlerin cehennemle cezalandırılacağını öğrendiler ve Allah’ın ayetlerinin yeryüzünde hükümran olması için gecelerini gündüzlerine kattılar. Cihad kavramını öğrendiler. Allah’ın hükmünün egemenliği için bütün imkanlarıyla cehdettiler, cihad ettiler.
Kavramlar sahabe neslinin hayatını yeniden şekillendirdiği gibi, kavramların kendilerini sürüklediği her yere gitmekten hiç yüksünmediler. Akılları, kalpleri, düşünceleri, amelleri, sevgileri ve nefretleri, dostları ve düşmanları Allah resulünün (as) öğretisiyle hep kavramlar tarafından belirlendi. Allah’tan başka ilah, kitaptan başka Hadi, Resulden başka önder, İslam’dan başka din hayatlarında yer almadı.
Lakin kavramların en çok işe yarayacağı seküler dünyada, merhametsiz, adaletsiz, sevgisiz, insafsız, infaksız, bireyci, çıkarcı, kendisi için yaşayanların çağında Müslümanların gündeminden çıktı. Artık “Tagut kimdir”, “tuğyan nedir”, “zalim kimdir”, “zulüm nedir”, adalet, merhamet, önder, Sırat-ı Mustakim vb. kavramlar ne dilimizde ne de kalemlerimizde yer almamaya başladı. Muhacirlere göçmen demeyi popüler bir söylem olarak tercih ettik. Kimi sevip kimden nefret edeceğimizi Vela ve Bera kavramları değil, günübirlik gündelik gelişmeler belirler oldu.
Okuyup düşünen, yazıp çizen, gelecek için Allah rızasını gözeten Müslümanlar olarak kavramlarımızı yeniden ihya etmeliyiz. Dünya zamane firavunlarının, müstekbirlerinin, hak yiyicilerin, tagutlarının, sahte ilahların eliyle sonu belirsiz bir serüvene sürüklenmekte. Sessiz kalan herkes cezasını çekecek. Bu sessizlikte sadece fert olarak iyi olmak, çekilecek cezayı önleyemeyecek. Öyle bir fitne geliyor ki, sadece zulmedenlere gelip çatmayacak. Sessiz kalan, itiraz etmeyen, yanlışa yanlış, taguta tagut, zalime zalim, haine hain, hakka hak, batıla batıl demeyen kim varsa bu yıkıntının altında kalacak.
Müslümanlar gerek sözlerinde, gerek yazılarında, kalplerinde ve akıllarında kavramları yeniden ihya etmenin yolunu bulmalı, bu hususu yeniden gündeme taşımalıdır. Allah rahmetinin göstergesi olarak bize bu çağda istediğimiz gibi yazıp konuşma imkânını verdiyse, bunun kıymetini bilmeli, bu nimeti değerlendirmeliyiz. Yoksa Allah verdiği nimeti geri almasını ve kim layıksa ona vermesini bilir. Allah bizleri seçti, dininde bir güçlükte yüklemedi. Bizi Müslüman olarak isimlendirdi. Peygamberi şahit yaptı ve bize sahiplendi. O ne güzel sahiptir, ne güzel yardımcıdır.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…