Yazar Mustafa Kutlu’nun kaleme aldığı “Kaybolan Karanfil” yazısını siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz…
Sabah gözlerimi keskin bir karanfil kokusuna açardım. Güneş basma perdelerden sızmış, cam önündeki karanfilin moruna vurmuştur. Nasıl da parıldar ama. Yer yatağında yatıyorduk. Sekiz-on yaşlarında olmalıyım. Her sabah bir karanfil kokusuna uyanırdık. Yaz-kış cam önünde bir karanfil saksısı; babaannem torunlarını sever gibi severdi onu. Ninelerimizin ev içinde yetiştirdikleri bu saksıda-kokulu karanfili yıllardır arıyorum. Çiçekçiler “Boşuna arama abi, kalmadı onlar, tohumu bile kayboldu” diyorlar. Çiçekçilerde katmer katmer açmış çok renkli, çok çeşitli, adlarını dahi bilmediğim albenisi gelişmiş çiçekler var. Heves edip alıyorum. Bir zaman dayanıyor, sonra ağır ağır sararıp soluyor; bir daha da açmıyor. Ne yapsan nafile.
Çiçekçilere soruyorum “Ne iş” diye; hafifçe gülümsüyorlar, sonra: “At onu abi, yenisini al” diyorlar. İlaçla-hormonla coşturup açtırıyorlarmış; sonra doğru çöpe. Yapmayın-etmeyin kardeşim; biz bu arada o saksı ile arkadaş oluyoruz; karşılıklı konuşup şakalaşıyoruz, nasıl atarım ben onu? Domatesler, salatalıklar vb. hep böyle imiş.
Çok verim alınıyor, çekirdeği dışardan geliyor, ancak bir mevsimlik bu, ertesi sene tohumuna yine avuç dolusu para ödenecek. Adam seni bağlamış. Tek mevsimlik sebzeler, çiçekler. Gösterişli ama işte o kadar.
Ne tat kalmış, ne koku. Sadece görüntü. İmaj yani. Giysiler mevsimlik, mekânlar mevsimlik, eşyalar mevsimlik. Kullan at. Kullan at. Hiç biriyle uzun süren bir ilişki, bir dostluk, bir aşk yaşayamıyorsun. Bağlanma, vefa kalmadı. Kullan at. İnsan ilişkileri de böylesine hormonlu hale geldi. Evlilikler ömürsüz, aşklar mevsimlik, dostluklar geçici. Kadir-kıymet arama artık. Gitti, gider. Ata ata etrafımızı çöplüğe döndürdük. Çöp-atık meselesi ülkemizin, dünyanın başta gelen meseleleri arasına girdi.
Yapılan açıklamalara göre ülkemizde üç bin belediyenin atık su tesisi ve çöp toplama tesisi yokmuş. Bunlar doğrudan tabiata savruluyor; kirlenme toprağı-havayı-suyu-dolayısıyla çiçeği, böceği, yediğimiz sebzeyi mahvediyor.
Arıtma tesisleri için 60 milyar dolara ihtiyaç varmış. Bu “kullan at” ideolojisi bizi ve dünyayı bitiriyor.
Her yeni teknoloji bir öncekini çöpe gönderiyor. Ardından bir öteki icat ediliyor. Satın aldığın âlet o gün eskimiş oluyor. Ve insanoğlu âletlerin çöplüğünde boğulmak üzere. Sabır, feragat, cömertlik, yardım, çile, sevgi tutunduğumuz bütün insanî değerler tek tek elimizden çıkıyor. Yaşlılara bakmak yük geliyor, fakirlerden kaçıyoruz. İhtiyarlarımızı huzur evlerine, çocuklarımızı kreşlere, yurtlara postalıyoruz.
Misafir kabul etmiyoruz, akrabalardan mümkün olduğu kadar kaçıyoruz; ya da hiç görünmüyoruz. Komşuluk çoktan tarihe karıştı. Birisi bize kazara selam verecek olsa pireleniyoruz “Acaba bir şey mi isteyecek” diye. “Kendini sev, kendini kolla” teranesi bizi yalnızlığın mağarasına sürüklüyor. Tek kişilik dünyalar, geçici dostluklar, mevsimlik aşklar, kokmayan çiçekler bizi sıkıntının kucağında bir başına bırakıyor. Eh oltaya geldiniz, zokayı yuttunuz artık. Şimdi bu sıkıntıyı defetmenin zamanıdır. Nasıl? Eğlenerek tabii. Kendini çılgın eğlencelere kaptırarak. Bu sebeple dünyada –ve ülkemizde– eğlence sektörü hatırı sayılır bir yer tutmaya başladı. Eğlence sektörüne yatırım yapanlar kazanıyor. Nihai bir çözüm değil bu. Zaten nihai çözüm istenmiyor. Bir tür uyuşturucuya teslim oluyor ve tepinip duruyoruz. Ta ki posamız çıkıncaya kadar. Sistem o zaman buyuruyor: Kullanım tarihi doldu bunun, at gitsin. (13.10.2004)