Kayseri’de ki Yaşanan Olayların Öğrettikleri
Bundan bir kaç gün önce 30 Haziran 2024 günü Kayseri’nin Melikgazi ilçesinde bir pazar yerinde, Suriye uyruklu şahısların küçük bir kız çocuğuna tecavüz ettikten sonra bölgede bulunan bir halka açık tuvalette saklandığı haberinin paylaşılması üzerine öfkelenen halk Suriyelilere ait işyerlerine saldırdılar. Saldırıların dozu o kadar arttı ki, halk Kur’an kursuna dahi saldırdı. Camı çerçevesi indirildi.
Güruh namus konusunda o kadar duyarlıydı ki, önüne gelen Suriyeli’yi acımasızca linç ediyor, ağzını burnunu dağıtıyor, kemiklerini kırıyordu.
Kitlelerin ihkakı hak yapmaya kalkıştığı olaylarda hak-hukuk en son gözetilen maksattır. Zahirde küçük bir kıza tecavüz ettiği söylenen bir Suriyeli’yi te’dip ve tecziye etme gayesi var gibi görünüyor idiyse de, hakikatte mültecilere, Suriyelilere duyulan hınç ve nefret söz konusuydu.
Çünkü bu olaydan bir kaç gün önce (25 Haziran), yine Kayseri’de kar maskeli bir kişi, takip ettiği bir kadına cinsel saldırıda bulunmuştu. Saldırıya uğrayan kadın yüzde 90 zihinsel engelliydi. Olay güvenlik kamerasında tespit edilmişti, saldırıyı yapan bir Kayseriliydi, saldırıya maruz kalan kadıncağız da. Sapık saldırgan emniyet kuvvetlerince gözaltına alınmıştı ama Kayseri halkı hiçbir tepki göstermemişti. Hatta olay görmezlikten gelindi bile denebilir, çünkü tecavüzcü Suriyeli değil, bir Kayserili bir Türk’tü.
Daha utanç verici olanı linç girişimi sırasında Suriyeli çocukların da devam ettiği bir Kur’an Kursu’nun hedef seçilmesiydi. Kursun görevlileri tehlikenin büyüklüğünü fark edince pencereye “Kur’an Kursu Türklere aittir” diye pankart asmak zorunda kaldı. Olay yerine gelen polis kalabalığa hitaben: “Taciz edilen çocuk Suriyeli” diyerek kalabalığı dağıtmak istedi.
Kurs bu pankart sayesinde daha büyük tahribattan kurtulmuş oldu.
Demek oluyor ki, çirkin (münker) bir olay bir Türk tarafından işlendiğinde Türkler tarafından tolere edilir, hatta örtbas edilir –çünkü bu Türk’e yakışmaz- ama aynı cürmü bir Suriyeli Arap işlendiğinde bırakın olayı güvenlik vuvetlerine havale etmek, bırakın faili cezalandırmak, ele geçen her Suriyeli dövülebilir, iş yeri tahrip edilebilir, lince maruz bırakılabilir.
Şimdi bu duygu ve düşüncelerle infiale geçen halkın “müslüman” olması, sahiden İslami hükümlere göre hareket ettiğini söylemek mümkün mü?
Bu sorunun doğru cevabını mutlaka lince katılanların peygamber olarak inandığı Hz. Peygamber (s.a.)’in Sünnet’tine bakarak test edelim:
Hz. Âişe (ra) anlatıyor:
“Bir kadın hırsızlık yaptı ve Hz. Peygamber’e (sas) getirildi. Dediler ki: “Ancak Üsâme Resûlullah’a (sas) giderek (bu kadının affedilmesi konusunda) aracılık edebilir.” Üsâme ile konuştular, o da Hz. Peygamber (sas) ile konuştu. Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurdu:
“Ey Üsâme! İsrâiloğulları, halkın ileri gelenlerinden biri suç işlediğinde onu cezalandırmadıkları ama sıradan biri aynı suçu işleyince ceza tatbik ettikleri zaman helâk edildiler. Eğer (hırsızlık yapan) Muhammed’in kızı Fâtıma bile olsa onun da elini keserdim.” (Nesei, Kat’us Sarık, 6.)
Hz. Peygamber (s.a.)’in bize öğrettiği şudur: Suçlar şahsidir, cezalar da şahsidir.
Kişilerin işlediği suç ne olursa olsun, sadece fail sorumludur onun yakınları, hemşehrileri, akrabası, memleketlisi, kavmi sorumlu tutulamaz. Suçlarda intikamcı hareket edilemez, kolektif ceza kesinlikle yasaktır. Aksi davranan cahiliye üzere hareket etmiş olur.
Kayseri’de namusçuluk bahanesiyle sokağa dökülenleri başka şehirdekiler de takip etmekte gecikmedi.
Hatay, Adana, Antep ve Konya’da şiddete ve nefrete maruz kaldılar. Antalya-Serik’te 17 yaşında bir Suriyeli çocuk, sokak ortasında bıçaklanarak öldürüldü. Konya’da Suriyelilere ait Halep lokantası tahrip edildi.
Bu ülkede halk cahil, müslüman ama İslami hükümlere aldırış etmiyor, onbinlerce ilahiyatçı, din görevlisi var, olup bitenler umurlarında değil.
Maalesef toplumda giderek kavim asabiyeti -ki Suriyeli ve Arap düşmanlığıyla ortaya çıkıyor- ümmet ve uhuvvetin, cahiliye adet ve teamülleri İslami hükümlerin önüne geçiyor.
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-