Günümüzde bu ‘arâbilerin kim olduklarına dair sorduğumuz suâlin cevâbını aramaya devam edelim…
Bu vesîleyle de “Sebeb-i nüzûl günceldir!” ilkemizi dipdiri ayakta tutarak, hâlâ “târihselci” bir yaklaşım sergilemekte ısrâr eden kardeşlerimize bir selâm daha çakalım!
Günümüzde de “kavimlerarası etkileşim”in olumsuz etkileri yalnızca lisanların hızlı bir yozlaşmaya uğramasıyla sınırlı değil!
Öncelikle ve özellikle İslâm medeniyet dâiresi içinde yer alan toplumları İslâmî açıdan olumsuz yönde etkileyen “ithâl kültür”lerin, deyim yerindeyse,“ağababası” olan “modernite”nin haşarı çocuğu “sekülarizm” ve onun en azgın hâli olan “laiklik”.
(Çok eskiden değil, ha, merhûm dedem zamanında “laiklik”e “lâ dînî” lik deniyordu! Ne isâbetli bir isimlendirme! Gel de bugün kullan! Söz aramızda ben bir kere yaptım, işitmediğim hakaret, almadığım tehdid kalmadı!)
Öncelikle ve özellikle “büyükşehir”li Muslimanların mânevî hayatlarında çok büyük bir sığlaşmaya ve yozlaşmaya yol açtığı bilinen acı bir gerçek. Birçoğunun dînleriyle olan ilişkileri “ne seninle, ne sensiz” seviyesine düştü. Kimi zaman “gelenek/görenek gereği”, kimi zaman “ağız alışkanlığı” ile ama kimi zaman da “mahalle/ortam baskısı”ndan kaynaklanan bir endîşeyle kendilerini “Müslüman” olarak tanımlayan ve böyle tanımlamakla “aslında îmânlı” olduklarını kasdedenlerin ama ALLAH’ımızın, celle şânuhu, dîni İslâm’ı yaşanması gereken şekilde, yani mubârek Kur’ân’ın ve Sünnet-i Rasûlullâh’ın koyduğu, deyim yerindeyse, “norm”lar doğrultusunda yaşamayan, hattâ daha da ileri giderek, yaşamayı reddedenlerin sayısı gözardı edilemeyecek kadar çok!
Bunlar, sözgelimi, kendilerini “Müslüman” olarak tanımladıkları halde “şeri’ât”a karşı olduklarını apaçık söyleyebilmekte, üstüne üstlük bu abes tutumlarıyla iftihâr dahi etmektedirler!
Ülkemiz özelinde bu tavrı geliştirmiş olan kimseler için, özellikle Mü’min/Mü’mine Muslimanlar arasında “Nüfus Kâğıdı Müslümanı” deyimi kullanılmaktadır ki, merhûm üstâd Mâlik bin Nebî uzun yıllar Batı’nın sömürgesi olmuş musliman ülkelerde yaşayan muslimanların kendi dînleri konusunda ister istemez içine düştükleri kafa karışıklığı hâlini aynı kelimelerle tarif etmektedir![1]
Mubârek Kur’ân’da dile gelen/getirilmiş olanların asla zamanla ve ortamla sınırlı ve de kısıtlı olmadığını/olamayacağını tam mânâsıyla idrâk etmiş olan herkes, bu konuda kaçınılmaz olan “tefekkür cihâdı”na sıvandığında ALLAH’ımızın, celle şânuhu, mubârek neden el-‘arâbu kelimesini seçmiş olduğunun ardında yatan hikmeti, hiç kuşku yok ki, “Doğrusunu ancak ALLAH’ımız, celle şânuhu, bilir!” demek kayd u şartıyla, derhâl ve kolaylıkla keşfedecektir!
Kaldı ki, özellikle de günümüzün şehirli insanının yaşadığı hayatın “çöl şartlarında yaşamak”tan hiçbir farkı olmadığı apaçık ortada!
“Çöl şartları”nın, orada yaşayan insan açısından belli başlı özelliklerini kabaca şöyle sıralamak mümkün:
Bunların hepsi de günümüzde bâtılın, yâni özü Hakk ve Hakîkat’e dayanmadığı için geçersiz ve uydurma olan şeylerin tahakkümü altına girmiş “büyükşehir şartları”nda yaşayan insanların mânevî hayatlarında ve dünyâlarında, özellikle de mecâzî boyutlarıyla mevcuttur.
Dolayısıyla, içinde ‘arabîler kelimesinin/kavramının geçtiği bütün mubârek âyet-i kerîmelerdeki ‘arabîler kelimesine/kavramına bu tesbitlerin ışığında “çağdaş büyükşehirlerin öncelikle ve özellikle en iyi eğitim görmüş, en kültürlü, en varlıklı sâkinleri” şeklinde bir açıklama ilâve etmek pek doğru ve de hayrlı olacaktır! Böylece mubârek Kur’ân’ın “zamanötesi” seslenişi apaçık ortaya çıkacak ve herkes için çok büyük ibretler derlemek mümkün olacaktır…
Şimdi artık bu değerlendirmelerin ışığında, Medîne Döneminin 7. yılında gelmiş olan mubârek el-Hucurât sûresinin 14. âyet-i kerîmesine yeniden bakabiliriz:
‘Arabîler kelimesinin/kavramının geçtiği mubârek âyet-i kerîmelerin, hepsi de Medîne Döneminde gelmiştir, yâni bütün kurumlarıyla Ezelî ve Ebedî Mutlak ve Nihâî Hakîkat’ten kaynaklanıp beslenen Yüce Ahlakî Değerler Sistemine dayanan toplumsal düzenin kurulduğu dönemin 6. yılında (33 el-Ahzâb 20) ve 7. yılında (9 et-Tevbe 90, 97 > 99, 101, 120; 48 el-Feth 11, 16 ve 49 el-Hucurât 14)! Mubârek Kur’ân’ın tamamlanmasına yalnızca yaklaşık dört yıl kalmıştır. Bir başka deyişle, Hicretten sonra kazandığı sosyo-ekonomik yapıyla çağının büyükşehirlerinden bir hâline gelmiş olan ve el-Medînetu’n-Nebî ismiyle anılmaya başlamış olan Yesrib şehrinde “çağdaş büyükşehirlerin öncelikle ve özellikle en iyi eğitim görmüş, en kültürlü, en varlıklı sâkinleri”nden meydana gelen bir kesim ortaya çıkmış!
* * *
En baştaki çıkış noktamıza geri dönecek olursak…
Meymenetsiz K.K.’nın[2] dipsiz kuyu cehâleti, ibret-i âlem edebsizliği, alabildiğine yüzsüzlüğü-görgüsüzlüğü ile gündemimize taşıdığı ve mağlubiyetinin faturasını kestiği “köylü kesimi” ama kazandığı reyleri kendince överek bağladığı “şehirli kesimi” günümüzün ‘arabîleri!
Mubârek Kur’ân’ın bu ‘arabîler hakkında neler bildirdiğine, merak edenler elbette ki bakacaklardır.
Ben her ihtimâle karşı, bundan sonraki yazımda bunu da ele almaya çalışacağım İNŞAALLAH!
[1] Meraklısı için kaynak: Cevdet Said: BİREYSEL VE TOPLUMSAL DEĞİŞMENİN YASALARI (İnsan Yayınları, Istanbul, 1998) s.22
[2] Genç ve yakışıklı olduğum ve arsızlığın edebsizliğin bugünkü kadar henüz zirve yapmadığı günlerde, en pespâye gazetelerde bile uygunsuz tavır ve eylemler sergileyen birtakım kimselerin resimleri gözlerinin üzerine siyah bir bant çekilerek gösterilir ve isimlerinin yalnızca baş harfleri yazılırdı.
Faydalı bir yazı olmuş Engin Abi. Sağol.