Ahmet Tâlib Çelen’in kaleme aldığı “Kınayanların kınamasından korkmamak” yazısını siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz..
Bir dâvânın gücü ve muvaffakiyet sırrı inananlarının dâvâya samîmî îtimâdıdır. Dâvânın doğruluğu ve istikâmeti hakkında tereddüdü olanlarla bir dâvâ kendini gerçekleştiremez.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) etrâfında hâlelenen sahâbe topluluğu dâvâya tam olarak güvenmenin ve bu sûretle dâvâyı burçlara yükseltmenin en güzel misâllerini verdiler. Hz. Peygamber, kavminin zenginlerinden veyâ yöneticilerinden değildi. Buna rağmen mü’minleri, onun Allah’tan getirdiği emânete tam olarak güvendiler ve şeksiz şüphesiz bağlandılar. Bu öksüz ve yetim Peygamber’i aslâ terk etmediler. Bu yolda kınayanların kınamasından zerre kadar çekinmediler. Böylece her sahâbe dâvâ ocağında bir akkor hâline gelerek dünyânın her yerine kıvılcımlar saçtılar. Bu yüzden dünyânın en ummadık coğrafyalarında sahâbe kabirlerine rastlıyoruz. Dâvâya itimât ve sadâkatleri onları yerlerinde durdurmadı, birer ateş topu hâlinde dünyânın en uzak köşelerine koştular. Gittikleri her yerde İslâm’ın ocağını tüttürdüler. Gün geldi üç kıt’aya İslâm sancağını diktiler. İslâm’ın yeniden belirleyici güç olması yine mü’minlerinin Allah’ın kitabına ve Resûl’ünün sünnetine tam itimât ve iktidâsına bağlıdır. Yaklaşık üç yüz yıldan beri târîhten çekildik âdetâ. Dünyânın gidişâtına başkaları şekil veriyor; bizim bir dahl ü tesîrimiz yok maalesef. Çünkü kök değerlerimize olan itimât ve bağlılığımızda gevşemeler oldu. Batı’nın maddî plânda yükselişi gözlerimizi kamaştırdı, kafamızı karıştırdı ve bu bakımdan geride kalmamızın suçunu kolayca dînimize yükleyiverdik. Oysa ilimde, kültürde, askeriyede, devlet idâresinde… hârikalar meydâna getirirken dînimize sımsıkı bağlıydık. O zaman gücümüzün kaynağı olan şey bugün güçsüzlüğümüzün sebebi niye olsun? Maddî plânda gerilememizin birçok sebebi vardır. İslâm, inananlarının dünyâ plânında ilerlemesine, yükselmesine aslâ engel koymamış, tam aksine teşvîk etmiştir. Çünkü Müslüman için asıl ve ebedî yurt olan âhirette mutluluğun yolu dünyâda yapıp ettiklerinden geçecektir. “Dünyâ âhiretin tarlasıdır.” İslâm, dünyâyı bozanlara karşı Allah’ın tertemiz düzenini dünyâya hâkim kılmak için gelmiştir. Müslümanların nihâî hedefinin âhiret olması dünyâyı ihmâl etmesini gerektirmiyor. Tam tersine âhirette cenneti kazanmak, dünyâda yapıp ettiklerimize bağlanmış. Dünyâyı Allah’ın emir ve yasaklarına uyarak ve bu emir ve yasakları bütün dünyâda geçerli hâle getirmeye çalışarak yaşayan cennete gidecektir. İşte bu büyük işe “cihâd” diyoruz. Yaşamak, iç dünyâmızda cihâd; yaşatmak, dış dünyâmızda. Bu yolda ölene Peygamber’e komşu olacak makâm armağan ediliyor: Şehidlik! Dünyâda Allah’ın emir ve yasaklarını hâkim kılmak için çalışırken ölene en büyük makâm olan şehidlik vaad eden bir dîn, dünyâya sırtını dönmekle ithâm edilemez. Dolayısıyla Batı karşısında gerilemenin suçlusu İslâm olamaz. Eksiğimizi kendimizde ve başka unsûrlarda aramak durumundayız. Kusûrlarımızın en başına da İslâm’a olan itimât ve inkıyâdımızı kaybetmemizi yazmalıyız. Temel değerlerimize sahâbe kuvvet ve heyecânında güvenemez ve bağlanamazsak düşmanlarımız karşısında sarsılıp dağılacağımız ortadadır. Nitekim şu anda yaşadığımız perîşanlığın asıl sebebi budur. Gençlerimiz Batı’nın maddî plândaki başarıları karşısında büyülenmiş vaziyette. Onlar gibi konfor içinde yaşayamamanın acısıyla kabahati millî ve dînî değerlerimize yüklemekte ve hızla âidiyet duygularından uzaklaşmaktadır. Bu gidişin sonu millet olarak yok olmaya kadar gider Allah korusun. Öyle bir eğitim hamlesi yapılmalıdır ki insanlarımız İslâm’ı gönlünde en yüksek yere koysun. İslâm dışı dünyâya karşı aşağılık kompleksinden sıyrılsın, kendi değerinin farkına varsın. Bu dünyâya gerçek adâlet ve insânî düzeni getirmekle vazîfeli olduğunu hatırlasın. Yeniden târîhin yapıcı kuvvetlerinden birisi hâline gelsin. Bunun baş şartı dâvâya îtimâttır. Dâvâsına inanan da bu dâvâda olduğundan dolayı kınayanların kınamasından korkmaz. İlâcımız şu âyettir: “Ey iman edenler! Sizden kim dîninden dönerse, Allah onların yerine yakında öyle bir nesil getirecek ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihâd ederler ve kendilerine dil uzatan hiçbir kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın öyle bir lutfudur ki, onu dilediğine verir. Allah, lutfu ve rahmeti pek geniş olan, her şeyi hakkiyle bilendir.” (Mâide, 54)
Batı’nın iliklerimizi gevşeten teknolojik gelişmesine “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” diyebilecek şuûrda bir gençlik yetiştirmek en âcil işlerimizdendir. Evet, “Ahlâksız ilim felâkettir” ve Batı’nın elinde bilim ve teknoloji insanlığa hep kan ve gözyaşı getirmiştir.
Bizi kurtaracak olan Arif Nihat Asya’nın Fetih Marşı’ndaki
Delikanlım! İşaret aldığın gün atandan!
Yürüyeceksin! Millet yürüyecek arkandan!
Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan’dan!
mısrâları ile coşan, bayrağına bakarak
Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
Yeryüzünde yer beğen!
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!
mısrâları ile hedefini belirleyen bir gençliktir.
Kendi değerlerinden emîn bir millet… Örneğini Cemil Meriç versin:
“Yobazlık, Şark’ın nefis müdâfaası. Yobaz, samîmiyet, yobaz kendini bir nass’a hapseden idrâk; bir nass’a yani sonsuza. Yobaza düşmanlık, târîhe düşmanlık. Yobaz biziz, en güzel taraflarımızla biz.”
15 Temmuz’da amerikan saldırısına uğradık. Kaç defa amerika destekli darbe oldu. Askerimizin başına çuval geçirdiler. Gemimizi vurdular. Kıbrıs’ta rumları destekliyorlar. Dedeağaç’ta üsleri var. Teröristlere hem silah, hem para veriyorlar. amerika alenen düşmanlık yapmıştır. 20 yıllık iktidarın söylediği söz. 15 Temmuz darbe girişimidir.