Toplumların kaderi, o toplum ve medeniyetin insan idraki, kültür niteliği ve ahlaki olgunluk seviyesine bağlıdır. Bu görüş, önemli bir ilim adamımızın tespitidir. Gerçekten de bir devletin kaderi, sadece siyasi istek ve çabalarla değil, o medeniyet ailesine bağlı insan anlayışı, ahlak ve fikri birikimi ile kendini ortaya koymaktadır. Bu faktörler, birbiri ile bağlantılı olmanın yanında, birbirlerini de destekler özellik taşımaktadırlar.
Burada ilk planda elde edilmesi gereken değer, ahlak’tır. Ahlak, insan ve sosyal ilişkilerin gerçekleştiği temel ruh olgunluğudur. Ahlaki olgunlaşma olmadan, fikri gelişme doğru bir istikamete yönelme imkanı bulamaz. Ahlak ve fikir birlikteliği gerçekleşmeden de, siyasi şuur oluşamaz. Dolayısıyla devletin ayakta durması, öncelikle ahlaki ve ruhi değerlerin; insan faktörünü eğitip, yönlendirmesi ile başlamaktadır. Arkasından ise; ahlaki değerlere dayalı fikri ve ilmi çalışmanın, doğru ve faydalı bir yöne doğru yönelmesi gerçekleşmektedir. Dolayısıyla fikir ve bilgiye doğru yolu gösterecek olan ahlaki değerlerin varlığıdır.
Devlet anlayışımızdaki zaaf, nereden kaynaklanıyor
Devlet, insan toplumlarının siyasi iradesi olarak ortaya çıkarken, bu iradenin adalet ile şekillenmesi, büyük ölçüde ahlakın kurallarıyla mümkün olabilmektedir. Çünkü adalet, hakkı sahibine vermek demektir. Böyle bir karar, ancak ahlak değerleri ile mümkündür. Çünkü, adalet; ahlakın toplum hayatındaki uygulanması olarak söylenebilir. Bu üçlü kombinezon, sadece siyasetçi ve hukukçuların değil, bütün toplumun sahip olması gereken bir anlayıştır.
Böyle bir anlayışın eksikliği, devlet fikrinin; topluma değil, sadece siyasilere ait bir görev gibi düşünülmesinden kaynaklanmaktadır. Halbuki, devlet anlayışı; bütün toplumun genç ve yaşlı, kadın ve erkek herkesin sahip olup, kullanması gereken bir haktır. Eğer böyle önemli bir ortak değer, herkesçe bilinip, sahip çıkılmazsa, onun varlığı, sadece belli bir grubun desteği ile mümkün olamaz. Devlet felsefesi denilen şey, bir toplumun devleti nasıl anladığı ve bu devlet anlayışı ile hangi yaşama program ve uygulamaya sahip olduğunun şuurunu taşımaktır.
Devlet’i ferdin iradesiyle güçlendirmek
Batı sanayi hareketi ile birlikte, siyasi ve iktisadi güç merkezi, kültürel ve toplumsal dinamikleri ikinci plana itmiştir. Böylece devlet, toplum ve fert bağlantısı kopmuş; sosyal sistem devre dışı kalmıştır. Halbuki, ferdin varlığı, toplum içinde gerçekleşmekte ve devlete ait sorumluluklar, toplumsal temel üzerine kurulmaktadır.
Modernizm, kişiyi toplumdan uzaklaştırarak, devletin bir kulu ve aracı haline getirmiştir.
Bu durum, toplumla bağını kesen devletin, belli iktisadi ve siyasi güçlerin kontrolü altına girmesine yol açmıştır. Dolayısıyla modern devlet ve onun siyaseti, toplumun varlık ve haklarını sahiplenmesini engellemekte, sadece belli güç ve örgütlerin hayatı biçimlendirme mevkiinde görmek istemektedir.
Devlet anlayışı, gerçekte fert ve toplum dengesi ve düşünce bütünlüğü ile ortaya çıkmakta, fert ve toplumun ideallerinin birbirine bağlanması ile güçlenmektedir.
Günümüzde modern demokrasinin sadece devlet merkezli yapısı, fert ve toplumun ihtiyaçlarına cevap vermeyi sağlayamamaktadır. Böyle bir yapı, sadece toplumsal sistemi menfaat ve güç merkezli gruplar üzerine oturtmakla kalmayıp, ferdi yanlızlaştırmakta ve toplumu da kuralsız ve düzensiz işleyişe götürmektedir.
Tarihi birikimimiz; sadece manevi ve kültürel değerler ile değil, sağlam devlet ve toplum geleneğini ortaya koyan güçlü müessese ve sistemler ile toplumların uzun soluklu bir hayat sürdürdüğünü göstermektedir. Devletin; fert ve toplum birlikteliği üzerinde hareket etmesi kaçınılmazdır. Bu yüzden, geleneksel ve tarihi tecrübelerimizi göz önüne alıp, sosyal hiyerarşimizi ayakta tutan inanç, ahlak, kültür değerlerimizi yeniden anlama ve hayata döndürmeyi bilmeliyiz.
Prof. Dr. Sami Şener