KİTAP YÜKLÜ EŞEKLER
Kur’ân Arapça indirildiğinden, içinde Arap dili ve edebiyatının tüm inceliklerini barındırmaktadır. Bu nedenle âyetlerinde kullandığı metaforlar/mecazlar da bu zengin edebî dilin ve ifâde gücünün en önemli araçlarından biridir. Metaforlar, kelimelerin sıkıcı ve basit anlamlarının ötesine geçerek, soyut kavramları somut bir şekilde ifâde etmemizi sağlayarak yazılı ve sözlü iletişimi daha etkili ve çarpıcı hale getirirler. Aynı zamanda bir şeyi anlamak veya açıklamak için tanıdık bir nesne veya kavramla ilişkilendirerek, bu sayede karmaşık düşünceleri daha erişilebilir hale taşırlar. Metafor/mecaz sanatı âyetin vermek istediği mesaja canlılık, derinlik ve güçlü bir anlam kazandırır. Böylece dolaylı yoldan anlatımı sağladığı için mesajın muhataba kişiselleştirilmeden iletilmesini sağlar, dolayısıyla bilincin direncini kırar ve bilinçaltına işler.
Kur’ân’da yer alan metaforlardan biri de “eşek” sözcüğüdür ve bu sözcük iki yerde isim[1] ve üç yerde[2] de sıfat olarak kullanılmaktadır. Sıfat olarak kullanılan âyetlerden biri Cuma/5. âyettir ve bu âyette Allah, tevratı yüklenen ama bu ilâhî emanetin içindekilerle bağ kurma yeteneğini kaybeden Yahudileri ağır bir benzetme/mecaz yaparak eleştirmektedir: “Tevrat’ın yükü ile onurlandırılmış iken bu yükü taşıyamamış olanların durumu, sırtına kitaplar yüklenmiş [ama onlardan habersiz bulunan] merkebin durumuna benzer. Allah’ın mesajlarını yalanlamaya şartlanmış olanların durumu ne acıdır, çünkü Allah rehberliğini böyle zalim bir halka ihsân etmez!”[3]
Görülüyor ki âyette, kendilerinin Allah’ın dostları, seçkin kavmi olduğunu iddia eden Yahûdiler kınanmaktadır. Çünkü Allah, peygamber göndererek ve Kitap indirerek onları onurlandırmış/yüceltmiş olmasına rağmen, onlar bu kitabın buyruklarını gerektiği gibi yerine getirmemişlerdir. Başka bir ifâde ile Yahudiler, tevrat ile amel etmekle sorumlu tutulmalarına karşılık, bu sorumluluklarının bilincinde olmamışlar, kendilerine verilmiş olan kitabın lâfzını ezberleyerek, rûhunu anlamamışlar ve gereğince amel etmeyip aksine tevil, tahrif ve değiştirme yoluna sapmışlardır. Âyetin devâmında Allah’ın âyetlerini yalanlayanların düştüğü kötü duruma dikkat çekilmesinden, Yahudilerin kitabın içindeki bilgileri gizledikleri veyâ gerçek anlamlarıyla değil çarpıtarak ve farklı anlamlara çekerek/kaydırarak açıkladıkları sonucu da çıkartılabilir.[4] Bu gibilerin eşeğe benzetilmesi ise oldukça düşündürücüdür. Çünkü eşek, sırtında taşıdığı kitapların içeriğini insânlara açıklamakla ilgilenmez ve hükümleriyle amel etme yükümlülüğü taşımaz. Sadece sırtındaki kitapların hamallığını yapar.
Kur’ân, amelle bütünleşmeyen, insâna ve topluma değer/fayda katmayan ilmi onaylamadığı gibi bilgiyi saklayarak onu öğrenmek isteyenlere engel olmayı veyâ öğretmekte cimri ve tembel davranmayı da onaylamaz. İslâm, bilgisini kendisiyle mezara götürenleri, insâna ve hayata ihânet etmiş zalimler olarak görür. Bilgi aydınlıktır ve bu aydınlığın hapsedilmesi ise karanlıkların en kötüsüdür. Bilgiyi kendi merkezinin dışına yaymak, insânı, kimlik kartı aramadan bilgiden nasiplendirmek, aydınlık bir benliğin en büyük mutluluğudur. İslâm bilgiyi kendi egosu için yatırım aracı yapanları da iyi insân olarak görmez. Mal ve servet gibi bilgide de infâk yani başkalarına dağıtmak esastır.
Yahudiler, Tevrat’ı yüklendiler ama hayatlarına uyarlamadılar, tatbik etmediler. Böylece Allah onları kitapları taşıyıp içinde ne olduğunu bilmeyen eşeklere benzetti. Kişi, ilme sahip olduğu hâlde bu ilim, kendisini günah işlemekten alıkoymaz, Allah’a kul olmasını sağlamazsa, öğrendiği ilim faydasız, hayırsız ve sahibine yük olarak görülmüştür. Bilmekten öteye geçmeyen, şuur hâline dönüşmeyen ilim; hem sahibi, hem de toplum için bahtsızlıktan başka bir şey değildir.
Anlaşılıyor ki, ilâhî hakikatleri örtüp gizlemek; onları halkın bilgisinden saklı veyâ uzak tutmak şeklinde olabileceği gibi o hakîkatleri olduğu gibi açıklamamak şeklinde de olabilir. Kur’ân bu ikinci şekli tercih edenleri çok net bir şekilde tanıtmaktadır: “Onlardan (Kitap ehlinden) bir grup var ki, Kitab’dan olmadığı hâlde Kitab’dan sanasınız diye (okudukları) Kitap’tanmış gibi dillerini eğip bükerler ve, ‘Bu, Allah katındandır’ derler. Hâlbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.”[5]
Vahyi tebliğ etmemek veya olduğu gibi tebliğ etmemek İslâm dünyasının da problemlerinden biridir. Politik, ekonomik, ırksal, bölgesel hesaplar yüzünden çağlardan beri işlenen bu günah; sahibi ve koruyucusu Allah olan İslâm’ın temel kaynağı Kur’ân ile toplumun irtibatını/ilişkisini büyük ölçüde azaltmıştır. Sonunda da ortaya İslâm başlığı altında toplanan yığınlarca uydurma ve yalan çıkmıştır. Bu uydurma ve yalanların yaşamasına bağlı yüzlerce zümre ve anlayışın saltanatı vardır. Bu saltanatın yıkılmaması için Kur’ân’ın kitleler tarafından öğrenilmemesi ve dinin vahiy dışındaki kabullerden arındırılmaması, çıkarcıların tek sığınakları hâlinde yaşatılmaktadır. Bu zulmün önüne geçmek, başka bir deyimle Kur’ân’ı anlamaya giden yolu tıkayan her türlü putu devirmek, insânı Allah ve Resulü katında en şerefli burca oturtmak, en yüce hizmettir.
Bugün Kur’ân saygı gören ve en çok okunan kitap olmasına rağmen, bu çoklukla ters orantılı olarak manası en az anlaşılan kitap konumuna düşürülmüştür. Kur’ân’ın ezberlenmesine veyâ harflerinin mahreç yerlerinden nasıl çıkacağına ayrılan zamanın belki yüzde biri kadarı Kur’ân’ın “tezekkerünü, taakkuluna, tedebbürüne ve tefekkürüne” harcanmamıştır. Fiziki anlam[6]da baş üstü tutulan, öpülüp anla vurulan, özel gecelere/günlere/kabirlere indirgenen Kur’ân; Hz. Peygamber’in şikâyetiyle “mehcur/terk edilmiş” bırakılmıştır. Bunun yanında Kur’ân kronoloik/statik bilgi birikimi/yığını ve entelektüel bir fantezi değildir. O dinamik bir yönü olan hidâyet kitabıdır ve bu nedenle de Kur’ân’da iman ile salih amel birbirinden hiç ayrılmamıştır. Gerçek imanın değeri indirilen ilâhî vahyi, taşımaktan değil; yaşamaktan geçmektedir. Şüphesiz “Kur’ân’a bakmak bile ibâdettir” şeklinde şartlandırılmış/inandırılmış bir toplumu “Kur’ân’a bakmak değil, yaşamak ibâdettir” anlayışına dönüştürmek kolay değildir.
Son söz: Kur’ân’ın emirlerini harfiyen bilip de, anlatmaya sıra gelince bülbül kesilen, ilmi ile amel etmeye gelince câhilden daha fazla hissizleşen; dünya ve âhiret için en büyük şeref ilim iken, ilmiyle amel ederek bu şerefe nail olamayan “âlim” değil, Kur’ân’ın ifadesi ile “yük taşıyan eşek”tir. Böyleleri için ilâhî bilgiyi elinde bulundurmak; iktidar, mal ve statü elde etme aracından başka bir şey değildir. Kur’ân’ın bu noktada kullandığı bir başka metafor da şudur:
“Ve kendisine mesajlarımızı lütfettiğimiz halde onları bir kenara atan kimsenin başına gelecek olanı anlat onlara: Şeytan yetişip yakalar onu ve o da, başka niceleri gibi, vahim bir sapışla sapıp gider. Şimdi, Biz eğer dileseydik, onu âyetlerimizle yüceltir, üstün kılardık: fakat o hep dünyaya sarıldı ve yalnızca kendi arzu ve heveslerinin peşinden gitti. Bu bakımdan, böyle birinin durumu [kışkırtılan] bir köpeğin durumu gibidir: öyle ki, onun üzerine korkutarak varsan da dilini sarkıtıp hırlar, kendi haline bıraksan da. Bizim ayetlerimizi yalanlamaya kalkan kimselerin hali işte böyledir. Öyleyse, bu kıssayı anlat, ki belki derin derin düşünürler.”[7]
NECMETTİN ŞAHİNLER
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
[1]Bakara/259; Nahl/8
[2]Lokman/19; Cuma/5;Müddesir/50
[3] Cuma/5 “Meselullezîne hummilût tevrâte summe lem yahmilûhâ ke meselil hımâri yahmilu esfârâ(esfâren), bi’se meselul kavmillezîne kezzebû bi âyâtillâh(âyâtillâhi), vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).”
[4] Âl-i İmrân/78
[5] Âl-i İmrân/78
[6] Mâide/68
[7] Araf/175-176
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…