KIYAMET
Kur’ân’ın diliyle ifadelendirirsek Kıyâmet şöylece gerçekleşecektir:
“O gün insanlar amelleri kendilerine gösterilmek için (kabirlerinden) bölük bölük çıkacak; her bir insan da ‘kaçış nereye’ diyecek. Hayır hiçbir sığınak yok. O gün herkesin varıp duracağı yer ancak Rabbin huzûrudur.”24
Böylece dünyamızın da ölümüyle birlikte gerçekleşecek Kıyâmet’in ardından yeniden yaratılacak bedenlerimizin rûhlarımızla birleştirilmesiyle birlikte Rabbimizin huzurunda toplanılacak, Mahşer sorgulaması başlayacaktır.
Mahşer, yeryüzünün dağları ve engebelerinden arındırılarak dümdüz muhteşem bir mahkeme salonuna dönüştürülmesidir; (Tâ- Hâ, 105-107) İnsanlar ve cinlerin yargılanmak üzere bu alanda- toplanmalarıdır.
Aynı inanç ve yaşam etrafında hayat sürmüş her bir ümmet / topluluk, inançları ve yaşantılarını gösteren Amel Kitapları ile bura- da yargılanacaktır. (Kehf, 47-49) Bunun için de yargılanmak üzere dizüstü çöktürülerek bekletileceklerdir.
“O gün bütün ümmetleri diz çökmüş görürsün. Her Ümmet Amel Kitabı’nın başına çağrılır. O gün yaptıklarınızın karşılığını bulursunuz. Onlara ‘bu Amel Kitabı size gerçekleri dile getirecek Kitabımızdır. Biz sizin bütün yaptıklarınızın birer kopyasını çıkartıyorduk,’ denilecek.”25
Yalnızca Ümmetler değil, ümmetler içindeki tek tek fertler de Amel Kitapları ile sorgulanacaktır.
Bu sorgulama için bütün iradeli hayatımızı; sözlerimizi, davranışlarımızı ve işlerimizi sözlü ve görüntülü olarak içine alan Amel Kitabı’mız ortaya konacaktır. Sorgulanmaya ve yargıya esas olacak bu Amel Kitapları önce kişilerin kendisine sunulacaktır ve her bir kişiye bu Amel Kitabı’nı okuması, bir diğer ifadeyle gerçekleri yansıtan Hayat Filmi’ni kendi sesi ve görüntülerinden izlemesi emrolunacaktır:
İsra 14
اِقْرَأْ كِتَابَكَۜ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَس۪يباًۜ
Câsiye 29:
Böylece herkes küçük veya büyük hayırları ve şerlerini hazır bulacaktır. Günahkârlar, okuyacakları-izleyecekleri günahlarından/ şerlerinden ötürü dehşete düşecek, feryadı basacaktır:
Yapıp ettiklerini önlerinde hazır bulacakları için itiraza kalkışacaklar, fakat ağızlarına mühür vurularak organları konuşturulacaktır:
Adalet Terazileri ile (Mîzan) Yargı
Kayda alınan sözler ve filme alınan işler kurulacak olan Adalet terazilerinde ameller olarak tartılacaktır.
İlâhi yargıda herkes yaptığı en küçücük bir hayır gibi, en küçücük bir şerrin de karşılığını görecektir.
Tartıları ağır gelecekler kurtulacaklar, hafif gelecekler ise felaket üstü yıkıma uğrayacaklardır.
Tartıları hafif gelecek kişinin de anası Hâviye olacaktır. Sana Haviye’nin ne olduğu kim bildirebilir? O, kızgın bir ateştir.”
Tartıları ağır gelenlerin Amel Kitapları, kendilerine sağ taraflarından, Cennet’e giriş beratları olarak ikram edilecektir. Hafif geleceklere ise sol veya arka taraflarından Cehennem ilâmı olarak verilecektir:
Bütün bu mahşer, yargılanma ve amellerin tartılması faslı Ashâbül-Araf tarafından da izlenecektir. Cennet ve Cehennem arasında çekilecek Hicab’ın / Sûr’un cennetliklere (Ashâbül-Meymene), ve cehennemliklere (Ashâbül-Meş’eme) bakan zirvesinde yer alacak Ashâbül-Araf, mahşerde üçüncü grubu oluşturacaktır. (A’raf 46, 48) Onlar Cennetlikleri selamlayacak ve Cehennemlikleri de yerecektir. Kur’anımızın açıklamasına göre bu üçüncü sınıf, Mukarrabûn olan Sabikûn’dur. (Vakıa 7-11) Bir diğer anlatımla onlar başta Peygamberler olmak üzere her ümmetin seçkinleridir. Yargılamanın bu seçkinlerin oluşturduğu Ashâbül-Araf’ın tanıklığı altında olacağı, Zümer sûresinin 69-70. âyetlerinde şöylece açıklanmaktadır:
“(Sûr’a ikinci defa üflenmesi ile birlikte insanlar çevrelerine bakar oldukları halde ayağa kalkarlar.) Artık Rabbinin nûruyla ortalık aydınlanır, yargıya esas olacak Amel Kitapları ortaya konur, Peygamberler ve Şâhidler getirilir, insanlar hakkında doğruluk ve adaletle hüküm verilir, onlara aslâ haksızlık edilmez. Herkese yap- tığının karlılığı gereğince ödenir; Allah onların yaptıklarını en iyi bilendir.”28
Dünya hayatlarında Allah’a ortak koşarak ve azgınlaşarak zalimleşenler Büyük Sorgulama sırasında, Cehennem’in yakın çevresine yerleştirilecekler, sonra da Cehennem’e terkedileceklerdir. Bu durum Rabbimizin kesin hükmüdür:
Sevap tartıları ağır gelerek Cennet’e giriş beratı alacak Müttakîler ise güvenlik alanlarına yerleştirilecekleri için korkuya kapılmayacak ve üzülmeyeceklerdir:
“Allah inkârdan ve isyandan korunanları kurtararak kurtulaşa/ kurtuluş yerlerine erdirecektir. Onlara her hangi bir kötülük dokunmayacak ve onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.”30
Bir diğer Kur’ânî anlatımla onlar Cehennem’den uzak tutulacaklardır:
“Kendilerine güzellikler yurdu Cennet olan el-Hüsna’yı takdir ettiklerimiz de Cehennem’den uzaklaştırılacaktır.”31
Açıklamaya çalıştığımız Büyük Sorgulama’nın akabinde, Rabbimiz Cennet’e girmeye hak kazanacak îmanlı ve salih amelli kullarının her birine şöyle buyuracaktır:
فَادْخُل۪ي ف۪ي عِبَاد۪يۙ* وَادْخُل۪ي جَنَّت۪ي
Eşleriyle birlikte Cennet’e girmeye hak kazanacaklara da şöyle buyuracaktır:
“…Siz orada ebedî olarak kalacaksınız.”}33
Yukarıda sunulan âyetler ve hadîslere dayanılarak yapılan açıklamalarda geçen Amel Kitabı, Kabir Ahkâm’ı ve Adalet Terazileri gibi ifadeleri aynen kabul ederiz. Ne var ki onlar bizim çağrışım yaptığımız gibi değildir. Hakîkatlerini yalnızca Allah bilir. Mesela bizim çağrışım yaptığımız mîzan / terazi yalnızca maddî varlıkla- rı tartabilir. Oysa ki, iradeli kalbî yönelişlerimiz ve amellerimiz de tartılacaktır.
Kıyâmeti öncesi ve sonrasına ilişkin özet bilgiler sunduğumuz ve Cennet’iyle ilgili bilgiler sunacağımız Âhiret Hayatı, hiç şüphesiz İlahî Senaryo’ya göre gerçekleşmiştir ve gerçekleşecektir.
Bu senaryosu gereği Yüce Allah’ımız insanları en güzel kıvamda yarattı; ibâdetle yükümlü kıldı, bir diğer Kur’ânî anlatımla güzellik yarışına çıkararak denemeye uğrattı. Rabbimiz, denemesini Peygamberleri aracılığıyla bildirdiği emirleri ve yasakları yanı sıra, verdiği farklı nimetler ve karşılaştıracağı sabır gerektiren olaylar aracılığıyla yapmak istedi.34
Bunun için de insanları uzun veya kısa ömürlü, sağlıklı veya engelli, zeki veya kavrayış yoksunu, çok veya az rızıklı, doğuştan toplumsal konumlu veya sıradan olarak yarattı. İnançlı -erdemli veya maddeci-azgın bir toplum içinde halk etti.
İnsanları, adaleti gereği sorgulaması, ardından da mükâfatlandırması ve cezalandırması, her işi yerli yerinde yapan Hakîm bir Rab olmasının icabıydı. Ne var ki İlâhî Deneme, suçların-günahların anında sorgulanarak, cezalandırılmaması ve tövbe imkânının verilmesi için ölüm sonrasına ertelenmesini gerektirdi.35
Bunun için iyiler yanı sıra kötülere, adaletlilerle birlikte zalimlere, erdemlilerle beraber çıkarcı zevk perestlere süre tanındı.
İlâhî adalet yanı sıra adalete kodlanan insan doğası da gerektirdiği için iradeli her davranışın ve işin karşılıklarının tam olarak verileceği Âhiret Hayatı; Cennet ve Cehennem takdir edildi.
Bütün yüceliklere vasıflı olup dilediğini yapan Allah, sorgulayacak, fakat evren ve insanla ilgili anlamlı ve amaçlı takdirlerinden ötürü sorgulanamayacak olandır.36
Yukarıda kısaca özetlenen ve varlık sebebi açıklanan Âhiret hayatına inanılmadıkça Müslüman olunamaz. Değişik şartlar altında bir ömür boyu İslâmî çizgide yaşanamaz. Ferdî ve sosyal hayat İslâmlaştırılamaz. Yok olma anlamına ölüm öldürülemeyeceği için hayata anlam kazandırılamaz. Erdemler uğrunda mücadele verilemez, gereğince direnç gösterilemez. Ebediyet özlemi ve sonsuz mutluluk aşkıyla yaşanılamaz. Cehennem’den korunulamaz. Cennet’e de girilemez. Üstelik dünya hayatında bile rûhî istikrara erilemez.
Kur’ân, dünya hayatında ancak gerçek mü’minlerin rûhen mutlu bir hayat yaşayabileceklerini açıklar. Kendisini, Rabbine ihtiyaçsız gördüğü için başına buyruk olanların bunalımlı bir hayata uğratıla- caklarını dile getirir.37
Daha da önemlisi Cennet’le taçlanacak âhiret hayatına inanmayan îmansız tipe öğüt verilemez. Yapılacak korkutucu uyarılar da fayda sağlamaz.
Bunun içindir ki Yüce Rabbimiz, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdiği Peygamberimize şöyle buyurmuştur:
“Sen ancak öğüt olan Kur’ân’ı izleyen, akıl ve duyu organlarıyla kavrayamadığı halde Rahmetiyle bütün varlıkları kuşatan Allah’(ın azabına uğramak) tan ürperenleri uyarabilirsin. Böylesini de bağışlama ve seçkin ödül olan Cennet ile müjdele.”]38
Âhiret’e; Cennet’e inanan ve bu inancını rûhunun derinlikleri- ne sindirebilen kişi ise, inandığı Kur’ân kaynağından alacağı bilgiler çizgisinde hayatını erdemlere adayabilir, bu yolda yıllarını tüketebilir.
Hiç mi hiç tereddüt etmeden ölüme bile atılabilir. Misallerini dönemimizde bile görebildiğimiz bu atılımlardan birini, bir sahâbi- nin hayatından örneklendirelim:
Allah’ın Resûlü ve sahâbileri yürüdüler de, kendilerine hayat hakkı, vicdan ve dîn hürriyeti tanımayan saldırgan Mekkeli putperestleri geçerek Bedir’e vardılar. Savaş başlamadan önce Allah’ın Resûlü (sahâbilerini yüreklendirmek için şöyle) buyurdu:
-Genişliği göklerle yer arası büyüklükte olan Cennet’e girmek için (düşman üzerine atılmak üzere) kalkınız.
Bu müjdeli görev emrini dinleyen Umeyr b. Humam’ın ağzın- dan şu sözler döküldü:
-Aman ne hoş, aman ne hoş. Allah’ın Resûlü sordu:
-Ya Umeyr! Sana bu sözleri söyleten nedir?
-Allah’a yemîn ederim ki Ya Resûlellah, başka değil ancak Cennettekilerden olma ümidi bana bu sözleri söyletti.
-Sen Cennetliklerden olursun inşaallah.
Bu karşılıklı konuşmadan sonra Umeyr torbasından hurmalar çıkardı ve onlardan yemeye başladı. Sonra da şöyle söylendi:
-Ben hurmalarımı yiyinceye kadar yaşarsam, bu pek uzun bir hayat Sonra yanındaki hurmaları attı. Şehîd edilinceye kadar savaştı da savaştı.39
Tarihî dönemlerde Âdem oğulları tarafından kazanılmış olup insanlığı mânen yüceltmiş nice başarılar, Âhiret’e; Cennet’e ve Cehennem’e îmanın sonucu olmuştur. Şuurlu bir İslâmî îmanla aynı başarılar, dönemlerimizde de gerçekleştirebilir.
Yedi madde halinde değineceğimiz Kur’ân âyetleri Kabir haya- tının varlığını belgelemektedir:
“Kabir / قبر ” (Tevbe 84)
“Kubûr / ُقبور ” (Fâtır22)
“Mekâbir / َمقابر ” (Tekâsür 1)
“Ekbere / َر َب أق ” (Abese 21)
“Ecdâs / أجداث” (Kamer 7)
“Ashâb / َب أصحا” (Mümtehine 13)
“Men /ْن َم ” (Fâtır 22)
*Kur’ânKabir için de “Merkad / َقد ْر َم ” demektedir. Merkad hayat dolu rüyaların benzerlerinin yaşandığı uyku, uyku yeri ve uyku zamanı anlamına gelmektedir.
“Merkad / َقد ْر َم ” (Yâsîn 52) “Onlar şöyle derler: Vay başımıza gelenlere! Bizi Merkad’imizden kim Ba’s etti / uyuduğumuz yerden kim kaldır.
*Yüce Kitabımız Kıyâmet Günü kabirlerden kaldırılış için genelde insanların uykudan kaldırılışı, özelde Ashâb-ı Kehf’in uykudan kaldırılışı için kullandığı “Ba’s / ْعثبَ ” kelimesini kullanmak- tadır.46 Ba’s kelimesinin geçtiği Yasîn 52’nin anlamı yukarıda verildi. Kullanıldığı diğer sûrelerden En’âm 60’ da ise şöyle buyrulmaktadır:
*Kur’ân’da Şehîdlerin Hayatı
Kur’ân’ın şehîdler için kesin bir dille doğruladığı dünya ile âhi- ret arası hayat da, bu hayatın bir benzerinin kabirde yaşandığını ve yaşanacağını göstermektedir.47
Allah’ın, lütfuyla kendilerine bağışladıklarından da sevinç duymaktadırlar. Arkada kalıp henüz kendilerine katılmamış olanlara, hiç bir bir korku ve üzüntü duymayacaklarını müjdelemek isterler.”
Bu âyetlerin ölüm sonrası ve Kıyâmet’le başlayacak Âhiret ön- cesi bir hayata, bir diğer anlatımla Kabir hayatına delaleti apaçıktır.” Arkada kalıp henüz kendilerine katılmamış” şeklinde ki ifadeler de pekiştirici kanıttır.
*Kabirle Bağlantılı Diğer Âyetler
Yukarıda meâlleri verilen iyice kavranıldığında sunacağımız âyetlerin kabir hayatı ile bağlantısı görülebilir:
“(Ölümden sonraki hayata inanmamakta direnip de kendi kendilerini aldatanlardan) herhangi birine sonunda ölüm gelip çatınca: “Ey Rabbim!” der, “Beni (hayata) geri döndür, izin ver döneyim de (daha önce) gözardı ettiğim konularda güzel ameller yapayım. Yok, onun söylediği, şüphesiz, yalnızca (boş ve anlam- sız) bir sözden ibarettir; çünkü (bir kere dünyayı terk etmiş bulunanların) ardında, yeniden diriltilecekleri Gün’e kadar (aşılması imkânsız) bir berzah / engel bulunmaktadır!“48
Bu âyetlerde söz edilen dünyaya dönüş arzusu, Kıyâmet Günü veya Cehennem içinde azaplanırken yapılacak dönüş isteğinden farklıdır. Çünkü ölümün hemen ardından gerçekleşecektir.49
(Kentin öbür ucundan gelip hakka çağrıda bulunan ve de îmanını pekiştiren kişiye) Cennet’e gir, denir. O da şöylece vahlanır:
Eğer “keşke”li bu istek Kıyâmet günü veya Cennet’te olsaydı “Kavminin bilmesinin” bir anlamı olmazdı.
“Nûh’un inkârcı kavmi günahlarından dolayı suda boğuldu- lar, sonra da bir tür ateşe atıldılar. Artık kendileri için Allah’tan başka yardımcılar da bulamadılar.”
Onların boğuldukları Kur’ân’ın diğer âyetleri ile sabittir. Ateşe atılmış olduklarını ifade eden “Udhılû / ِخلو ْد اُ” mazi fiili, boğulduk- larını ifade eden “Uğrikû / ِرقو ْغ اُ” mazi filine matuftur. Yaşanmış bir olayın üzerine, ancak kendisi gibi yaşanmış bir olay atfedilebilir. Mâkul olan budur. Bu da onların boğulmaları akabinde azaba uğratıldıklarını gösterir.
Kaldı ki Kur’ân’da Cehennem ateşi Ma’rife olarak en-Nâr şeklinde kullanılır.50 Nûh 25 de ise “Nâren” ifadesi Nekire’dir. Bu da onun Cehennem ateşi dışında bir başka tür ateş olabileceğine işa- rettir. Peygamberimizin Kabri, Ateş Çukuru olarak nitelemesi de bu sebeple olsa gerektir.
Kur’’ân çizgisini izleyen Peygamberimizin Sünneti de kabir hayatının varlığını doğrulamaktadır. -Salât ve Selâm üzerine olsun- O, konumuzla ilgili açıklamalarında:
a-Kabri, insanların inançlarına göre gruplara ayrıldığı konak olarak vasıflandırır; azap ve nimet mahalli olarak 51
b-Kur’ân’ın (Tevbe 84) dolaylı emri gereği cenaze namazı kılar/ kıldırır ve kabirleri ziyaret eder.
c-Kabirlerine götürülen ölülerin mutlu olacakları veya feryatlar koparacağını
Buhârî’nin rivayetine göre Peygamberimiz duyulacak mutluluğu ve korkuyu anlayabileceğimiz bir benzetmeyle şöyle açıklar:
Peygamberimiz:
d-Kabirleri ziyaret eder, onlara Selâm verir ve verilmesini öğütler,53
e-Kabir azabından Allah’a sığınır ve sığınılmasını 54
f-O, kabirdekilere Selâm verirken “Ehil” kelimesini kullanır.
g-Kur’ân’ın dünya ve âhiret, Cennet ve Cehennem için kullandığı “Dâr” kelimesini, Peygamberimiz de kabirlere selâm verirken kullanır:
Bu da onun anlayışında Kabir’in dünya ve âhiret gibi hayat sürülen hareketli bir âlem olduğunu göstermektedir. Nitekim Peygamberimiz, Hz. Îsa, Yûsuf, Mûsa ve İbrahîm gibi bazı Peygamberlerin rûhlarının göklerin 1-7. katları arasında yaşam sürdüğünü açıklamaktadır.57 Peygamberimiz ayrıca kabirdekilerin dünyadakilerin yaşamından haberdar edildiklerini de şöylece bil- dirmektedir:
Yukarıda yedi madde hâlinde değinilen Kur’ân âyetleri gibi yedi madde halinde özetlediğimiz Sünnet ölçüleri de kabir hayatının varlığına delâlet etmektedir.
Salih rüyalar sırasında aktif olan nefsin yaşadığı ve herkesin tecrübe edebildiği dünya ve âhiret dışı üçüncü hayat da, üçüncü tür bir hayat olan kabir hayatına ışık tutmaktadır.59
Dünyada yaşanan ve zaman zaman görülen korkutucu veya huzur verici rüyaların daha canlı ve etkili bir biçimde yaşanması olarak nitelenebilecek olan kabir hayatı, Kıyâmet’le başlayacak Âhiret Hayatı ile karıştırılmamalıdır.
Kabir hayatı bahsini, Peygamberimizin yapmamız için öğrettiği bir duâ ile bitirelim:
A’râf Nedir? Ashâbül-A’râf Kimdir?
Bu soruların cevaplarını verebilmek için önce A’râf kelimesini ve Ashâbül-A’râf tamlamasının geçtiği Arâf sûresinin ilgili âyetlerini ve anlamlarını sunalım:
“İki taraf (Cennetlikler ve Cehennemlikler) arasında bir Hicab /Sûr vardır.61 Sûrun en yüksek yerinde (A’râf’da62)
Cennetlikler ve Cehennemliklerin) her birini sîmalarından tanıyan (Ashâbül-A’râf denilen) adamlar bulunmaktadır; bunlar henüz Cennet’e giremedikleri halde girmeyi uman Cennetliklere yüksekçe bir sesle: “Selâm olsun size!” diyerek selâm verirler.
(Onlar Cennetlikleri işaret ederek de kınamalarını şöylece sürdürürler:) ‘Allah’ın, kendilerini hiçbir rahmete erdirmeyeceğine dair yemin ettiğiniz kimseler bunlar mı? “(Sonra da Cennetliklere dönerek): ‘Girin Cennete; artık size korku yoktur ve siz üzülecek de değilsiniz.’ (derler.)”63
Bu âyetler iyice incelendiği zaman Mahşer yeri denilen sorgulama alanında üç zümre olduğu görülür. Bunlar, Cennetlikler ve Cehennemliklerle, bulundukları A’raf’ta onlara hakim bir konumda olan ve onları selâmlayan ve yeren Ashâbül-A’râf’tır. Bir diğer anlatımla Ashâbül-A’râf değil Cehennemliklerin, Cennetliklerin de üstünde olacak seçkin insanlardır. İnsanlardır diyoruz, çünkü on- lar için anlamlarını aktardığımız âyetlerde erkekler anlamına gelen Rical sözcüğü kullanılmaktadır. Peki kimdir bu Ashâbül-A’râf?
Kur’ânda özgür iradeli amelleri tartıya gireceklerden tartıları ağır geleceği için mutlu olacaklarla hafif geleceği için ateş azabına uğrayacaklar üç ayrı sûrede anılmakta, fakat tartıları eşit geldiği için ortada kalacaklardan söz edilmemektedir.64 Kaldı ki söz edilse bile onların mahşer alanının en yüksek mekânı olan A’râf’ta Cennetliklere üstten bakar konumda olamayacakları açıktır.
O halde sorumuzu yineleyerek soralım: Ashabül-A’raf kimdir? Bu sorunun cevabını alabilmemiz için tek ana kaynağımız olan Kur’ân’da araştırma yapmak, Mahşer’de ve sonrasında iki grubunu Cennetlikler ve Cehennemliklerin, üçüncü grubunu Cennetliklere de üstün ve hâkim olacakların oluşturacağı üç ayrı sınıfın kimler olacağını belirlemek durumundayız. Vâkıa sûresinde şöyle buyrulmaktadır:
“(Kıyamet gerçekleştiğinde) Sizler de üç sınıf olacaksınız: (Onlardan biri İslâm Dîni’ne îman eden ve ona göre yaşayan) Ashâbül-Meymene’dir, ne mutludur o Ashâbül-Meymene!
(Diğeri, bâtıl inaç ve yaşantıların sahipleri olan) Ashâbül- Meş’eme’dir, ne bahtsızdır o Ashâbül-Meş’eme!
Vâkıa sûresi’nin bu ilk âyetlerinden Cennetlik olan Ashâbül- Meymene ile Cehennemlik olan Ashâbül-Meş’eme’nin yanı sıra, Ashâbül-Meymene’ye de üstün olacak üçüncü bir grubun varlığını öğreniyoruz ki bunlar es-Sâbikûn olan öncülerdir ve bunların konumları Ashâbül-A’râf’la bire bir örtüşmektedir. Çünkü Ashâbül- A’râf da Cennetliklere hakim konumda olacaktır.
(YAZI DİZİMİZ DEVAM EDECEKTİR)
ALİ RIZA DEMİRCAN
DİP NOTLAR
19-İ. Mace, Zühd 32, Tirmizî, Cenaiz 71
Bu hadîsler, ileride açıklanacağı gibi Kabri Merkad kelimesi ile uyku, uyku yeri ve uyku zamanı olarak niteleyen Kurân ile örtüşmektedir. bak. Yâsîn 52.
20-Muhammed, 18; Zümer, 68-69; Abese, 37
21-Tirmizî, Kıyâmet 26
Kabri, Cennet bahçelerinden bir bahçe olarak niteleyen bu hadîs, yukarıda anlamı verilen Nahl sûresinin 32. âyetinin ve de Yâsîn sûresinin 26. âyetinin açıklaması gibidir. Bu âyetlerde, Cennet’in bütünü zikredilmiş, fakat bu hadîste bütünü değil cüzü murat edilmiştir.
22-Buhârî, Cihad 25; Nesâî, İstiaze 5, Sehv 64; Müslim, Mesacid 130-134. Ayrıca bk. Müslim, Hn. 2866
23-İnfitar, 1-2; Tekvir, 1-3; Zilzal, 1-2; İnfitar, 3-4; İbrahim 48
24-Zilzal 6; Kıyame, 10-12; Zilzal, 7-8
25-Câsiye 28-29
26-Bu (Kehf 49) âyette geçen “Mücrimîn”kelimesi Kurân’da genelde Kâfirler / Allah’a ortak koşanlar mânasına, bir diğer anlatımla Cehennem azabına uğrayacaklar anlamına kullanılmaktadır. (Bak. Â’raf 40; Tâhâ 74; Zuhruf 74; Kamer 48)
Buradan hareketle Amel Kitabı’ındaki görüntülerden dehşetle korkuya kapılacakların inkârcılar olacağını söyleyebiliriz.
Mü’minler namaz, zekât ve adâlet gibi güzel amelleri yaparak, zulüm ve zinâ gibi büyük haramlardan sakınarak günahlarını giderebilecekleri ve de tövbe ile günahlarını sevaplara dönüştürebilecekleri için onlar, Amel Kitapları’ndaki görüntülerden korkuya kapılmayacaklardır. (Bak. Ankebût 7; Nisa 31; Furkan 70; Bakara 277) Doğruları en iyi bilen Allah’tır.
27-İnşikak, 7-15; Buhârî, Tefsir 84 /
Amel Kitabı sol taraftan verilecekler için bu bölümün sonundaki Ek 3 kısmına bakınız.
28-Ashâbül-A’raf ’ın daha geniş açıklaması için Ek 2’ye bakınız.
29-Meryem âyette geçen ‘Vurûd’un tercümesinde iki ayrı anlamına işaret ettik. İbn Kesîr ve benzeri tefsîrlere bakılabilir.
Bize göre Cehehnem’e vurûd edecekleri hakkında kesin hüküm verileceklerin Kâfirler olacağına Meryem 71 öncesi âyetleri yanısıra Enbiya sûresinin 98. âyeti de işaret etmektedir. Kaldı ki bütün insanların Cehennem’e girecekleri veya çevresine yerleşecekleri şeklindeki bir anlayış Kur’ân’ın genel prensiplerine de aykırıdır. Çünkü müttekiler için korku ve hüzün olmayacağını ve onların Cehennem’den uzaklaştırılacakları Kur’ân’da açıklanmaktadır. (Yunus 62, 63; Enbiya 101) Doğruları en iyi bilen Allah’tır.
30-Zümer 61
31-Sırat Köprüsü
Peygamberimiz tarafından söylenildiği ileri sürülen ve Meryem 71 ile de irtibatlandırılabilecek olan rivayetlereve göre kurtarma Cehennem üzerinde kurulu, olağan üstü büyüklükteki yol / köprü olarak nitelenen ve farklı şekillerde de yorumlanabilen Sırat’tan, – kişinin amel durumuna göre ışık, rüzgar, kuş, süvari ve piyade… hızı ile geçirtilerek yapılacağı bildirilmektedir. Âhireti inkâr edenler Cehennem’in öfheli, kudurgan uğultularını duyar ve Sırat’ın kancalarına takılıp Cehennem’e yuvarlanırken Müttakîler, öfhe kusan Cehennem’in soluğunu bile işitmeyeceklerdir. (Müslim, Münâfikûn 29, et-Tac 5 / 377) Ne var ki, Darimî’nin rivayeti olan hadîste ise kurtarılmaya yer verilirken Sırat’a yer verilmemektedir:
“İnsanlar Cehennem’e vürûd edecek ama sonra da (inanç ve) amel durumlarına göre Cehennem’den ışık, rüzgar, atlı ve yürüme hızı ile uzaklaştırılacaklardır. ” (Darimî 89, Hn. 2813) Sırat ile ilgili rivayetler, iman hayatımızın ölçülerini veren Kur’ân’da yer almamaktadır.
32 Fecr, 29-30.
33 Zuhruf, 70-71
34-Nahl, 36; Mülk, 2; Bakara, 155; Enbiya,
35-Nahl, 61; Fatır,
36-Bürüc, 16; Enbiya,
37- Nahl, 97; Taha, 124.
38 Kâf, 45; Yâsîn, 11.
39-Müslim, İmare 145; Müsned, 3 / 136.
40-Sırasıyla bak. Tevbe 84; Mümtehine 13; Abese 21; Yâsîn 51; Kamer 7; Meâric 43.
41-“Ashâb”, Sahib’in çoğuludur. Sahib ise insanla… sürekli beraber olan kişi veya bir mekânda sürekli olarak bulunan insan anlamına gelir, “Süreklilik” mânasından ötürü “Arkadaş” ve “Malik” e de Sahib denir. Ashabul-Cenne, Cennet’te sürekli olarak kalan / kalacak olan insanlar anlamına geldiği gibi Ashâbül-Kubûr da Kabir’de sürekli olarak kalanlar / kalacak olan insanları ifade (Bak. Rağib Müfredât; Umdetül-Huffaz Sahib mad.)
42-“Men” lafzı, “Konuşanlar ve akıl sahibi olanlar için kullanılır. (Bak. Rağib Müfredât; M. Zihni el-Müktazab “Men” ) Ayrıca bak. Anebût 32
43-Kabirlerinde sabah-akşam Cehennem’deki yerlerinin kendilerine gösterilmesi sebebiyle (Mümin 46) derin bir umutsuzluk içine düşecekler, âhiretten de ümitlerini Onların Mümtehine 13’de beyan edilen ümitsizlikleri de bu olsa gerektir.
44-Yüce Allah Neml sûresinin 80. âyetinde “Sen ölülere işittiremezsin. ” İyice düşünülerse, bu ifade ile kabir hayatının varlığına delil olarak aldığımız “Sen kabirde yaşayan akıllı canlılara (Men) işittiremezsin!” âyeti arasındaki fark anlaşılır.
46-Yasin, 52; En’âm, 60; Kehf, 19
47-Âl-i İmran 169-170
48- Kabir Sorgusu da Hak’tır
Mü’minûn sûresinin yukarıda meâlleri verilen 99-100. âyetlerine göre ölüm geldiğinde, dolayısıyla ölüm melekleri geldiğinde Berzah oluşarak kabir hayatı başlayacağına göre, yukarıda anlamları açıklanan âyetler Kabir’de de sorgulama yapılacağını da kanıtlamaktadır. (Nahl 32; Enfâl 50, Muhammed 27-28) Çünkü Melekler Allah’ın bildirmediklerini bilemezler. (Bakara 32, Nisa 97)
Bilemedikleri ve bilemeyeceklerine göre, sorgulama yapmadan ölenin mü’min veya kâfir olduğunu nasıl bilecekler?
Amel Kitapları’na göre mi? Neye dayanarak “Cennet’e girin” diyecekler? Neye müsteniden yüzleri ve sırtları darbeleyecekler? Kaldı ki, Nisa 97, sorgulama yapılacağını açıkça beyan etmektedir.
Bu durum, bize ölüm Melekleri ile sorgu meleklerinin aynı olabileceğini de göstermektedir. Eğer ölüm ve sorgu melekleri ayrı iseler, ölüm meleklerinin sorgulayıp dosyaladığı bilinen bir konuda, sorgu melekleri niçin işlem yapsınlar?
Kur’ân, can verdikleri sırada Kâfir ve Münafık’ın melekler tarafından dövüldüğünü bildirirken, hadîsler de onların kabirde, sorgulama sonrasında sorgu Melekleri tarafından demirden bir topuzla dövüleceklerini açıklamaktadır. (M. Tecrîd-i Sarîh Ter. H. 658) Bu durum da ölüm melekleri ile sorgu meleklerinin aynı melekler olacağını doğrular niteliktedir. Doğruları en iyi bilen Allah’tır.
49-Secde 12-14; Fatır 37; Münafikûn 10.
50-Bakara 81; Teğabun
51-İbn Mâce Zühd 32; Tirmizî, Kıyâme
52-Buhârî Cenaiz 50, 53, 90; Nesâî, Cenâiz
53-Müslim Tahâre 38; İbn Mâce, Zühd 36
54-Buhârî Cihad
55-Buhârî Cenaiz 50; Müslim Cenâiz 104; Tirmizî Cenâiz 59; Rağib Müfredat “Ehl” maddesi.
56-Müslim, Cenaiz 102, Tahare ; Ebû Davud, Cenaiz 79
57-Buharî, Menakıbül-Ensar 42; Müslim, Îman 74.
58-İbn Kesîr Tevbe
59-Zümer 42; Yûnus 64
60-Buhârî Tefsîrul-Kur’ân İbrahim
61-İki taraf arasında bulunan Hicab’ın Hadîd sûresinin 13. âyetinden hareketle Sûr olduğu ileri sürülmektedir. Bize göre de doğrudur.
62-A’râf ’ın tekili olan Urf, bulunduğu nesnenin veya yerin en yüksek kısmı anlamındadır. “Ve alel-A’râfi Ricalün” ifadesinde elif-lâm, mahzuf muzafun ileyh olan Hicab yerine geldiği için takdir-i ibare “Ve ala A’râfii-hicabi” şeklindedir. Hicab’ın Sûr anlamına geldiği dikkate alındığında mâna, ‘Sûrun en yüksek kısımlarında bulunan adamlar’ şeklinde olur. Onlar da Ashâbül-A’râf ’tır.
63-Arâf 46-49
64 -Araf 8-9; Müminûn 102-104; Kâria 6-11
65- Vâkıa 7-16