İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden on yıl, her türden uluslararası ve bölgesel organizasyonun mantar gibi bitişine şahit olmuştu.
İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden on yıl Birleşmiş Milletler (BM), NATO, Varşova Paktı ve Arap Birliği de dahil olmak üzere, her türden uluslararası ve bölgesel organizasyonun mantar gibi bitişine şahit olmuştu.
Arap Birliği’nin geçmişindeki bazı olaylara baktığımızda, pek de ümit verici bir tablo göremiyoruz. Anlatıldığına göre, toplantılardan birinde, Irak eski devlet başkanı Saddam Hüseyin o kadar sinirlenmiş ki, Suriyeli mevkidaşı Hafız Esed’e bir kül tablası fırlatmış. Daha yakın bir dönemde, Libya lideri Muammer Kaddafi Suudileri ruhlarını Amerika’ya satmakla suçladıktan sonra, zamanın birinci veliaht prensi Abdullah bin Abdülaziz’den çok sert bir fırça yemişti.’Bıyıklara lanet okunan’ benzer bir hararetli atışma da Irak eski başkan yardımcısı İzzet Dûrî ile Kuveyt delegasyonu arasında gerçekleşmişti.
Diğer büyük organizasyonlarda olduğu gibi, Arap Birliği de farklılıkların sebep olacağı tıkanıklıkları engellemekte ve mevcut tıkanıklıkları çözmekte başarısız oldu. Bu başarısızlık, genelde dünya düzeninden ve uluslararası organizasyonlardan fayda sağlayan daha küçük ülkeleri, daha küçük ölçekli bölgesel organizasyonlar oluşturmaya yöneltti. Bu minvalde, devrimci İran’dan gelen baskılar karşısında Kuveyt, 1981 yılında Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) kuruluşuna önayak oldu ve Basra körfezine kıyısı olan yedi Arap ülkesinden altısını bir araya getirdi. Irak, Basra körfezinde çok küçük bir kıyı şeridine sahip olduğu gerekçesiyle, körfez ülkesi olarak görülmüyordu. Fakat Irak’ı dışarıda tutmanın tek sebebi onun coğrafi konumu değildi. Bağdat İran’la devam eden çok acı bir savaşın tarafıydı ve körfez ülkeleri de muhtemelen Irak’ı bu yeni organizasyona davet etmenin İran’ın öfkesini celp etmesinden korkuyordu.
1981’deki kuruluşundan bu yana KİK, özellikle işlevsiz Arap Birliği’ne kıyasla nispeten düzgün bir şekilde çalıştı. Körfez ülkelerinin en büyük ve kalabalık ülkesi olan Suudi Arabistan, yıllık toplantıların rotasyonla üye ülkelerden birinde düzenlendiği konseyde egemen güç durumundaydı.
Umman’ın’dirsek çıkmaları’
Körfez ülkelerinin İran’a en yakını olan Umman, çoğunlukla Suudi hakimiyetine karşı bir denge unsuru oldu ve KİK’nin kendi içinde daha da bütünleşmesine yönelik teşebbüsleri engelledi. Bu teşebbüslerden sonuncusu, Suudi Arabistan’ın, merkez karargahı Riyad’da kurulacak ortak bir askeri komutanlığın oluşturulmasına, tam bir piyasa entegrasyonuna ve ortak para birimine yönelik lobi faaliyetinde bulunduğu 2013 Kuveyt toplantısında gerçekleşti. Suudi hegemonyasından korkarak ve belki de İran’ın kışkırtmasıyla, Umman ortak askeri komutanlık planını baltaladı. Böylece KİK sadece komşu ülkelerin bir konseyi olma statüsünü sürdürdü.
Fakat İran KİK’i, özellikle de baş rakibi olan Suudi Arabistan’ı daha da zayıflatmak istiyordu. Bu amaçla İran dışişleri bakanı Cevad Zarif, Batılı gazetelerde, İran ve Yemen’in de dahil olduğu yeni bölgesel yapının, “daha büyük bir Basra Körfezi organizasyonunun” kurulması çağrısında bulunduğu birkaç makale kaleme aldı.
İran’ın KİK’teki Suudi gücünü kontrol etme becerisi, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE), konseyi başka amaçlar için de kullanmaya çalışmak zorunda bıraktı. 1990’ların ortalarından beri Riyad ve Katar amansız bir rekabete kapılmış gidiyordu. Suudiler Katar’ın güç kazanmasını desteklemiyordu; zira Katar’ın güç kazanması, iki taraf arasındaki zıtlaşmanın sürmesini sağlayacaktı. Aralarındaki rekabet büyüdükçe Katar, Suudilerin 1920’lerden beri mücadele ettiği ve (İslamcıların talep ettiği’istişare’ sistemi yerine kabile sadakatine dayanan) kendi sisteminin temellerine karşı varoluşsal bir tehdit olarak gördüğü Müslüman Kardeşler’e yaklaştı.
Kuveyt’in arabuluculuk gayretleri
Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn’in, Katar ile olan bağlarını kopararak onu üç Körfez müttefikinin “terörist” olarak adlandırdığı İslamcı grupları desteklemekle suçladığı 2014 yılında, Suudi-Katar ihtilafı son haddine vardı. Suudi Arabistan ve müttefikleri bir yanda, Katar diğer yanda, Arap Baharından sonraki gelişmeler hakkında apaçık bir anlaşmazlık içindeydiler.
KİK’in kurucusu olan Kuveyt eyleme geçti. Mekik diplomasisi sayesinde Kuveytliler mevcut ayrılıkları gidererek KİK’i tekrar bir araya getirmeyi başardılar. Fakat paylaşılan kültürel miras dışında, KİK üyelerinin üzerinde anlaşabileceği pek bir şey de yoktu. Konseyde kararlar, oylama yerine oybirliğiyle alınıyor, bu da krizlerin çözümünü iyice çetrefil hale getiriyordu.
2014’te yaşanan uzlaşma KİK’e yeni bir hayat üfledi, ama o da uzun soluklu olmadı. 2017 yazına gelindiğinde Katar ve Suudi Arabistan’ın politikalarının birbiriyle uzlaştırılamayacağı artık netleşmişti. Abu Dabi de artık bölgesel ve uluslararası boyutta nüfuz icra etme konusunda Doha ile yarışa girmişti.
Konseyi bir arada tutan Kuveyt, yeniden aralarını düzeltmek ve Katar’ı, kendisini suçlayanlarla uzlaştırmak için devreye girdi. Bu defa uzlaşma çok daha zor oldu: Katar da krizin hemen öncesine dönmek konusunda isteksizdi. Körfez ülkeleri arasındaki ihtilafların ya ikili görüşmelerle ya da KİK’te çözülmesini talep ediyordu. Her sorun çıktığında muarızlarının uyguladığı boykotu, diplomatik kanallar veya KİK üzerinden duymak yerine haberlerden öğrenmek zorunda kaldığı sürece Doha, KİK’nin varlığının devam etmesine gerek olmadığını savundu.
KİK’siz senaryo
Zorluklara rağmen, Kuveyt arabuluculuk konusunda ısrarcı oldu. KİK’in olmadığı bir senaryoda, bölge küçük ittifaklara bölünecek ve daha da amansız çekişmelere sahne olacaktı. Kuveytli yetkililer, konseyin alternatifi olmadığı için KİK’i kurtarma girişimlerine devam edeceklerini bildirdiler. Çekişme halindeki taraflar uzlaşmaya razı olmazlarsa KİK dağılıp gidebilir.
2000 yılında George W. Bush’un ABD başkanı seçilmesi, BM’ye yönelik uzun sürecek bir ABD hücumunun başlangıcına işaret ediyordu. O zamandan beri ABD Kongresi’nin sıkça yaptığı bir şey, Filistin devletini tanıyan bütün BM teşkilatlarına verdiği fon desteğini kesmek oldu. Donald Trump’ın yükselişiyle, uluslararası ve bölgesel organizasyonlara daha güçlü saldırılar gerçekleştirilmeye başlandı. Trump’ın bilgisizce yaptığı eleştirilerin en gözde hedefi ise NATO oldu. İngiltere’de de çoğunluk, AB’den ayrılma lehinde oy kullandı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan düzenin dağıldığı ve saldırıya uğradığı, uluslararası kuruluşların (Suriye’deki katliamları durdurmak gibi en temel görevleri dahi yerine getirmekte) yetersiz olduklarının anlaşıldığı, benzer yapıların ise haddinden fazla zafiyete düşerek hiçbir nüfuzlarının kalmadığı veya tamamen dağılıp gittiği bir süreçte, KİK’in varlığını sürdürebileceğine inanmak için elimizde hiçbir sebep yok.
Kuveyt,’şapkasından bir tavşan daha çıkarıp’, Körfez’in birliği hedefini asla gerçekleştirememiş olan KİK’i, en azından körfez liderlerinin senede bir toplanmasına vesile olmaya devam ediyor izlenimini verebilmek için hayatta tutabilecek mi, henüz belli değil.
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi