Önümüzdeki Pazar günü, Ramazan bayramını buruk ve eve mahkûm bir şekilde kutlayacağız. Bu yıl insanlık, sıra dışı bir sene yaşıyor. Tarihte dünyanın, böyle küresel bir tehditle karşılaştığı bilinmiyor. Aslında küresel zulmün hâkim olduğu bir dünyada, tehdidin de küresel olması doğaldır. Galiba bu doğal süreci yaşıyoruz. Fakat bu süreç hayatımızı alt üst etmiştir. Değerlerimizi kendi doğal yapısında yaşayamıyoruz. İbret almamız, nankörlüğümüzden dolayı kıymetini takdir edemediğimiz nimetlerin kadrini bilmemiz gerekiyor tekrar elde edince…
Peygamber Efendimiz, bayram sabahı güzel elbiseler giyinip mescide giderdi. Bayram namazına kadınlar ve çocuklar da iştirak ederdi. Efendimiz, bayramı sevinç günleri ilan etmişti. Bayram, sevincin paylaşılması anlamına gelir. Zaten bayramın, “bayram” olabilmesi için sevincin, güzelliğin paylaşılması gerekir. Rasûlullah (sav), bu sevinci en üst seviyede paylaşırdı.
Meşru ölçüler çerçevesinde eğlenmenin bir ihtiyaç olduğuna inanan Efendimiz, Medine’ye hicret ettikten sonra Medinelilerin yılda iki bayram kutladıklarını görünce “Yüce Allah, size o iki bayram günlerine bedel olarak daha hayırlı iki bayram günleri ihsan buyurmuştur.” (Ebu Davud, Salât, 245; Nesâî, İydeyn, 1) diye müjdelemiş, o günlerin Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı günleri olduğunu haber vermiştir.
Müslümanlar, bugünlerde birbirlerini ziyaret eder. Hem dini hem de sosyal yönü olan bu bayramlar, Müslümanların kaynaşmasına vesile olduğu gibi yoksulların ihtiyaçlarının giderilmesine de imkân sağlamaktadır. Efendimiz, her zaman arkadaşlarıyla görüştüğü gibi bayramlarda da onları evlerinde ziyarete gider, ikramlarını kabul ederdi. Kendisi de misafirlerine ikramda bulunurdu. Rasûlullah’ın sünnetindeki bayram kutlamaları böyle oluyordu. Bu sene bütün bu güzellikler, tokalaşmadan, sarılmadan belki de çoğunlukla görüntülü telefonlarla sanal olarak yaşanacak.
İslam toplumlarında bayram kutlama örf ve âdetinde değişiklik olsa da hepsinin ortak paydası; “Bayramlarda sılayı rahmi/akraba ziyaretlerini gerçekleştirmekti.” Bunun başında da, birinci derece akraba olan anne, baba ve kardeşlerin bir araya gelerek bu ziyaretin hakkını vermesi gelir. Sılayı rahim inancının bilinçli bir şekilde toplumumuzda yer ettiği dönemlerde bunun hakkı veriliyordu. Bilinçli bayram kutlamalarında, uzak diyarlarda olanlar, bayram ziyareti için büyüklerin bulunduğu beldeye akın ederlerdi. Büyükler evde bekler, küçükler ziyarete gelirdi.
Son yıllarda bu hassasiyeti iyice kaybetmiştik. Algılarımız değişmişti. Bayram ziyaretlerinin yerini, turistik yerlerde tatil yapmak almıştı. Samimice gidip elini öpüp koklayarak dualarını alacağımız annemiz, babamız, kardeşlerimiz, amca ve dayılarımız, görüntülü ya da görüntüsüz telefonlarla aranarak durum idare edilir olmuştu. Tabir caizse, büyükler yorgun ve yatakta, küçükler Bodrum sahillerinde yatta kutlar olmuştuk bayramlarımızı. Ebeveynler müthiş bir şekilde ihmal ediliyordu.
Avrupa Milli Görüş teşkilatının önde gelen hocalarından Mustafa Mullaoğlu’ndan dinlemiştim: “Bir gün Almanya’da merkez binamızda odamda iken bir kişi geldi. Elinde bir kavanoza konmuş kül vardı. Bana dedi ki, ‘Hocam Annem Almanya’da tek başına yaşıyordu, ben de başka bir şehirde yaşıyordum. Annem evde ölmüş, komşular daha sonra haberdar olunca belediyeye bildirmişler, kimsesi olup olmadığını araştırıp benim adresime ulaşmayınca cenazesini yakıp külünü bir kavanoza koymuşlar. Daha sonra adresimi bulunca bu kavanozu bana, üzerine ‘annenizin cesedinin külü’ diye yazarak göndermişler. Hocam, işte annemin cesedi bu kavanozun içinde. Ben ne yapmalıyım? Cenaze namazı kılınmayacak mı?’ dedi.” (Not: Artık Avrupa’da da cesetler, defnedilme yerine, yakılıp külü kavanoza konarak sahibine teslim edilmektedir. Bu uygulama giderek de yaygınlaşmakta.)
Bu olay, Batı toplumunda savrulmuş bir Müslümanın, ebeveynine karşı duyarsızlığının acı sonucudur. Türkiye’de de kendi mutluluklarını gölgelediklerine inandıkları için, yaşlı anne ve babalarını huzur evlerine bırakıp bayramlarda, “ha geldi ha gelecek” diye pencere önünde bekleyen yaşlılarımızın dramı da bundan farklı değildir. Evlatları şehirde yaşayan, kendileri de köyde evlat yolu bekleyen ama bayramları fırsata dönüştürüp tatil yapmaya giden evlatların durumu da savrulmaktan başka nedir ki?
İşte anne ve babayı kendi hallerine terk edip yalnızca eş ve çocuklarına kilitlenen insan sayısı çoğaldıkça, toplumda ne sılayı rahim hassasiyeti kalır ne de, bayramlar, “bayram” gibi kutlanır. Bütün bu ihmallerimizin nedeni; dünyevileşmektir. Bunun sonucu olarak da, aile büyüklerimizi işimize ve tatilimize kurban etmekte, değerlerimizi kaybetmekte, ilişkilerimizi mekanikleştirmekteyiz.
Belki de bayram günlerinde, başta anne-baba olmak üzere akraba ziyaretleri yapıp sosyal bağlarımızı kuvvetlendirme yerine, tatil yerlerine koşup bu birincil vazifemizin ihmalinin bedelini, eve kapanmak suretiyle ödüyoruz. Hayatta hiçbir şey tesadüfî değildir. Şu an yaşadıklarımız, kendi ellerimizle işlediklerimizdendir. “Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.” (42Şûra:30) ayetinin ifade ettiği gibi, şu an ne mahrumiyet yaşıyorsak, bütün bunların gerisinde bizim bunları hak edecek büyük yanlışlarımız ve ihmallerimiz vardır. İnşallah Koronadan sonra aklımızı başımıza alır da değerlerimize sahip çıkarız, bayramları “Bayram” gibi kutlayarak fıtrat ayarlarımıza döneriz.
Rabbim, bütün bu yaşadıklarımızdan ders alarak, normalleştiğimizde bayramlarımızı, sılayı rahim için bir fırsat olduğu bilinciyle yaşamayı nasip etsin.
Musab SEYİTHAN