Müslüman, hayrın da şerrin de yaratıcısının Allah olduğuna inanır. Amentüsünde bunu tekrar eder imanının gereği olarak… Allah kullarını, “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!” (2Bakara:155) ayetinde beyan buyurduğu gibi sınava tabi tutar. Kullara düşen, “Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, doğrusu biz Allah’a aitiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” (2Bakara:156) diyerek bela ve musibetlerin sonucuna teslim olurlar.
Kullar, kendilerine zarar verecek olaylar karşısında tedbir almakla mükelleftir. “Kaderimde ne varsa o olur. Öleceksem ölürüm, yaşayacaksam yaşarım. Onun için kendimi olayların seyrine bırakırım. Allah’ın dediği olur” şeklinde “Kaderci” bir anlayışa sapamaz. İslam’da kadere iman vardır ama kadercilik yoktur. Kadercilik; kulun, yapması gerekenleri yapmadan, bilmediği kaderini delil getirerek işi Allah’a ihale etmesidir. Âlimlerimiz “Kaderle ihticac haramdır” derler. Yani kendi günah ve hatalarını örtmek için kaderi delil getirmek haramdır.
Milli Şairimiz M. Akif Ersoy, üzerine düşen sorumluluğu “Ben Allah’a tevekkül etmekteyim” diyerek yerine getirmeyen ve -hâşâ- Allah’ı ırgat ve hizmetçi yerine koyan “Kaderci” cahillere şöyle seslenmektedir:
Başın sıkıldı mı, kâfi senin o nazlı sesin:
“Yetiş” de, kendisi gelsin, ya Hızır’ı göndersin!
Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak;
Şifa hazinesi derhal oluk oluk akacak.
Demek ki: Her şeyin Allah… Yanaşman, ırgadın O.
Çoluk çocuk ona ait; lalan, bacın, dadın O.
Ya Sen Nesin?
MÜTEVEKKİL! Yutulmaz artık bu!
Biraz da saygı gerektir… Ne saygısızlık bu!
Hüda’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hüda;
Utanmadan da “TEVEKKÜL” diyor bu cürete, ha?!..
Dolayısıyla kullar olarak bize düşen tedbir almak ve tedbirli olmaktır. Takdir Allah’a aittir. Biz üzerimize düşeni yaptıktan sonra sonuçta Allah neyi takdir etmişse “Lütfun da hoş, kahrın da hoş” diyerek teslimiyetimizi gösteririz. “Hakkımızda hayırlısı demek ki buymuş” deriz.
Bulaşıcı hastalıklarla ilgili Rasûlullah (sav) şöyle buyurur: “Bir yerde bulaşıcı hastalık ortaya çıktığını duyduğunuz zaman oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde bulaşıcı bir hastalık ortaya çıkarsa, oradan da çıkmayınız.” (Buhârî, Tıb 30; Müslim, Selâm 100).
Dolayısıyla kamunun sağlığı için, kamu otoritesinin aldığı tedbirlere uyulmalıdır. Hastalığın bulaşmaması için gereken toplu faaliyetlerden uzak durma ve hijyen kurallarına uyma konusunda kul, üzerine düşeni yapmalıdır. Aksi halde günahkâr olur.
Fakat “Aç kalırım” korkusuyla marketlere saldırıp rafları boşaltmak tedbir değil, aç gözlülük, bencillik ve ihtirastır. Devlet, “Baklagillere yüklenmeyin, üç yıllık stokumuz” var demesine rağmen oburca marketleri boşaltanlar, çok hodgam/egoist insanlardır. Mala düşkün bu açgözlü maneviyat fukaraları ile ilgili Rasûlullah (sav) şöyle buyurur: “Mal hırsına kapılan kişinin dinine verdiği zarar, iki aç kurdun bir koyun sürüsüne dalıp verdiği zarardan daha çoktur.” (Tirmizi, Şerhi Tuhfe, Ebvabu’z Zühd, 7/46).
Peki, ne olacak şimdi? Diyelim ki sen marketlerin raflarını boşaltarak mutfağını, kilerini ağzına kadar doldurdun. Komşun bunu yapamadı ve kriz baş gösterdi. Ne yani komşun açken sen onu afiyetle, içine sindirerek yiyecek misin?
Efendiler! “ليس المؤمن الذي يشبع وجاره جائع /Komşusu açken doya doya yiyen kişi, gerçek mümin değildir.” (Buharî, el-Edebu’l Müfred, Trc. Halil Atalay, c.1, s.276, h.no:100); “Biriniz kendiniz için istediği şeyi, din kardeşi için de istemedikçe tam iman etmiş olmaz” (Buhari,İman 7; Müslim,İman 70-71 buyuran bir Peygambere ümmet olan müminler, sıkıntıları paylaşarak göğüslerler. Günde beş vakit ezanın gümbür gümbür okunduğu bir ülkede yaşayan Müslümanlar, panik yapmadan ve abartıya sapmadan, “Elinen gelen düğün bayram” anlayışıyla sosyal sorumluluk bilinciyle hareket ederler.
Koronavirüs karşısında muhteris halkın, marketleri âdetâ yağmalama girişimi ve tedbirdeki abartı, durumdan vazife çıkaran fırsatçı sahtekârlara, Allah’tan korkmayan, haram-helâl hassasiyeti taşımayan, “gelsin de nerden gelirse gelsin” diyen haramzadelere, piyasayı pahalandırma fırsat ve cesareti vermiştir. Bu fırsatçı sömürü odaklarını Rabbim ıslah etsin. Islah olmayacaklarsa burunlarından gelsin.
Şuayb Peygamberin kavmi olan Medyen ve Eyke halkının ticarî ahlakı kokuştuğun için Allah onları helak etti. Eğer bugün Şuayb peygamberin kavmine taş çıkartan günümüzün ahlaksız, üç kağıtçı, fırsatçı esnafını Allah topluca helak etmiyor, başına taş yağdırmıyorsa bunun sebebi, Peygamberimizin “Yarabbi! Benim ümmetime, geçmiş peygamberlerin ümmetlerine verdiğin toplu helakler verme” duasının kabul olmasıdır. (Bak: Müslim, Fiten 5; Tirmizi, Fiten 14).
Bu dünyada alavere-dalavere ile işlerini yürütenler bilsinler ki, Allah mühlet verir ama ihmal etmez. Bu dünyada belasını vermezse, ahirette perçeminden fena yakalayacaktır. Teemmül oluna!!!
Musab SEYİTHAN
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi