Kültür, insan ve toplum için yaşanabilir kurallar ve hayat tarzları getirmektedir. Kültür kaybı, toplumda farkedilmeyen bir değişimi ortaya koyar ve kimliğimizin bambaşka bir dünyaya yönelmesine yol açabilir.
Bazan, insanın karşı karşıya kaldığı problemlere, bir çözüm yolu bulamadığını görürüz. Aslında bu durum, kişinin yaşadığı hayat ile inandığı değerler arasında bir uyumsuzluğun sonucudur
İnsanın şahsiyeti ve karakteri, uzun yılların içerisinde liflif örülmekte ve böylece kişinin kendine has özellikleri ortaya çıkmaktadır. Kültür kaybı, sahip olunan değerlerin değişimi gibi çok zor bir ruhi ve ahlaki dönüşüme yol açmaktadır. Bu durum, aslında başlıbaşına bir “ruhi ve fikri çile”ye yol açmaktadır
Necip Fazıl’ın Çile şiirinde dile getirdiği bu olay, o zamana kadar inandığı değerlerin ve yaşadığı hayat tarzının değişimi ile, büyük sancılar ile kendindeki dönüşümün gerçekleşmesidir
Kültür, öncelikle bir bilinç, şuur seviyesidir. Kültürlü insan, kendi değerleri, bilgisi ve medeniyet anlayışı ile bir hayatı yaşama kararını verebilme olgunluğuna erişmiş olmaktadır
Burada, iki faktör göze çarpmaktadır: Birincisi, kültürün bünyesindeki bilgi ve değerler, ikincisi; bu değer ve bilgiler ile yaşama kararı verebilen şahsiyet özelliği.
Her iki temel faktör de, biz insanlar için son derece önemli ve hayatın manasını anlayabilmek ve huzurlu, mutlu olabilmenin şartlarındandır.
Kültürel faaliyet, günümüzde bilgi edinme veya bazı bilinçsiz alışkanlıkları benimseme şeklinde kısıtlı bir şekilde anlaşıldığında, büyük bir dünya ufkunun gözden kaçırılmasına yol açıyor
Halbuki kültürün ilk adımı, ahlaki bir özellik olan “kendini ve yaradanı tanımak”tır. Bu şuur, insan olmanın birinci şartıdır. Çünkü kişinin en büyük sorumluluğu yaratıcısını tanımak ve onun koyduğu kurallar topluluğunu idrak edebilmektir.
Hukuk, ahlak, inanç ve yaşayışa ait tüm temel kurallar topluluğu, İslam kültüründe Allahın şahsının ve koyduğu kurallar topluluğunun insan ile ilişki temeli ile anlaşılabilir ve açıklanabilir.
İslam düşünür ve felsefecileri, insan ve kainat (evren) ilişkisinin birbirine bağlı iki sistem olduğunu ve her ikisinin de aynı mantık ve düzen içerisinde birbirini tamamlayacak şekilde çalışması gerektiğini belirtmişlerdir
Aslında biraz düşündüğümüzde, dünyanın geleceği ile kendi geleceğimizin kesiştiğini anlıyabiliyor ve her iki sistemi de aynı temel kurallar çerçevesinde çalıştırmamız gerektiğini kavrayabiliyoruz. Bir diğer ifadeyle, kişi ile toplumun kaderi birbirinden ayrılmamaktadır
Büyük sosyolog İbni Haldun, kainatı (evreni) çalıştıran kanunlar gibi, sosyal hayatı da yöneten ve düzene koyan kanunlardan bahsetmiştir. Gerçekten de, meydana gelen olaylara baktığımızda, hepsinin belli şartlar altında benzer sonuçlar ortaya çıkardığın görebilmekteyiz.
Kültürün, hayatı şekillendiren birçok alan ile ilgili bilgi, sanat, alışkanlık ve değerlerin bir toplamı ve uygulaması olduğunu net bir şekilde kavramak gerekiyor
Bir toplumun bir başka toplumun hayatına özenmesi; bir medeniyetin bir başka medeniyetin değerleri içinde kendini yok etmesi gibi bir sosyal alinasyon veya kimlik kaybına yol açıyor
Bunun bir diğer adı, kendi bilgisine ve hassasiyetine güvenmeyip, başkalarının bilgi ve kararlarıyla hareket etmek manasına geliyor. Biliyoruz ki, aynı kültür ve toplum içindeki insanların bile, birbirlerinden farklı bakış açıları bulunmaktadır
Bu olay, aslında; bir hafıza yenilenmesinden de zor ve içinden çıkılması zor bir durum oluyor. Meşrutiyet devri batıcı, materyalist ve milliyetçileri, İslami kimlikten uzaklaşırken, çok ciddi travmalar yaşamışladır
Günümüzde, kültür kaybı; öncelikle kültürün bilinmeyişi, kültürün hayatı şekillendirme ve kapsama konusundaki rol özelliğinin farkına varılmamasıyla ilgilidir.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi