Haber: “Dindar bir öğrenci, Öğretmenine: “Başını örtmezsen, seni döverim” dedi.
Prof. Dr. Sami Şener
Kültürler, toplumların yaşama felsefesi, anlayışı ve hayat tarzını belirleyen kompleks bir hayat modelidir. Kültür; din, ahlak, gelenek, örf gibi değerlerden meydana gelir ve onun en belirleyici yönü, bu tür kolay kolay değişmeyecek nitelikteki değerleridir. Estetik, mimari ve iktisadi kurumlar, bu temel belirleyicileri göre şekil alırlar.
Kültürler, kendilerini hayata taşıyan ve temsil eden insan kitlelerinin yozlaşması ve sapması ile etkinliklerini kaybederler. Yani, tamamen insan ve değer ilişkisinin kopması ile fonksiyonları son bulur. Bu yüzden; insan unsuru, birçok sosyal hadisenin hem başlatıcısı ve hem de sona erdiricisi olarak önemli bir rol oynamaktadır.
Kültür çatışması, hayat tarzlarına temel olan değerlerdeki değişme veya “değiştirme”nin sonucu olarak karşımıza çıkarlar. Hayata ve olaylara değer hükmünü koyan değerler, kendi inanç ve ahlak açısından iyi-kötü, doğru-yanlış gibi belirleyici bir yaşayış çerçevesi oluştururlar. Bu değerlere karşı, yeni değer ve anlayışlar ortaya çıktığı zaman, iki hakikat ve iki farklı değer karşı karşıya gelmektedir ki, bunların birbirleri ile çatışmaya girmeleri kaçınılmazdır.
Buradaki çatışma, A veya B kültürünün kendi iç dinamiğinde gerçekleşir. Başka bir kültürün ve değer’in insanı ile, aynı coğrafyada bulunan iki farklı kültürün insanı, birbirlerinin değerlerine saygı göstererek, çatışmadan yaşayabilir. Bu durum, İslam medeniyetinde olduğu gibi, hakim İslamın kültürünün, diğer kültüre belli şartlar dahilinde hayat hakkı tanıması ile mümkün olabilir.
Geçenlerde basında bir haber çıktı: Sarıklı bir öğrenci, başı açık olan öğretmenine: “Eğer başını kapatmazsan, seni döverim” diye bir tavırda bulunmuş!..
Bu olay; genelde, öğrencinin haddini aşarak, öğretmenin yaşama tercihine karşı, baskı yapan bir tavır olarak kabul edilerek medyada yer almış.. Bana göre bu konu, tamamen kültür ve bilgi farklılığı ile açıklanabilecek bir olaydır. Nasıl?
Öncelikle bu genç öğrencinin, Müslüman bir ailenin çocuğu olduğu anlaşılmaktadır. Evinde veya eğitim aldığı bir kurumda, İslam dininin gereği olarak, Müslüman olan bir kadının başının örtülü olması bilgisini almış ve bunu, hayatının önemli bir şartı kabul etmiştir. Ayrıca, dinin emirlerinin; hayatta ihmal edilmeden uygulanması gerektiği bilgisini de almıştır. Dolayısıyla, bu genç çocuk; kendi açısından “seni döverim” gibi, başkasına yönelik ölçüsüz bir kelime kullanmanın dışında, dini açıdan mantıksız bir eylem yapmamıştır. Böyle bir ölçüsüz ikaz içine girmemesi gerekirdi.
Öğretmene gelince, öğretmen; günün şartları ve anlayışı içerisinde, belki de çevresinin hakim görüşü olarak, başını örtmeyerek kendi hayatını yaşamaktadır. Öğretmen, başını örtmemesine rağmen, genç çocuğun dini anlayışına uygun bir düşünce içinde de olabilirdi. Ama, geçerli çağdaş anlayış ve modern görüş açısından, normal bir giyim içindedir. Öte yanda, başı örtmenin; sadece, Cami veya cenaze gibi olaylarda geçerli olduğuna inanan veya örtünmeyi, zamanı geçmiş bir gelenek gibi gören bir anlayış sahibi de olabilir. Çünkü inanç, bir anlamda “kabul” demektir. Dolayısıyla, inanç değerlerini kabul etmeyen bir kimseden, o inancın gereğini beklemek söz konusu olmamaktadır.
Genç çocuğun, inandığı dini emir ve değerlere uygun olarak, öğretmenin başını örtmemiş olmasını bir problem olarak kabul etmesi, “döverim” tavrı dışında; anormal bir davranış değildir. Çünkü, İslam dini toplumcu bir din olduğundan; bir kişi, başkalarını eksikliklerinden dolayı ikaz edebilmektedir. Dolayısıyla genci, bu şekilde hareket ettiği için görgüsüz davrandığını söylemek zordur. Çünkü o, bu toplumdaki kuralların İslami kurallar olarak şekillenmediğini bilmemektedir. Bir Hristiyan veya Yahudi gencinin, kendi inancının gereği, yanlış gördüğü konularda tavır alması gibi, bir durumdur bu.
Öte yanda, öğretmenin de; kendi düşünce, değer ve anlayış sistemi içerisinde, inandığı doğrulara göre yaşaması ve giyinmesi de, batılı ve laik anlayışı çerçevesinde normal karşılanmaması gereken bir tavır olarak söylenebilir..
Peki burada suçlu veya hatalı olan hangisidir? Bana göre, ülkenin kültür anlayışı; kültüre ve hayat tarzı konusunda “iki başlı” ve iki farklı değer’e imkan tanıması bakımından, problemin ana kaynağıdır. Çünkü yönetim sistemi ve hukuk anlayışı, bir yandan batılı kültür ve kuralları toplumda hakim kılmaya çalışırken, diğer yandan da İslam dinini toplumun dini olarak kabul etmek gibi, birbiriyle çelişkili bir tutum içindedir. Dolayısıyla Yönetim; ne İslam’dan yana, ne de Çadaş-Modern Batı yaşama kültüründen yana, bir tercih içinde olmama gibi belirsiz bir tavır içinde kalmaktadır. Problemin temelinde bu belirsizlik yatmaktadır. Fakat bu durum, uygulamalara bakıldığında; dini kuralların, sistem içinde çoğu zaman yasal ve meşru bir varlık gibi görünmesine pek imkan vermemektedir.
Bazıları diyebilir ki, “Efendim, herkes inandığı gibi yaşasın!..” Teoride kabul edilebilir görünen bu konu, sosyal hayatta geçerli olmamakta ve yukarıdaki türden çatışmalar ortaya çıkmaktadır.
Çünkü, şimdiye kadar bu söylemin, sadece “belirli bir kesimin hakları” için dile getirilmiş olduğunu biliyoruz. Konu, Anayasal haklar ile ilgili bir çelişkinin varlığını göstermektedir. Halkı Müslüman olan bir ülkede, hem modernist, hem de İslami kuralların bir arada yürürlükte olması, pek mümkün görünmemektedir.
Batılı modern toplum, dini; kişilerin tercihine bırakmış ve batı’daki din anlayışı, sosyal hayata yönelik kurallara sahip olmadığı için, orada herhangi bir çatışmaya yol açmamıştır. Fakat, İslam dini; Hristiyanlık gibi, sadece insanın iç dünyası ile ilgili bir çerçevede gerçekleşmemektedir. Ahlak, adalet, iktisadi yapı, hukuk düzeni gibi sosyal sisteme yönelik birçok hüküm taşımaktadır. Dolayısıyla Müslümanlar için bu alanların, İslam dininin kuralları ile zıtlık göstermemesi adalet ve sosyal hayatın düzeni açısından gerekmektedir.
Sonuç olarak İslam, Müslümanların çoğunluk olduğu bir toplumda, bir “azınlık dini” kadar sosyal hayatta yer alama durumu ile karşı karşıya bulunmaktadır. Çünkü Batı ülkelerinde yaşayan Müslümanlar, azınlık statüsü” altında, halkı Müslüman olan ülkelerden daha fazla hak ve meşruiyet içinde bulunmaktadırlar.
Dolayısıyla, ikili değer ve kuralların olduğu toplumlarda, problem ve çözümsüzlükler devam edecek ve özellikle, dindar insanlar sürekli aşağılanacak ve inançlarının gereğini yaparken zorluklarla karşılaşacaklardır. Ne dindar insanların ve ne de, dindarlığı benimsememiş insanların problemlerle karşılaşmaması için, sosyal sistemde herkesin değerleri ve inanç varlığının ve eşit haklara sahip olduğunun açıkça belirlenmesi ve uygulanması çıkar yol olacaktır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…