Spor camiasını yer yer eleştiriyoruz. Bilhassa transfer ücretlerinin astronomik rakamlar olması bizi düşündürüyor. Benzer şikayetler üçüncü dünya ülkelerinin tümünde, özellikle de yoksul halk kesimi arasında tartışma konusu oluyor. Örneğin Brezilya’da yapılan röportajlarda halkın bu kadar büyük stadyumlar yapılması yerine sosyal dönüşüm projelerine ihtiyaç duyduğu sıklıkla dile getiriliyor.
Sporla alakalı olarak gündeme gelen bu konunun Türkiye özelinde başka konularla da ilgisi olduğu görülüyor. İnsanoğlu, meta ile olan ilişkisini makul temellere oturtmak yerine başka gayeler güdüyor. Tama etme ve biriktirme hırsı kapitalizmle dünyaya benimsetildiği için aslında her sektörde fahiş veyahut da göstermelik fiyatlar uçup gidiyor. Sıradan insanlar olarak büyük çoğunluk asgari şartları zor yakalarken birilerinin uçuk maaşlar, ücretler alması ve bilhassa da bunun yüksek emek gerektirmeyen işlerde olması insanları isyan ettiriyor.
Bu çarpık durumu kabullenerek dünyanın düzenidir diyemeyiz. Bu meseleler geçtiğimiz asırdan önce ortada yoktu ve zamanla makulleştirilerek ardından fitne haline geldi. Bugün de eşitsizlik ve adaletsizlik zulmü had safhaya yükseldi.
Diğer yanda borçlanma, büyük şirketlerin ve devletlerin kabul edilebilir oranda geri dönüştürebileceği tesisler kurabilmesi gayesiyle başvurduğu bir politika iken bugün bu rasyonelleştirilmekle kalmadı, herkesi ve her kurumu gırtlağa kadar borçlu hale getiren bir anlayışa zemin hazırladı. İşin acı tarafı borçlanma modasına uyanların birçoğunun iflas dalgasına kapılış olması ve diğerlerinin de daha büyük sosyal ve ekonomik hatta kültürel ve hukuki sonuçlarla yüzleşmiş olmasıdır. Birey bazında borçlanan insanlar bir yana, küçük esnaf başta olmak üzere büyük kurumlar diğer yana, hemen herkes bazı dış yaptırımlara boyun eğdi ve iç bölünmelere de ister istemez yöneldi. Toplumun en küçük yapı taşı denen ailede de durumlar böyle, milli ve yerli olan ihracat rekortmeni firmalarımızda da. Bu konu borçlanma ve zarar ilişkisiyle ilgilidir zira aslında zarar eden kurumlar borçlanarak ayakta kalmaya çabalamakta ve iflas durumu borçluluk adı altında örtbas edilmektedir.
Kurumların zararda gösterilmesi, bir başka mesele olarak yine gündeme getirilebilir ancak üç büyükler başta olmak üzere spor kulüplerinin milyarlarca liralık borçlarının olması anlaşılabilir değil. Üstelik borçlu iken hala yüz milyonlara varan transferler yapabilmeleri hiç kabul edilebilir değil. Kulüplerin, her yere mağaza açarak ürün sattığı, yayın ve organizasyon gelirlerinden aldığı giderlerini karşılamıyorsa bunu en başta yöneticileri hesap etmeli ve kamuoyuna bildirmelidir. Ancak durumun öyle olmadığı, kulüplerin gelir gider dengesini sağlayamayarak açık verdiği ve sonrasında da yöneticilerin başka bahaneler bulduğu görülmektedir. Öyleyse sormamız gereken şudur ki; borçlu olan ve zararda olan kurumlarda yani kulüplerde yöneticiler hala hangi yüzle kalabiliyor? Seksenlerde ve doksanlarda daha az ürün satışı ve gelire sahip kulüpler bu kadar zarar etmiyor iken sonradan ortaya çıkan bu durumun sorumluları neden bizleri aptal yerine koyuyor? Ayrıca sorumlulukları biran evvel üzerlerine almak yerine sürekli borç ödeme vaadiyle halkı nasıl uyutabiliyor? Bu olaylar bir ülkede çaresizliğin dayatılması değildir midir? Üstelik bu olay bütün bir ülkenin spor anlayışında en çok hisse sahibi olan futbol kulüplerinden yola çıkarak bütün ülkenin kurumsal yapılarını çözmemiz için de bize güzel bir örnek teşkil ediyor. Zira bu anlayış (borçlandırma ve zarar ettirme politikası) acaba bütün kurumlara yansıtılmak mı isteniyor? Burada şerefli insanları, gençleri ve ülkenin geleceğini spora yönlendirmek gayesiyle servetinden bağışta bulunan samimi işadamlarını bir kenarda tutarak soruyoruz; hayır yapıyor gözüküp kulüpleri zarara sokanlarla, gerçek hayır sahiplerini ayıran bir düzeni işadamları da kuramıyor mu?
Eğer bu şahıslar ki çoğunluğu işadamı olan kimseler olarak kendi firmalarını ve şirketlerini kar ettirip de kulüpleri zarara sokuyorsa bu üzerinde tekrar durulması gereken bir konudur. Yok kendi firmaları da zarar ediyor, kulüpler hepten batıyor ise iki kere üzerinde durulması gereken bir konudur. Bahsettiğimiz konunun anlaşılabilir bir tarafı yoktur. Türkiye’nin uluslararası başarı getiremeyen kulüpleri bu anlayışla israf politikasına hizmet ediyor demektir ki bu anlamsızdır. Türkiye’de seksen milyon olmasa da yirmi otuz milyon futbolla ilgileniyor ve bu kulüplerin kalkınması için gereken desteği kendilerine sağlıyor, kulüplerin zarar etmesi ve her sene aynı diyalogların, kulübe yapılan sözde bağışların bir manası kalmıyor. Halkın vebali bu insanların boyunlarına dolanmıştır. Avrupa’da uluslararası alanda başarı getiremeyen kulüplerde değişim olur. Bizde olmuyor. Hep aynı kişiler kulüplerde varlığını sürdürüyor.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…