islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,5424
EURO
36,0063
ALTIN
3.006,41
BIST
9.549,89
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
9°C
İstanbul
9°C
Parçalı Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C
Salı Çok Bulutlu
11°C
Çarşamba Az Bulutlu
13°C

KUR’AN AKIL VE BİLGİ

KUR’AN AKIL VE BİLGİ
27 Mayıs 2023 09:25
A+
A-

Tarihî süreç içinde  akıl ile ilgili olarak  farklı tanımların yapıldığı ve  bunlar arasında “Düşünme, anlama ve kavrama gücü[1]  tanımının daha yaygın olduğu görülüyor. Diğer bir ifade akıl, insanı insan yapan, onun her türlü aksiyonlarına anlam kazandıran ve ilâhî emirler karşısında insanın yükümlülük ve sorumluluk altına girmesini sağlayan, insana  özgü  bir  yetinin adı olarak  biliniyor. Nitekim Kur’an sözlüğünde de akıl, “bilgi edinmeye yarayan bir güç” ve “bu güç ile elde edilen bilgi” şeklinde tarif ediliyor.[2]

Kur’an’da akıl kelimesi biri geçmiş, diğerleri geniş zaman kipinde olmak üzere kırk dokuz yerde fiil şeklinde geçmektedir. Bu ayetlerde genellikle “akletme” nin yani aklı kullanarak doğru düşünmenin önemi üzerinde durulmaktadır. Nitekim Kur’ân’da “ancak bilenlerin akledebileceği” [3] ifade edilmekte ve  bu  yetiyi  iyi kullanmadıkları için de  kâfirlerin, “…Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bu yüzden akletmezler”[4]  ifadesiyle yerildiği görülmektedir.  Bundan daha da önemlisi, “O, aklını kullanmayanları  pisliğe dûçâr eder[5] sözü ile de aklını kullanmayanların başına her türlü pisliğin ve belanın gelebileceği   anlatılmakta ve bu nedenle  de insanlardan aklını kullanmaları istenmekte, dolayısıyla akıllarını kullanan kişilerin Cehennem azabından kurtulabilecekleri[6]  hatırlatılmaktadır. Yine Kur’an’ın birçok ayetinde, akıl sayesinde kazanılan bilgilerin yine bu yetinin kontrolünde kullanılması gerektiği, bunu yapmayanların sorumlu tutulacağı da ifade edilmektedir.

Düşünme, anlama ve kavrama yetisine  sahip olan akıl, aynı zamanda ilâhî hakikatleri sezme, anlama ve onların üzerinde düşünüp yorum yapma yetkisine de sahiptir.  Nitekim “Allah, âyetlerini akledesiniz diye açıklamaktadır”[7] ayeti, aklın bu fonksiyonuna işaret etmekte ve bizden de aklımızı kullanmamızı istemektedir.  Kur’an’da akılla aynı anlama gelmese bile, ona yakın bir mâna ifade eden kalb (çoğulu kulûb), fuâd (çoğulu ef’ide) ve elbâb (tekili lüb, Kur’an’da geçmez) kelimelerinin kullanıldığı dikkati çekmektedir. Sezme, anlama ve bir şeyin mahiyetini kavrama gücü” anlamına gelen bu kelimeler, daha çok insanın derunî, vicdanî alemine ve gönül dünyasına hitap etmektedir. [8]

Bu bilgilerden de anlıyoruz ki akıl, bilgi olmadıkça  fonksiyonel olamamakta, işlevsel olabilmesi için mutlaka bilgiye ihtiyaç duymaktadır.  Tıpkı  bir  arabanın  çalışabilmesi için  nasıl yakıta ihtiyacı varsa;  aklın da fonksiyonel olabilmesi için  bilgiye ihtiyacı vardır. Nitekim birçok insanın, “Evvelki aklım olsaydı şunları yapmazdım” dediğine çoğu kere şahit olmuşuzdur. Bu söz bize, o kişinin eskiden başka bir aklı, şimdi ise başka bir aklının olduğunu ifade etmiyor; bilakis o kişi bu sözüyle bize, ”Şu anda sahip olduğum bilgiye eskiden sahip olsaydım, eskiden yaptığım o  şeyleri asla yapmazdım” demek istiyor.  Fıtrî bir yeti olarak akıl değişmiyor,  ama akla ulaştırılan bilgilerde değişim oluyor. Bundan dolayıdır ki Yüce Yaratıcı, insanın beş duyu organını, aklın ihtiyaç duyduğu bilgileri temin etmekle görevlendirmiş bulunuyor. Nitekim okuma, dinleme, tatma, dokunma ve koklama yoluyla elde edilen bilgiler beyne ulaşıyor; akıl da beyne ulaşan bu bilgileri tasnif  ve  organize ediyor ve  bu bilgilerden  düşünce üretiyor. Akıl, beyne hangi bilgiler ulaşmışsa onun üzerinde işlevsel olduğu için, bilginin niteliği ve doğruluğu da ayrıca önem arz ediyor. Bu nedenle  doğru bilgiye ulaşmak ve bunun için çaba göstermek, insanın en temel görevleri arasında yer alıyor.   Bu da yeterli olmuyor, ayrıca aklın, doğru ve sağlıklı bir bilgi organizasyonu yapabilmesi için insanın, doğru  bir mantığa da sahip olması gerekiyor.  Zira insan, doğru bir mantığa sahipse, bilgi organizasyonu da doğru oluyor,  dolayısıyla akıl da doğru bilgiler üretiyor. Şayet insan, doğru  bir mantığa  sahip değilse  üretilen bilgiler de yanlış oluyor. Zira yanlış araçla, doğru hedefe varmak, mümkün olmadığı gibi, yanlış bir mantıkla da doğru düşünceye  ulaşılamıyor.

Elde edilen bilgilerin, işlevsel olabilmesi, kısaca hayata yansıtılabilmesi için  de ayrıca iradenin onayı gerekiyor. Çünkü “Bir şeyi yapıp yapmamaya karar verme gücü”[9] demek olan irade; yapılması veya yapılmaması aynı derecede eşit olan çeşitli davranış­lardan birini beğenip tercih etmekte ve kendisine  sunulan bilgilerin eyleme dönüşmesini sağlamaktadır. Zira iradede seçme, seçilen şey­de ısrarlı, kararalı  ve arzulu olma söz konusudur. Yani  bir şeyi yapıp  yapmamanın ge­rekliliği konusunda hüküm verme, iradenin görevidir. Bundan dolayıdır ki  iradeli her  hareket, şuurlu hareket sayılıyor.  Bununla birlikte her hangi bir hatanın olmaması  veya  hataların asgari düzeyde olabilmesi için, yapılan tercihlerin bir de “vicdan” denilen  yetinin onayına sunulması, en son safhayı teşkil ediyor.  Zira vicdan, “Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç”[10] olarak tanımlanıyor. Bir başka ifade ile vicdan, Allah’ın içimize yerleştirdiği adalet terazisi olarak da biliniyor.  Dolayısıyla yaptığımız  kötü  ve çirkin  şeylerden dolayı vicdanımız sızlıyor.

Bu nedenledir ki   Allah Teâlâ, “Bilmediğin şeyin ardına düşme, doğrusu  kulak, göz ve kalp, bunların her biri ondan  sorumludur[11] buyurarak, bizden bilgiye dayalı  bir hayat yaşamamızı istemekte; bilmeden zan ile iş yapmayı kınamakta ve  zannın  hakikat karşısında  hiç bir şey  ifade etmediğini” [12] açıklamakta; ayrıca   bilenle bilmeyenlerin asla eşit olmadığını, akıl sahiplerinin ancak  öğüt alabileceklerini haber vermektedir.[13] Nitekim Kur’an’da yer alan Hz. Nuh ile Allah arasında geçen şu mükaleme, bilginin önemini ve değerini göstermesi açısından  dikkat çekici bir nitelik arz etmektedir.

Hz. Nuh, oğlu boğulup ölünce  yaptığı duada, oğlunun da aileden olduğunu söyleyerek, daha önce ailesini boğulmaktan kurtaracağına dair vadini Allah’a  hatırlatır; Allah da ona,  oğlunun doğru  bir iş yapmadığını, bu nedenle  aileden olmadığını söyledikten sonra; “Hakkında bilgin olmayan bir şeyi  benden isteme. Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim”[14] demektedir. Bu ayetler, diğer bütün kıssalarda olduğu gibi “Kızım sana söylüyorum gelinim sen işit” dercesine,  sadece Hz. Nuh’a değil; aynı zamanda bize bir mesaj niteliği  taşımakta ve hakkında bilgi sahibi olmadığımız bir şeyi Allah’tan istemememiz  öğütlenmektedir. Böyle yaptığımız takdirde Hz. Nuh gibi bizim de cahillik yapmış olacağımız  mesajı verilmektedir. Nitekim  Hz. Peygamber de, “Sana müftüler fetva verse de, sen yine de kalbine danış!”[15] diyerek,  elde edilen her bilginin, vicdana onaylatılmasını istemektedir.

İnsan, kategorik olarak iki ana kaynaktan bilgi elde etmektedir. Bunlardan birincisi, kaynağı insan olan ve insanlar tarafından üretilen bilgiler; ikincisi ise kaynağı Allah olan ve “vahy” yoluyla gelen bilgilerdir. Ancak  bu iki bilgi kaynağı arasında önemli bir  fark  mevcuttur.  O da vahye dayalı bilgilerin, mutlak doğruyu ifade etmesi; insanlar tarafından üretilen bilgilerin ise, mutlak  doğruyu  değil, izafî doğruları temsil etmesidir. Çünkü insanlar, küllî tutum içinde olamazlar.  Zira sınırlı  bir   kabiliyete ve kapasiteye sahiptirler. Olaylara  ve  olgulara belli açılardan bakarak anlamaya çalışırlar. Bu nedenle bütünlükten ve  kuşatıcılıktan  yoksundurlar.  Vahye dayalı bilgilerin doğruluğu ise izafî değil, mutlaktır. Çünkü  bu  bilgiler,  her şeyi bilen ve kuşatan olan Allah’a aittir ve bu nedenle  her mümin, varlığına inandığı Allah’ın sözlerine de inanır ve  Kur’an’da yer  alan  bütün  bilgileri, mutlak  doğru olarak kabul eder. Bunun adı da  “iman” dır.   Bu nedenle   Kur’an’ın  insan  karşısında iki ana konumu   söz konusudur. Bu iki  ana   konumdan birincisi,  onun  bir inanç objesi oluşu; ikincisi ise bilgi objesi oluşudur. Bu nedenle  insan ürünü olan kitaplarda yer alan bilgiler,  iman objesi değil, sadece bilgi objesidirler. Fakat Kur’an’da yer alan bilgiler, mutlak doğruyu temsil etse de;   ayetlerin  anlaşılması, açıklaması ve  yorumu  beşere ait  bir eylem olduğu için  izafî doğruları ifade ederler.

Kur’an’ın inanç objesi oluşu,  insanın onu kabul edip etmemesi veya ona inanıp inanmaması ile alakalıdır. İnsan, ona inanıp inanmamada tamamen hürdür, isterse ona inanır, isterse inanmaz.[16] Bu nedenledir ki, Kur’an, Hz. Peygamberin ve müminlerin  “tenzil”e  imanından söz eder ve iman objesi olarak tenzili gösterir. “Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene inandı, müminler de (inandı)”[17] ayeti, bunu ifade eder. Bu ayetin mefhûm-ı muhâlifinden anlıyoruz ki, kaynağı vahye dayanmayan hiçbir kitap -bilgi objesi olsa da- iman objesi değildir.   Bir diğer ifade ile iman objesi olan kitaplar, sadece vahye dayalı olanlardır. Bu kitapların sonuncusu ise,  diğer  kutsal kitaplardaki bilgileri ipka/tasdik, ikmal/tashih ve iptal/tekzip eden ve böyle bir misyona  sahip olan Kur’an’dır.  Bu nedenle  Kur’an, kendi ifadesiyle  insanlar için  bir hidayet rehberidir.  Dolayısıyla aklını kullanan,  hayatını doğru  ve dengeli yaşamak isteyen  her Müslüman, Kur’an’ın verdiği bilgileri elde etmek  ve ondan elde ettiği bilgileri hayatına yansıtmak zorunda olduğu bilgisine ve bilincine de sahip demektir. Zira o, bilir ve inanır ki  mutluluğun, huzurun  ve kurtuluşun yolu bu  bilgiye ve bilince  sahip olmaktan geçmektedir.

 

Prof. Dr. Celal Kırca

 

 

[1] TDK. Türkçe Sözlük, Ankara, 2005, s.49.

[2] Râgıb el-İsfahânî,  Müfredat, “akl” mddesi.

[3] Ankebût 29/43.

[4] Bakara 2/171.

[5] Yûnus 10/100.

[6] Mülk 67/10.

[7] Bakara,2/242.

[8] Süleyman Hayri Bolay, Akıl, TDV. İslam Ansiklopedisi, İstanbul,1989, 2/238-39.

[9] TDK, Türkçe Sözlük, s.978.

[10] TDK, Türkçe Sözlük , s.2092.

[11].İsra,17/36.

[12] Yunus,10/36.

[13] Zümer,39/9.

[14] Hûd, 11/45-46.

[15] Ahmet b. Hanbel, Müsnet,1/194.

[16]  Kehf,18/29.

[17]  Bakara, 2/286.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.