Kur’an, 23 seneye yakın bir zaman diliminde inişi tamamlanan ve kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların dinî, hukûkî ve ahlâkî ihtiyaçlarına cevap verecek ilâhî bir kitaptır.
İlim ve teknikte derecesi ne olursa olsun her devrin insanı, Kur’an’ı okuduğu veya dinlediği zaman kendi güç ve kabiliyeti ölçüsünde, onu kendine hitap ediyor bulur ve tatmin olur. Âlim ve cahile aynı anda tek bir hitapla nasibini vermek veya ruhen muhtaç olduğu ilacı sunmak, ilâhî kelam olan Kur’an’a has bir keyfiyettir. Allah’ın azabından korunmak isteyenlere yol göstericilik rolünü üstlenen (Bakara:2) ve öğüt alınması için anlaşılması kolaylaştırılan (Kamer: 17, 22, 32, 40) bir kitaptır.
Bir mesajın yaşanabilmesi için, anlaşılması şarttır. Kur’an da Allah’ın kullarına mesajı olduğuna göre, hayata taşınabilmesi için anlaşılması gerekir.
Rasulullah (s.a.v), tebliğ etmekle sorumlu olduğu Kur’an’ı; öncelikle kendi okuyordu, anlıyordu, düşünüyordu, özümsüyordu, benimsiyordu, iman ediyordu, amel ediyordu, aynı zamanda bu Kur’an’ı başkalarına okuyordu, onların da yaşaması için uğraşıyor, çalışıyordu. Rasûlullah’ın dizinin dibinde yetişen ilk nesil Müslümanları da, Kur’an’ın sadece lafzını okuyup geçmediler. Tam tersine onlar Kur’an’ı düşünerek okudular, anlayarak ve inanarak da uyguladılar. Ayrıca onlar nazil olan her ayeti yüce Allah’tan gelen bir mesaj anlayışıyla karşılıyorlar, hükmünü hayatta tatbik etmek için okuyorlar, öğrendiklerini de vazgeçemeyecekleri bir ilke olarak yaşıyorlardı.
Ancak anlaşılmasının derecesi nedir? Kültür açısından her seviyedeki insan Kur’an ayetleri üzerinde yorum yapabilir mi? Peygamberimizin; “Kim Kur’an hakkında kendi görüşünce konuşursa cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Müslim, Münafikûn, 40; Tirmizî, Tefsir,1) hadisine göre susulacak mı? Yoksa Kur’an’a uygun bir şekilde söz edilecek mi? Edilecekse bunun ölçüsü nedir?
Gerçek şu ki, Kur’an bütün insanlar için indirilmiştir. Rasûlullah (s.a.v) Veda hutbesinde “Size iki emanet bırakıyorum, onlara tutunursanız sapıtmazsınız. Onlar da Allah’ın Kitab’ı ve benim sünnetimdir” (Muvatta’, Kader, 3) talimatını, yüz bini aşan kişiye, âlim-cahil seçmeden vermiştir. Bu genel hitap da, herkesin ondan kabiliyeti ve ihtiyacı ölçüsünde, anlayıp ders alabileceğine işarettir. Dağdaki çobanın da, üniversitedeki profesörün de Kur’an’dan anlayacakları ve alacakları dersler vardır.
Dolayısıyla herkesin Kur’an’ı anlama konusunda birbirleriyle eşit olmaları mümkün değildir. İbn Kuteybe’nin dediği gibi “Şayet K.Kerim’in tamamı, âlim-cahil herkesin anlayacağı tarzda açık olarak indirilmiş olsaydı, insanlar arasındaki ilmî üstünlük kalkar, imtihan düşer ve kalpler ölürdü.” (İbn Kuteybe, Te’vil, s.86)
Zemahşeri de Kur’an’ın anlaşılması konusunda özetle şöyle derler; “Kur’an’ın hepsi muhkem/herkes tarafından anlaşılabilir nitelikte olsa idi, herhangi bir açıklamaya ihtiyaç duymadan anlaşılabilseydi, bütün insanlar bunu kolaylıkla anlar ve araştırmaya, incelemeye ve akıl yürütmeye ihtiyaç kalmazdı. Bu durumda ilim yolu iptal edilmiş olurdu. (Zemahşerî, Keşşaf, 1/41). Böylece alimle-cahilin; ilimle-cehaletin farkı ortadan kalkar, ilim ve medeniyetle ilerleme yolları tıkanmış olurdu ki, bu ne aklen, ne de naklen caizdir. Zira Yüce Allah K.Kerim’de ilim sahiplerinin derecelerinin yükseltileceğini (Mücadele:12) haber verirken; Rasulullah (s.a.v) de “Allah, kime hayrı dilerse onu dinde fakih/anlayışlı kılar” (Buharî, İlim, 10; Müslim, İmare, 175) buyurur. Şah Veliyyullah Dehlevi, ümmet içerisinde Allah’ın emriyle hareket eden, sapıklığa düşmeyen, Kur’an’ı toplum içinde koruyan âlimlerin bulunmasının vacip olduğunu söylerken de, bir toplum için âlimin zaruretine parmak basar. (Şah Veliyyullah ed-Dehlevî, Huccetullahi’l Bâliğa, 1/487)
Bütün bu ifadeler, “Kur’an’ı sadece âlimler anlar, avamın anlama imkânı yoktur” anlamına gelmez. K. Kerim’i, amatörce ve profesyonelce olmak üzere iki şekilde anlamak mümkündür. Kur’an, bütün insanlığa gönderildiği için her millet, onu kendi diline çevrilmiş mealinden amatörce okuyup anlayabilir. Bu okuyuşundan istikametini de düzeltebilir. Yeter ki ön yargısız, iyi niyetle okumaya başlasın.
Amatör ruhla ama iyi niyetle okunduğunda Kur’an; kendini muhatabına yol gösterecek şekilde ifade etmektedir. Yaşamak niyetiyle anlamak için Kur’an’a yaklaşırsanız, kendinizi ondan koparamazsın. Zaten Kur’an da yaşamak için anlamak maksadıyla okunmalıdır. Yoksa bir kültürden öteye geçmez. Yaşanmayan bilgi de ilim değil, malumat yığınıdır. Öyleyse Kur’an’ı öncelikle anlamak için okumalıyız; sonra da anladıklarımızı tutarlı bir şekilde hayata taşımalıyız.
Şurası da önemlidir ki; amatörce okuyup faydalananlar, Kur’an’dan hüküm çıkarmaya kalkmamalıdırlar. Hastalıklardan bahseden kalın bir tıp kitabını okuduğunuz zaman birçok hastalığın tedavi yöntemini ve korunma çarelerini öğrenmiş olursunuz. Ama reçete yazıp ameliyat yapmaya kalkamazsınız. Bunları yapabilmeniz için tıbbın belli bir dalında uzmanlaşmanız gerekir. Kalın bir cilt kanun kitabını okuduğunuz zaman da anlarsınız ama avukatlık bürosu açamazsınız, savcı ve hâkimlik yapamazsınız. O meslekleri ancak o alanda ihtisas yapmış olanlar yapabilir. İşte bir Müslüman da Kur’an ve Sünnet kaynağını okur, büyük çapta istifade eder ve anladıklarını hayatına yansıtır. Fakat fetva vermeye ve ictihad yapmaya kalkamaz. Bu, profesyonelce bir iştir. Profesyonelce okuyup anlamak da ihtisas gerektirir.
Öyleyse herkes kendi sınırını bilerek Kur’an’ı okumalı, kapasitesince manasını anlamalı ve öğrendiklerini hayatına yansıtmalıdır. Kendini aşan konularda da bir bilene sormalıdır. Çünkü o bizim kulluk kitabımızdır.
Hayat kitabımız Kur’an, sadece elitlere ve hocalara inmemiştir. Bizde Katolik anlayışı yoktur. Katolik din adamları halka “Siz kutsal kitabı anlayamazsınız. Onun için İncil’i okumayın. Onu ancak rahipler anlar. Siz rahiplerin sesine kulak verin” dedikleri gibi, müslüman halka “Siz Kur’an’ı anlayamazsınız. Sadece ilmihal kitaplarını okuyun. Özellikle mızraklıyı okuyun” deme hakkımız yoktur. Bu anlayış; “Papaz gibi bir imam, İncil gibi bir Kur’an ve Hıristiyanlık gibi bir İslam” üretmeye kalkışanların, tekelci ve beyhude gayretleridir.
Kur’an’ı anlamak ve istikametimizi düzeltmek için önce bir sayfa Arapça orijinalini okumalı, sonra da mealini okuyarak rabbimizi anlamaya çalışmalıyız. Kocakarı imanındaki taklitten sıyrılıp, okuduğu kitabı anlayarak, onun farkına vararak yaşamalıyız. Hocalar olarak, “Kur’an’ı sadece biz anlarız” tekelciliğinden kurtulup, halka; “Mealini de okuyun, birçoğunu anlayacaksınız. Anlamadığınız, kafanızın karıştığı yerlerde tefsirlere bakın, bu imkânınız yoksa “İlim ehli âlimlere sorun” (Enbiya:7) ayeti gereği, bilenlere başvurun. Okuduğunuz mealden net olarak anladıklarınızı hayatınıza yansıtın, fetva vermeye kalkmayın” uyarısında bulunalım.
Elbette bu arada yanlış yapanlar olacaktır. Zalim Haccac, Kur’an’ı zulmüne alet etti, Hz. Ömer de Kur’an’la adalet inşa etti. Şimdi Zalim Haccac’a kızarak Kur’an ahkâmına sırtımızı mı dönelim? Pireye kızıp yorgan yakılmadığı gibi, gâvura kızıp oruç da bozulmaz. Okuduğu mealden hareket ederek ahkâm kesen mealcilere kızıp da Kur’an’ın anlaşılmasının önü kesilemez. Eğer anlaşılmasının önünü kesersek, Kur’an sadece lafza indirgenir. İnsanlar papağan gibi okur ve bu alanda paralı hatim sektörleri oluşur. “Dirileri ihya için inmiş olan” (Yasin:70) bu yüce kitabımız, mezarlık ve mevta kitabına dönüşür. Buna da kimsenin hakkı yoktur, haddimiz de değildir. Dünyada en çok okunan kitap olan Kur’an’ı, aynı zamanda en çok anlaşılan kitap haline yükseltmeliyiz.
Musab SEYİTHAN