islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4690
EURO
36,3690
ALTIN
2.962,53
BIST
9.277,71
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Az Bulutlu
9°C
Pazar Az Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

KUR’AN DAĞLAR VE DEPREMLER

KUR’AN DAĞLAR VE DEPREMLER
27 Nisan 2024 09:30
A+
A-

Kur’an, kendi ana misyonunu hayatın her alanında insanlara” hidayet/ yol gösterme/ kılavuzluk etme” olarak  açıklar. Bu nedenle onun “hidayet” inin, sadece iman, ibadet, ahlak ve hukuk   konularıyla sınırlı olmadığı,  bilakis  tarihî, siyasî, iktisadî, ilmî, kültürel vs. gibi  alanları da  kapsadığı   görülür.   Ne var ki onun bu yol göstericiliğinde insan aktif olduğu için, verilen bilgilerin  onun tarafından hayata yansıtılmasında  önemli ölçüde ihtiyaçlara ve  sorunlara  bağlı kalındığı, bu nedenle de bilgi bütünlüğünün korunamadığı, dolayısıyla hayatın geneline yönelik verilen bilgilerden  yeterince istifade edilemediği anlaşılmaktadır.   Bunun en canlı örneğini 6 Şubat depremi göstermiştir. Zira düz ovalardaki tarım arazilerine  yapılan binalardan çoğunun, dağ yamaçlarına yapılan binalardan  ise çok azının yıkıldığı görülmüştür. Yıkılmanın ana sebebi olarak da  binaların  sağlam  zeminlere  ve deprem şartlarına uygun  yapılmamış olması  gösterilmiştir.  Bu yıkım,  dağ yamaçlarındaki zeminlerin  ovalardaki zeminlere  göre  daha  sağlam olduğunu, dolayısıyla buralarda  deprem şartlarına  uygun olarak yapılan  binaların yıkılmadığını gözler önüne sermiştir

Dağlar ile ilgi bu bilimsel  verilerin yanında Kur’an’da  da dağlarla ilgili  dikkat çekici  bazı bilgilerin  de yer aldığı ve bu bilgilerin  bilimsel bilgilerle  bir uyum içinde olduğu görülmektedir. Bunlardan en dikkat çekeni  “(Allah) Yeryüzünde, sizi sarsmasın diye sâbit dağlar yerleştirdi”[1]  ayetidir.  Bu  ayetteki bilgiyi  destekleyen diğer ayetler de şunlaradır

Yeryüzünü bir yatak (gibi) yapmadık mı? Dağları da kazıklar (gibi çakılı) yapmadık mı?[2]

“ ( Allah), yeryüzünü döşeyip yaşamaya elverişli hale getirdi. Oradan suları çıkartıp  otlakları meydana getirdi. Oraya  sağlam durması için dağlar yerleştirdi.”[3]

Bu ayetlerde yer alan bilgilerdeki asıl amaç,  Allah Teâlâ’nın  varlığını,  iradesini ve  kudretini  göstermek; diğer bir  amaç da  dağların  yeryüzünde   kazıklar gibi   görev yaptığı ve üzerinde  bulunanları sarsmadığı  bilgisini  vermektir.  Daha  açık  bir ifade ile bu ayetler bize  yeryüzünün sarsıcı  bir yapıda  olduğunu, ama  dağlarla  bunun dengelendiği  mesajını vermektedir.

Bilimsel gelişmelerin,  Kur’an’da yer alan bazı ayetlerin daha iyi anlaşılmasına   katkı yaptığı bilinen bir gerçekliktir. Bu  katkı sadece astronomi  ve tıpta  değil, jeolojide de   söz konusudur. Nitekim “Yeryüzünde, sizi sarsmasın diye sâbit dağlar yerleştirdi” ayetini,  çağımızdaki müfessirlerin, geçmiş çağlardaki müfessirlerden  farklı olarak   anlamaları ve  yorumlamaları da  bunu göstermektedir.  Nitekim  bilimlerin geçmişteki  birikimleriyle çağımızdaki birikimlerinin bir olmadığı dikkate alındığında bu farkı,  rahatlıkla anlayabilmekteyiz. Bu nedenledir ki   Vahidüddin Hân, «Modern ilim, on üç asır bu realiteden uzak ve habersiz yaşadı. Fakat coğrafya sahasında yapılan yeni araştırmalar neticesinde bugün bu hakikat, denge kanunu (Isostasy)  adı altında tespit edilmiş bulunmaktadır. Ve hâlâ modern ilim, bu kanunun esrarına nispetle çok gerilerde bulunmaktadır” [4] görüşünü  ileri sürmüştür. Merhum Elmalılı Hamdi Yazır  da yeryüzündeki dağların kazıklar olarak vasıflandırılışını,  jeoloji ve coğrafya ilmine ait gerçeklerden birisi olarak  görür ve  bu nedenle de dağların, yeryüzünün dengesi sağlayan titreme ve sallantıları önleyen bir unsur olduğunu söyler. [5]   Ayrıca   benzer görüşlere    bazı bilim adalarının  da sahip olduğu  bilinmektedir.[6] Bu bilgileri, biliyor muyuz, biliyorsak ne kadarını biliyoruz ve  hayatımıza  ne ölçüde  yansıtıyoruz, ya da yansıtmıyoruz?

Düz ovalara ve tarım arazilerine yapılan  çok katlı binaların varlığı, bu bilgilerin – bilinse bile- bilinç haline getirilemediğini ve  bu nedenle de hayata yeterince yansıtılmadığını gösteriyor.  Nitekim  söz konusu depremlerdeki  yıkımlar da bunu ispatlıyor.  Bundan da anlıyoruz  ki başımıza gelen musibetlerin çoğu, kendi  hatalarımız, bilgisizliğimiz ve vurdum duymazlığımız yüzündendir. Bu nedenle cüz’î irademizin ve sorumluluğumuzun  gereğini yapmadığımız/yapamadığımız için başımıza gelen musibetlerin bize  acı ve ıstıraptan başka  bir şey  getirmediğini de görüyoruz.  Zira bu konuda Yüce Rabbimiz,  bizi  uyarmış  ve  şu bilgileri  vermiştir:

İnsan için kendi emeğinin  karşılığından başka hiçbir şey yoktur”[7]

“İnsanların kendi elleriyle  yaptıkları işler yüzünden karada, denizde fesat  meydana gelmiştir. Sonunda Allah onlara  (akıllarını başlarına) alıp  doğru yola dönmeleri için  yaptıklarının  bir kısmının cezasını  bu dünyada tattırmıştır”[8]

Bilin ki  başınıza gelen     her musibet  sizin yaptıklarınız  yüzündedir. Bununla birlikte Allah sizi birçok musibetten  de korur”[9]

“Sonunda  zerre kadar iyilik yapan kimse onun karşılığını görerek. Zerre kadar  kötülük işleyen de onun  cezasını çekecektir.”[10]

Kendi ellerinizle  kendinizi tehlikeye atmayınız”[11] ayetlerini,  şayet  bilinçli  Müslümanlar olarak kendimize rehber edinseydik, cüz’î irademizin  bize yüklediği  sorumluluklarımızın gereğini yapar veya bunun  çabası  içinde  olurduk. Dolayısıyla kader dediğimiz tecelli,   bizim için bu denli yıkıcı ve helak edici  de olmazdı. Bu nedenle başımıza gelen musibetlerden, önce kendimizi sorumlu tutmamız, yaptığımız işleri doğru-dürüst yapıp yapmadığımızı sorgulamamız gerekiyor. Bu sorgulamadan  sonra ancak sorumluluğumuzun gereğini  yerine getirdiğimize  dair  bir kanaat  elde etmiş isek şayet, işte o zaman kaderin  rahatlatıcı kanatları altına sığınmaya bir hakkımızın olduğunu  bilmemiz ve  anlamamız icap ediyor.  Çünkü Allah Teâlâ, bizden yapacağımız  bütün  işleri bilerek yapmamızı ve çaba  göstermemizi, daha sonra da  tevekkül etmemizi  istiyor. [12]  Nitekim  Hz. Peygamber’in   tavsiyesinin de bu yönde olduğu  görülüyor.   Devesini  bağlamadan mı, yoksa  bağladıktan sonra  mı ?  tevekkül etmesi gerektiğini  soran bir şahsa “Deveni bağla sonra tevekkül et”[13]  sözü, bunu ifade ediyor. Ama bunun gereğini yapıyor muyuz, yapıyorsak  ne kadar yapıyoruz?   Bu bilinmiyor, fakat bu konuda ciddî sorunlarımızın olduğu  da   biliniyor. Bu nedenle Allah Teâlâ’nın  kainata  yerleştirdiği  “sünnetullahı/ tabiî ve sosyal  kanunları”   öğrenmemiz ve  bu kanunlara  göre  dinî, mimarî,  sosyal, kültürel hayatımızı tanzim etmemiz  gerekiyor ve bu tanzimi yaparken de “Bir toplum, kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah da o toplumu  değiştirmez”[14] kuralını da  asla  unutmamamız icap ediyor.

Sonuç olarak sorumluluk mevkilerinde  bulunan acaba  kaç  Müslüman bilim insanı, bürokrat ve yönetici, İslâm’ın sadece kırsal kesimlere hitap eden bir  din olmadığını, aynı zamanda şehirlere de hitap eden  bir din olduğunu, bu nedenle  “Kur’an’dan ilham alarak”  İslâm medeniyetinin  estetik yönünü  yansıtacak  yeni  şehirler kurmayı  ve buna bağlı olarak da  bir  şehir  kültürü oluşturmayı düşünüyor ve projeler üretiyor?

Prof. Dr. Celal Kırca

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

 

[1] Lokmân,31/10.

[2] Nebe,78/6-7.

[3] Nâzi’ât,79/32.

[4] Vahidüddin Hân,  el-İslâmu Yetehaddâ, Beyrut 1970, s.  218.

[5] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1938, 7/5532.

[6] Hanefî Ahmed, et-Tefsîru’l-İlmî li Âyâtil-Kevniyye, Mısır, 1960, s. 381;  Mustafa el- Merağî,  Tefsiru’l Merağî, Merâgî,  Beyrut 1974, 30/8.

[7] Necm,53/39.

[8] Rûm, 30/41.

[9] Şûrâ,42/30.

[10] Zilzâl, 99/7-8.

[11] Bakara,2/195.

[12] Al-i İmran,3/159.

[13] Tirmizî, Kıyamet, 60.

[14] Ra’d,13/11.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Mürsel Gündoğdu dedi ki:

    “Bu bilgileri, biliyor muyuz, biliyorsak ne kadarını biliyoruz ve hayatımıza ne ölçüde yansıtıyoruz, ya da yansıtmıyoruz?”
    Can alıcı soru bu aslında.
    Bilgi çağında her şeyi bilmemize rağmen, bildiklerimiz neden davranışlarımıza yansımıyor?
    Kararlarımıza neden etki etmiyor?
    Bu yüzden sonuç Celal Hoca’nın dediği gibi oluyor.
    “Başımıza gelen musibetlerin çoğu, kendi hatalarımız, bilgisizliğimiz ve vurdum duymazlığımız yüzündendir. Bu nedenle cüz’î irademizin ve sorumluluğumuzun gereğini yapmadığımız/yapamadığımız için başımıza gelen musibetlerin bize acı ve ıstıraptan başka bir şey getirmediğini de görüyoruz.

  2. Muhsin İlyas Subaşı dedi ki:

    İslamı tanımayan bir müslüman toplumu haline nasıl getirilik, bunuanlamak çok zor. Celal Hoca’nın dikkat çektiği “Dağ ve Deprem” ilişkisi, dinin hayatın bütününe bakışının b.ir açılımı olmasıdır. Çünkü din sadece ibadetten ibaret değildir. Zilzal Suresi, depremin dehşetini ortaya koyar. Ancak, laik kültür bu gerçeğe sırtını dönmüştür. Aslında bu alanda yazılması gereken çok öjnemli uyarılar vardır. Çünkü, Yüce Rabbimiz, taibat olaylarıyla toplumu uyardığını da söylemektedir. İyi bir yazı, eline sağlık aziz dostum.

  3. Muhammed Bahaeddin Yüksel dedi ki:

    Sünnetullahı göz önünde bulundurmayan ne bir şehir ne de bir toplum ayakta kalabilir. Kur’an’ın tabii ve sosyal kanunlara iliskin ayetleri açıkça ortadadır. Sayın Celal Kırca hocamız bu hususu, bu veciz yazısında güzelce ortaya koymuş. Mustefid olunması dileğiyle…