Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’i bizlere niçin gönderdiğini şöyle açıklar: “Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt, kalplerdeki hastalıklara bir şifa, inananlara bir rehber ve rahmet gelmiştir.” (Yunus 10/57).
Hem pratik hem deteorik hikmeti cem eden Kur’ân-ı Kerim biz insanlara geldi. O, amelî (pratik) hikmet yönüyle hem amellerin güzelliklerini ve çirkinliklerini ortaya koyar, güzel amellere yöneltip çirkin amellerden sakındırır; teorik (nazarî) hikmet yönüyle ise, kalplerdeki şüphelere ve kötü itikatlara bir şifadır, inanan insanları hakka ve hakikate götüren bir rehberdir ve bir rahmettir. Böylece onları dalalet karanlıklarından kurtarıp iman nuruna çıkarır ve cennet makamlarına erdirir.
Ayette mev‘ıza, şifâ, hüdâ ve rahmet kelimelerinin ‘elif-lâmsız’ gelmesi, büyüklük ifade eder.
Bu ayette; özellikle ahiretle ilgili açıklama ve uyarıların yer aldığı önceki ayetlerin ardından Kur’an’ın öğüt, şifa, rehber (hüdâ) ve rahmet olarak gösterilmesiyle, bu açıklama ve uyarıların niçin yapıldığı da anlaşılmış olur. Çünkü ahireti inkâr etmek ve bunun neticesinde âhiret sorumluluğunu hissetmeden yaşamak iman ve amelde sapma demektir.
İşte Yunus/57.ayette özetlendiği üzere Kur’ân-ı Kerim öncelikle;
1) bu tür sapmalara karşı insanlara öğüt (mev‘ıza) vermekte, onları aydınlatmakta;
2) ikinci olarak her bir insanın gönül dünyalarına hitap ederek oradaki manevî ve ahlâkî hastalıkları tedaviye yönelmekte, insanın iç dünyasını arındırmasını, doğru inanç ve güzel erdemler kazanmasını sağlayıcı hükümler (şifâ) getirmekte;
3) üçüncü olarak Kur’an’ın uyarı ve öğütlerini ciddiye alıp şifa verici hükümlerini benimseyen müminin doğru ve yanlışları görmesine, ebedî kurtuluşa yönelip hak yolda yürümesine rehberlik etmekte (hüdâ);
4) nihayet bu kemal derecelerini aşan müminlerin Allah’ın sevgi ve merhametini kazanmalarını sağlamaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’in özellikle müminler için bir rehber ve rahmet olarak gösterilmesi, insanların Kur’an karşısındaki tavrıyla ilgilidir. Çünkü inatçı ve ön yargılı tavırlarıyla daha baştan doğru ve hayırlı olan şeylere kendilerini kapatanlar, nübüvvet ve vahiy nurundan yararlanamazlar; özünde hidayet ve rahmet olan Kur’an bunlara fayda sağlamaz, hatta ziyanlarını artırır (bk. İsrâ 17/82).
Nitekim A‘râf 7/179’da; “…Onların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır” buyurularak bu hususa açıklık getirilmiştir.
Müfessir Râzî, peygamberlerin doğruluğunu kanıtlayan biri mucize, diğeri aklî burhan olmak üzere iki farklı delil şekli bulunduğunu belirtir ve bu ayeti, Resulüllah’ın hak peygamber olduğunu aklî olarak kanıtlayan delillerden biri olarak gösterir.
Yunus/58. ayet ise mealen şöyledir: “Söyle onlara, Allah’ın lütfu ve rahmetiyle, evet bununla sevinsinler; çünkü bu, onların toplayıp biriktirdiklerinden daha değerlidir.”
Taberi gibi müfessirler, bu ayetteki “Allah’ın fazlı (lütfu)” ile İslâm dininin, “Allah’ın rahmeti” ile Kur’ân-ı Kerîm‘in kastedildiğini belirtseler de, her iki ifadeyi, İslâm ve Kur’an da dâhil olmak üzere bütün nimetleri içine alan bir kapsamda yorumlamak daha uygundur.Bu çerçevede âyetin, bir önceki ayette sıralanan öğüt, şifâ, rehber (hüdâ) ve rahmet olma özellikleri dolayısıyla Kur’an’ın müminler için Allah’ın bir lütfu, rahmetinin bir tezahürü ve dolayısıyla gerçek huzur ve mutluluk kaynağı olduğuna işaret ettiği de düşünülebilir.
İnsanoğlunun mutluluğu yanlış yerlerde aramaması konusunda veciz bir uyarı ve aydınlatma değeri taşıyan bu âyete göre, ne olursa olsun bir şeylere sahip olmamız değil, sahip olduğumuz şeylerin Allah’ın lütfu sayılmaya değer olup olmadığı önemlidir; maddî ve mânevi imkânları Allah’ın bize ihsanı, O’nun bize olan sevgi ve rahmetinin bir tecellisi olarak görmeli, asıl Allah bize böyle bir lütufta bulunduğu için tutum ve davranışlarımızla mutluluğumuzu sergilemeliyiz. Esasen ancak böyle bir duruş sayesindedir ki insan, hem nimetlerin önemini ve değerini doğru olarak kavrar hem de onların kendine yüklediği sorumluluğun bilincine erip yerine getirir (Kur’ân Yolu ve Beydâvî tefsirlerinden özet).
Kendimizi/aklımızı Kur’ân’a rehber değil, Kur’ân’ı kendimize/aklımıza rehber edinip esenlik yurduna ermek duasıyla.
Abdullah YILDIZ