Kur’ân-ı Kerîm’de şiir ve şâirlerden söz edildiği halde nesir yazılarından söz edilmez, fakat“kıssa”,“esâtıru’l evvelin” ve lehve’l-dadîs” kavramlarıyla nesir türünü ifade eden hikayelere de yer verildiği görülür. Bilindiği gibi kıssa, bir kimse veya bir şey ile ilgili hadiselerin anlatılması/hikâye edilmesidir. Peygamber kıssaları bunun en bariz örnekleridir. Kur’an’da 25 peygamberden ve peygamber olmayan bazı kişilerden de söz edilerek onların hikayeleri anlatılır ve eşsiz bir üslupla sunulur. Dolayısıyla bu ibret verici kıssalar ve misal olarak sunulan darb-ı meseller, birer edebiyat şaheserleridir. Nitekim Kur’ân’da, Hz. Adem , Havva ve oğulları; şeytanın vesveseleri, Kâbe’nin inşası; Hz. Yusuf ve kardeşleri, Hz. Mûsâ , Hz. Süleyman ve Belkıs, Hz. İsa’nın doğumu ve peygamberliği, İsrail oğulları, Zülkarneyn, Lokman, Karun, Ashab-ı Kehf, İsra, Hicret, Bedir, Uhut ve Hendek savaşları, Mekke’nin fethi, Hz. Aişe’ye edilen iftira ve diğer kıssalar, ibret almamız için verilen çeşitli darb-ı meseller eşsiz bir üslupla sunulmaktadır.
İnsan yaradılışı gereği, mücerret fikir ve düşüncelerden ziyâde, müşahhas fikir ve düşüncelere ve konulara daha çok mütemayildir. İşte Kur’ân, insanın yaradılışındaki bu temel esastan hareketle kıssaları, ibret verici olayları ve darb-ı meselleri gözler önüne serer. Kur’ân’da zikredilen bütün bu konuların ve kıssaların temel amacı ise eğiticilik ve öğreticiliktir, insanlara ahlâki değerler kazandırmaktır. İnsanlar, bunları okuyunca, insanlığın geçirdiği evreleri, ilimlerini, cehaletlerini, kuvvet ve zaaflarını, şeref ve zilletlerini öğrenecek, etkilenecek, ibret alacak, böylece kendini daha iyi tanıyacaktır. Kur’ân’da Hz. Yusuf’un başından geçen ibret verici olaylar, “ahsenu’l kasas /kıssaların en güzeli” olarak zikredilir. Bir sûreye de ad olan bu yüce Peygamberin başından geçen olaylar, gerçekten düşündürücü, ibret verici ahlakî kaide ve kurallarla doludur.
Roman, hikâye, masal, efsâne ve benzeri nesir yazılarının konuları da şayet ibret verici, insanları eğitici ve ahlâkını düzeltici mâhiyette olur ve insanlara bu amaca yönelik mesajlar verirse, bu tür yazıların her hangi bir sakıncası yoktur. Bu nedenle nesir yazılarında, konunun ve muhtevanın güzelliği kadar, sunuş biçiminin, ifâde gücünün, dilinin ve üslûbunun da önemi vardır. Dolayısıyla Kur’ân’daki kıssaların, gerek konu ve muhteva, gerek sunuş biçimi, ifâde gücü, dili ve üslûbu açısından eşsiz bir değere, edebî güce ve güzelliğe sahip olduğu, görülmektedir. Bu güç ve güzellik sayesindedir ki, okuyanları etkilemekte, kalplerini yumuşatmakta ve zihinlerini uyararak, doğru yola gelmelerini sağlamaktadır. Bu özelliği ve yapısı ile Kur’ân, bize örnek olmakta ve edebî güce ve güzelliğe sahip eserler yazmamızı fiilen bizden istemektedir.
Kur’an’da ayrıca “İnkâr edenler, bu Kur’ân, Muhammed’in uydurmasıdır, ona başka bir topluluk yardım etmiştir diyerek, haksız ve asılsız bir söz uydurdular. Kur’ ân, Öncekilerin masallarıdır, başkalarına yazdırıp sabah akşam kendisine okunmaktadır, dediler.” [1]
“İnsanlar arasında bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan insanları saptırmak için gerçeği boş sözlerle değiştirenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır. İşte alçaltıcı azap bunlar içindir” [2] ayetlerinde geçen esâtıru’l evvelin” ve lehve’l-dadîs” kavramlarına da yer verildiği görülür.
Müfessirlerin çoğuna göre esâtîrü’l-evvelîn, “önceki milletlere ait rivayetler” dir. Dolayısıyla geçmiş milletlerin kahramanlık hikâyelerini, tarihî kıssaları ve putperest kavimlerin tanrıları ile olan ilişkilerini anlatan efsaneleri ifade eder.
Levhe’1-hadîs, “boş laf, eğlenceli söz” demektir ve “İnsanı oyalayan ve işinden alıkoyan sözler, asılsız hikâyeler, masallar, romanlar, tarih kılıklı efsâneler, güldürücü lakırdılar, gevezelikler ve teganniler gibi eğleyici sesler”[3] olarak da tanımlanmaktadır.
Bu son âyet, Mekkeli bir müşrik olan Nadr b. Haris hakkında nazil olmuştur. Nadr, ticâret, için İran’a gider ve onların masal, hikâye ve efsâne kitaplarını satın alıp Mekke’ye getirir ve onlara: “Muhammed, size Ad ve Semud kavminin masallarını ve hikâyelerini anlatıyor, Ben de size, Acemlerin ve Rumların masallarını, Rüstem’in isfendiyar’ın ve Kisrâ’nın hikâyelerini anlatacağım,” derdi. Onları, bunlara okur ve anlatırdı[4]. Böylece onları Kur’ân dinlemekten alıkoymaya çalışırdı. Âyetteki yasaklama, genel bir yasaklama değildir. Zira ayette, “Allah yolundan insanları saptırmak için” kaydı vardır ve bu amaca yönelik, hikayeler ve masallar yasaklanmıştır; yoksa Allah’ın varlığını ve kudretini, tabiî güzellikleri anlatan, ibret verici olaylardan bahseden hikayeler, yasaklanmış değildir.
Ülkemizde farklı ideolojilere ve zararlı cereyanlara kapılanların, ilmî ve fikrî eserlerden etkilendikleri kadar, hatta onlardan daha fazla roman, hikâye, fıkra, makale, şiir ve benzeri edebî eserlerden etkilendikleri de görülüyor. Bu konuda yapılacak sathî bir araştırma dahi, bu gerçeği göstermeye yetecektir. Bu nedenle konuları, din dışı ve dine düşman olan, ahlâkı yozlaştırıcı ve ahlâksızlığı özendirici ve teşvik edici bu tür edebî eserlerin gücünü, hiç kimse inkâr edemez. Geleceğimizi teminat altına almak; neslimizi, dindar, ahlâklı, dürüst ve samimi yetiştirmek ve millî değerlere sahip bir gençlik görmek istiyorsak, edebiyata, özellikle Kur’ân edebiyatına yönelmek mecburiyetindeyiz. Konularını Kur’ân’ dan alan bu edebiyat, halkımıza ve gelecek nesillere çok şeyler kazandıracaktır.
Geçmişte bu görevi, İslâmî Türk edebiyatının özellikle de tasavvuf edebiyatının, üstlendiği görülüyor. Nitekim Mevlânâ ve Yunus Emre’yi canlı tutan ve hayatiyetini devam ettiren temel faktörün, eserlerinde yer alan konularının İslâmî olması; Süleyman Çelebi’yi ölümsüzleştiren de Peygamber sevgisi değil midir? Bu nedenle akla hitabeden ilmî eserlere ihtiyaç olduğu kadar, gönüllere hitabeden edebî eserlere de ihtiyaç vardır. Çünkü Kur’ân, akla hitap ettiği kadar, gönüllere de hitap etmektedir. Özellikle günümüzde konusunu Kur’an’dan ve dinî kaynaklardan alan eserlere, her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Zira edebî eserler, toplumsal olayları, düşünceleri ve olguları yansıtan bir ayna işlevi görürler. Dolayısıyla edebî eserlerin ve edebiyatçıların sosyal hayattaki etkileri asla inkar edilemez. Özellikle felsefî düşüncelerin ve din-bilim ilişkisi tartışmalarının zihinlerde bıraktığı tortuları ve bunun izlerini görebilmek için Tanzimat sonrası ve Cumhuriyetin ilk yıllarında yazılan şiir, roman ve hikaye gibi edebi eserlere bir göz atmak yeterli olacaktır. Mesela Reşat Nuri Güntekin, “Yeşil Gece” adlı romanında eski eğitimi kötüleyip yeni eğitimi överken, Yakup Kadri, “Nur Baba” adlı kitabında, bir inanç ve yaşam biçimi olarak Bektaşiliği ele alır. Reşat Nuri, “Yeşil Gece” adlı bu romanında roman kahramanı Ali Şahin’in Darulmuallimin’e girmeden önce medrese tahsili yaptığını ve bütün medreseciler gibi maddeciliğin etkisinde kalarak şüphe hastalığına tutulduğunu, bu nedenle “ Ben Neyim?” ve “Niza-i İlim ve Din” isimli eserleri okuduğunu hatta bu kitapların yazarı ile görüşmeye gittiğini anlatır.[5]
Günümüzde ise ateizm, deizm ve benzeri felsefî düşünceleri ele alan, bu düşüncelerin meydana getirdiği sorunlara dikkat çeken ve cevap arayan edebî eserlere ve bu eserlere vücut verecek nitelikli edebiyatçılara şiddetle ihtiyaç bulunmaktadır. Her ne kadar son yıllard Farabî, Maturidî, Gazzalî, İmam A’zam vs. gibi ilim adamlarına ve Ömer b. Abdülazîz ve Mimar Sinan gibi bazı meşhur kişilere ait biyografik romanlarının yazılması sevindirici ve olumlu bir gelişme olsa da, bununla yetinilmemesi; Hristiyanlığın ilk dönemlerini anlatan Henryk Sienkiewicz’in 1895’te yazdığı “Quo Vadis” romanı gibi İslâm’ın ilk dönemlerini anlatan romanların yazılması da gerekmektedir. Bu nedenle Müslüman edebiyatçılarımızdan da böyle bir roman yazmalarını hep arzu etmişimdir.
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] Furkan,25/4-5.
[2] Lokman,31/6)
[3] Elmalılı Hamdi Yazır, İstanbul, 1936 , 5/3838.
[4] Hamdi Yazır, Hak Dinî Kur’ân Dili, 5/3839.
[5] Reşat Nuri Güntekin, Yeşil Gece .İstanbul 1995, İnkılap Yayınevi, s. 32-32
Günümüzde gençlerimizin aklı, duyguları, hissiyatı ve şahsiyeti edebiyatla şekilleniyor. Ne yazık ki biz bu alanda çalışmaya epey geç kaldık. Zararlı akımlardan post modern yaklaşımlara, sapkın yaklaşımlardan karanlık gelecek tasavvurlarına kadar günlük hayatta bizim toplumuzda yaşama şansı bulamayan pek çok bozuk anlayış sözde edebi eserler vasıtasıyla gençlerimizin zihinlerine şırınga ediliyor. Gençlerimiz kendi ellerimizle toplumuna yabancılaştırılıyor.
Celal Hocamız teşhisi ne güzel koymuş;
“Geleceğimizi teminat altına almak; neslimizi, dindar, ahlâklı, dürüst ve samimi yetiştirmek ve millî değerlere sahip bir gençlik görmek istiyorsak, edebiyata, özellikle Kur’ân edebiyatına yönelmek mecburiyetindeyiz. Konularını Kur’ân’ dan alan bu edebiyat, halkımıza ve gelecek nesillere çok şeyler kazandıracaktır.”
Kaleminize sağlık hocam.